5 Ağustos 2015 Çarşamba

Kösem Sultan - Haseki Mâh-Peyker Kösem Valide Sultan

Kösem Sultan - Haseki Mâh-Peyker Kösem Valide Sultan

Doğum: 1590, Tinos, Yunanistan (Aslen bir Papaz' ın kızıdır)
Ölüm: 3 Eylül 1651, İstanbul (Perde kordonuyla boğularak)
Eşi: I. Ahmed (e. ?–1617)
Çocukları: İbrahim, IV. Murad, Fatma Sultan, Şehzade Kasım, Ayşe Sultan, Gevherhan Sultan, Şehzade Süleyman
Gerçek Adı: Nastasya
Lakabı: Kösem (Padişah bunu takmıştır. Anlamı Koyun sürüsünün önünde herkesi bir yere sürükleyen en zeki, en becerikli hayvana verilen isimdir.)

Hayatı

IV. Murad ve Sultan İbrâhim’in annesi, vâlide sultan.

Hayatının ilk yılları hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Saraya ne zaman ve nasıl alındığı, ailesinin kimliği bilinmemekle beraber Ortodoks bir papazın kızı olduğu, muhtemelen Bosna taraflarından getirildiği ileri sürülür. Kaynaklarda Kösem adıyla birlikte Mahpeyker adı da geçer. Haremde asıl adının Mahpeyker olduğu, daha çok tanındığı Kösem’in ise lakap olarak kendisine verildiği anlaşılmaktadır. Kösem lakabını Mahpeyker adının anlamından da hareketle pürüzsüz, güzel bir cildi bulunmasından dolayı almış olması kuvvetli bir ihtimaldir. Ayrıca Kösem adının “koyun sürüsü önünde giden koç” mânasına geldiği ve bu bakımdan onun liderlik vasfına işaret ettiği de belirtilir.

Öldürüldüğü sırada altmış iki yaşında olduğu rivayet edildiğine göre 1589’da doğduğu söylenebilir. Saraya geldiğinde güzelliğiyle I. Ahmed’in dikkatini çekmiş ve onun en önde gelen hasekisi olmuştur. Oğlu Murad’ı (IV.) 1021’de (1612) dünyaya getirdiğine göre Kösem’in saraya geliş yılının en geç 1018-1019 (1609-1610) yılları olması gerekir. 1024’te (1615) İbrâhim’in ve ardından Kasım’ın doğumu ile sarayda giderek ön plana çıkmaya başlayan Kösem Sultan’ın I. Ahmed’in ölümcül humma hastalığına tutulması üzerine oğullarına saltanatı hazırlama yolunda çeşitli faaliyetlere giriştiği, bunu sağlamak için I. Ahmed’in vefatından sonra onun Mahfirûz Hatice Sultan’dan doğma oğlu Osman’ın yerine III. Mehmed’in oğlu ve I. Ahmed’in kardeşi Mustafa’yı tahta çıkarttığı, böylece saltanat sisteminde önemli bir değişikliğe yol açmış olduğu ileri sürülür. Kösem Sultan’ın bu olaylardaki rolü hakkında kesin bilgi bulunmamakla birlikte saray çevrelerinde ve kamuoyunda büyük tepkilere yol açan kardeş katli uygulamasının sona erişinde oğullarını koruma amaçlı da olsa nisbî bir payı olduğu açıktır.

Kösem Sultan, I. Mustafa’nın iki saltanatı ile II. Osman’ın padişahlığı döneminde Eski Saray’da altı yıl kadar ikamet etti. Oğlu IV. Murad’ın tahta çıkışı (14 Zilkade 1032 / 9 Eylül 1623) ona arzuladığı gücü sağladı, Eski Saray’dan Topkapı Sarayı’na özel bir törenle gelip vâlide sultan oldu. Murad’ın henüz on iki yaşında bulunması devletin idaresinde onu söz sahibi yaptı. Bu yıllarda yeniçerilere cülûs bahşişi dağıtılması problemi yanında Bağdat’ın elden çıkması, eyaletlerdeki itaatsizlikler, Abaza Mehmed Paşa’nın isyanı, Kazak eş-kıyasının boğaza kadar sokulması, Kırım’daki huzursuzlukların çözüme kavuşturulması gibi konularda devlet erkânıyla birlikte çalıştı. Sultan Murad da annesinin yanında devlet işlerini öğreniyor, idareyi devralmayı planlıyordu. Kösem Sultan ise yetkilerini oğluna bırakmak niyetinde değildi. Fakat Sadrazam Hüsrev Paşa’nın azledilmesinin ardından taşrada ve İstanbul’da gelişen olaylar, Topal Receb Paşa’nın sadâreti elde ederek giriştiği çeşitli manevralar, onun gücünün kırılması ve bizzat idareyi IV. Murad’ın almasıyla sonuçlandı (1041/1631-32). Ancak yine de IV. Murad annesinin sözünü dinliyor ve ondan bütünüyle kopamıyordu.

Nitekim Bursa seyahati sırasında IV. Murad’ın, hakkında bazı şikâyetler bulunan İznik kadısını idam ettirmesi neticesinde ulemâ arasında ortaya çıkan tepkiler üzerine Şeyhülislâm Ahîzâde Hüseyin Efendi, Kösem Sultan’a bir tezkire göndererek oğlunu uyarmasını rica etmiş, ayrıca padişahın tahttan indirilme söylentilerini de ona bildirmiş, Kösem Sultan bütün bu gelişmeleri hemen oğluna iletmişti. Bu ihbar üzerine padişah İstanbul’a gelip hadiseyi hiç soruşturmadan şeyhülislâmı idam ettirdi. Bu olay dolayısıyla oğlunun güvenini kazandığı anlaşılan Kösem Sultan, IV. Murad’ın Revan seferinden başarıyla dönüşünün ardından ayrı anneden kardeşleri olan Bayezid ve Süleyman’ı (Rebîülevvel 1045 / Ağustos 1635), Bağdat Seferi’ne çıkmadan bir süre önce de öz kardeşi Kasım’ı (Şevval 1047 / Şubat 1638) öldürtmesine engel olamadı. Fakat diğer oğlu İbrâhim’i âciz ve zavallı gibi göstererek kurtardığı gibi onun saltanatın tek vârisi olarak tahta çıkmasını da sağladı.

Sultan İbrâhim’in cülûsu Kösem Sultan’ı yeniden eski gücüne kavuşturdu. İbrâhim’in zihnî problemleri onun sorumluluğunu arttırmıştı. Kösem’in ilk işi, Osmanlı tahtının son bulmasını önlemek için İbrâhim’in bir erkek evlât sahibi olmasını sağlayacak tedbirlere yönelmek oldu. Padişaha sunulan câriyeler ve gözdelerin sayısındaki artış önemli ölçüde harcamalara yol açmış, bu kadınlarla birlikte musahipler ve nedimler de devlet işlerine karışmaya başlamıştı. Öte yandan Sultan İbrâhim artan ruhî sıkıntılarının da etkisiyle annesini dinlemez oldu. Hatta gözdelerinin de tesiriyle onu saraydan uzaklaştırdı, İskender Çelebi Bahçesi’nde ikamete mecbur etti. Bir rivayete göre İbrâhim annesini Rodos’a sürmek istemişti.

Bu arada Kösem Sultan’ın IV. Murad’ın kızı Kaya Sultan’ı Silâhdar Mustafa Paşa ile evlendirmek istemesi, Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa ile arasının açılmasına sebep oldu. Çünkü Kara Mustafa Paşa, Silâhdar Mustafa Paşa’yı rakip olarak görüyordu. Kemankeş’in hazinede yapmak istediği ıslahat bazı şikâyetlere yol açmış ve kendisine yeni düşmanlar kazandırmıştı. Sadrazamın yıpranması Kösem Sultan’ın işine geliyordu. Kemankeş’in sonunu hazırlayan bu hadiselerden sonra Sultan İbrâhim’de samur ve amber merakı başladı. Kösem Sultan bu yüzden İbrâhim’in musahibesi Şekerpâre Hatun’u saraydan çıkarmak için büyük gayret sarfetti.

Padişahın çılgınca talepleri gün geçtikçe artıyordu. Kösem dahi bunca yıllık tecrübesine rağmen hayatından endişeliydi. Devlet erkânı ve Yeniçeri Ocağı ileri gelenleri padişahın tahttan indirilmesinin zaruret haline geldiği hususunda fikir birliği içindeydi. Sadrazam Sofu Mehmed Paşa ve Şeyhülislâm Abdürrahim Efendi gibi devlet adamları bu iş için vâlide sultanın rızâsının alınması gerektiğini biliyorlardı. Gelişmeler üzerine saraya dönen Kösem Sultan’a bir heyet gönderilerek hal‘ kararı kendisine tebliğ edildi. Kösem Sultan’ın rızâ göstermesi üzerine başta şeyhülislâm olmak üzere Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Hanefî Mehmed Efendi ve Muslihuddin Ağa ile diğer bazı devlet erkânından oluşan heyet saraya geldi. Bunlar güçlü deliller ileri sürerek Kösem Sultan’ı razı etmeye çalıştılar. Kösem Sultan önce rızâ göstermeyip direndi. Ardından çaresiz kalmış gibi görünerek torunu Mehmed’i hazırlamak üzere harekete geçti (DİA, XXI, 279-280). Bir müddet sonra da torunuyla dönerek cülûs gerçekleşti (8 Ağustos 1648). Bu hal‘ ve cülûsta Kösem Sultan’ın etkili bir rolü olduğunda devrin kaynakları birleşmektedir. Hatta Sultan İbrâhim’in daha sonra kapatıldığı odasında boğdurulmasında onun parmağı olduğu da belirtilir (Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, s. 15-17).

Kösem Sultan için İbrâhim’in saltanatı pek tatmin edici geçmemişti. Zira vâlide sultanlık yetkilerini istediği gibi kullanamamış, Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın idamıyla (1644) başlayan saraydaki huzursuzluklar yüzünden zaman zaman endişeli günler geçirmişti. Torununun yedi yaşında olması, annesi Hatice Turhan Sultan’ın genç ve tecrübesiz bulunması sebebiyle iktidarın kendisinde kalmasını tabii karşılıyordu. Hâlbuki geleneğe göre büyük vâlidenin Eski Saray’a gidip köşesine çekilmesi, Turhan Sultan’ın yetkileri kullanması usuldendi. Kösem Sultan cülûstan sonra böyle görünmüşse de onun samimi olmadığı kısa zamanda anlaşıldı.

IV. Mehmed’in saltanatının ilk yıllarında Kösem Sultan, Yeniçeri Ocağı’na dayanarak devlet işlerine müdahale etmeyi sürdürdü. Bu müdahaleler dolayısıyla Sofu Mehmed Paşa sadâretten azledilerek yerine yeniçeri ağası Kara Murad Paşa getirildi. Murad Paşa’nın sadâretinde diğer ağalarla baş gösteren geçimsizlik ve Kösem Sultan’ın her konuyu Bektaş Ağa ile konuşması sıkıntılara sebep oldu. Öte yandan Turhan Sultan da padişah annesi olarak devlet işlerine müdahaleye başladı. O da saray ağalarına dayanıp bir denge kurmayı başarmıştı. Bu karışık ortamda Kara Murad Paşa fazla dayanamayarak istifa etti. Yeni sadrazam Melek Ahmed Paşa’nın bütçe açığını kapatmak için aldığı tedbirler İstanbul’da esnaf ve halkın ayaklanmasına sebep oldu. Saraya yürüyen halk ağaların idamını talep etti. Buna yanaşmayan Kösem Sultan halka rağmen ağaları korudu, yine düzenin ağalar sayesinde ayakta kalabildiğini düşünüyordu. Böylece Kösem Sultan’ın ağalar nezdinde itibarı artmış, Turhan Sultan karşısında güçlenmişti. Yıldızı parlamaya başlayan Köprülü Mehmed Paşa da Kösem Sultan’ı destekleyenlerin safına katıldı. Diğer taraftan Turhan Sultan saray ağalarıyla gizliden gizliye büyük vâlide aleyhinde çalışmalarını yürütüyordu (Naîmâ, V, 106 vd.).

Bu sırada yanındaki kuvvetlerle İstanbul’a doğru ilerleyen âsi reisi İpşir Mustafa Paşa, Kösem Sultan ile ocak ağaları için tehlike arz ediyordu. Bunun üzerine Kösem Sultan ve ekibi, ellerini çabuk tutup padişahı tahttan indirmeye ve Turhan Sultan’ı ortadan kaldırmaya karar verdiler. Tahta, safdil bir kadın olan Dilâşûb Sultan’dan doğma Mehmed’in kardeşi Süleyman’ı çıkarmayı planladılar. Böylece büyük vâlide rahat bir şekilde hâkimiyetini devam ettirebilecekti. Kösem Sultan, ocak ağalarına gizlice mektuplar göndererek Turhan Sultan taraftarı dört harem ağasının öldürülmesine yardımcı olmalarını istedi (Kâtib Çelebi, II, 376). Kararlaştırılan gece ağalar, adamları ile birlikte gizlice saraya inip Turhan Sultan ile adamlarını bertaraf ettikten sonra IV. Mehmed’e de zehirli şerbet içirilecekti. Ancak iki vâlide ile de temasta bulunan Melekî Kadın, Turhan Sultan’ı uyarınca durum Kösem aleyhine döndü. Turhan Sultan Kösem’i öldürtmek üzere faaliyete geçti. Bu iş için Başlala Uzun Süleyman Ağa’yı görevlendirdi. Süleyman Ağa ve adamları Kösem Sultan’ı Harem’deki odaların birinde dolap üzerinde bulup öldürdüler (16-17 Ramazan 1061 / 2-3 Eylül 1651). Karışıklığı haber alıp saraya gelen Kösem taraftarı Sadrazam Siyavuş Paşa durumu anlayıp uzaklaştı. Kösem Sultan’ın cenazesi Eski Saray’a götürüldü, gerekli işlemler yapılarak Sultan Ahmed Camii hazîresindeki zevci I. Ahmed’in yanına defnedildi (Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, s. 118-119).

Kösem Sultan’ın feci âkıbeti devlet işlerine müdahaleleri eksik olmayan ocak ağalarının da sonu oldu. Sadrazam Siyavuş Paşa aldığı tedbirlerle bu işi çabuklaştırdı. Kösem’in ölümünden sonra Uzun Süleyman Ağa’nın itibar kazanması üzerine onun da nüfuzunu kırmaya çalıştı. Kösem Sultan’ın hizmetinde bulunan kızlar Eski Saray’a nakledildi. Vâlidenin malından her birine 10.000’er akçe para ile ikişer sandık eşya verilerek uygun kimselerle evlendirildi.

Kaynaklarda “vâlide-i muazzama, koca vâlide, ümmü’l-mü’minîn, sâhibetü’l-makām, mehd-i ulyâ, vâlide-i atîka, vâlide-i kebîre” olarak da anılan Kösem Sultan (Kâtib Çelebi, II, 367, 376; Vecîhî Hasan, vr. 44b; Naîmâ, IV, 276, 290, 315, 450; V, 108), IV. Murad ile Sultan İbrâhim döneminde ve IV. Mehmed devri başlarında saray hayatında ön plana çıkmış, birçok hadisenin müsebbibi olarak kaynaklarda itham edilmiştir. Bununla beraber saltanat makamının karşı karşıya kaldığı türlü badirelerin iyi veya kötü atlatılmasında pay sahibi olarak bir devre damgasını vurmuştur.

Çağdaş tarihçi Şârihulmenârzâde’den naklen Naîmâ (Târih, V, 112) Kösem Sultan’ın gelirinin çok olduğuna temas ederek Menemen, Zile, Gazze, Kilis ve İzdin’de haslarının bulunduğunu, bunlardan yılda 250.000 riyal gelir toplandığını belirtir. Karaçelebizâde ise bu miktarı 300.000 kuruş göstererek onun zenginliğini ifade etmiştir. Livadya ve köylerinden, ayrıca İstanbul, Galata ve Üsküdar’da sonradan gelip yerleşen halktan toplanan vergilerden gelirleri de vardı (BA, Muhasebe Evkaf Defteri, nr. 5493). Terekesinden 2700 adet kıymetli şal çıkmıştır. Vakfettiği Büyük Vâlide Hanı’nda sakladığı yirmi sandık filorini ve mücevheratı devlet hazinesine aktarılmıştır. Kösem Sultan’ın bu gelirleri cömertçe dağıttığı bilinmektedir. Hatta bizzat hapishanelere gider, borçluların borçlarını ödeyerek onları kurtarırdı. Onun “sâdât ulûfesi” adıyla tesis ettiği hayır işinden 200 fakir yararlanıyordu. Hizmetindeki kızları bir müddet çalıştırdıktan sonra çeyizini düzüp uygun kimselerle evlendirirdi. İnşa ettirdiği hayır eserlerinin başında 1640’ta tamamlanan Üsküdar’daki Çinili Cami gelir. Bu camiye ilâve olarak mektep, çeşme, dârülhadis, çifte hamam, 1623’te tamamlanan Anadolukavağı Mescidi, Çinili Cami civarında çeşme, Şehremini’nde çeşme, Yenikapı’da çeşme, 1645’te tamamlanan Beşiktaş’ta çeşme, sûfiye ricâlinden Abdülmecid Şeyhî Efendi’nin Eyüp’teki türbesi hayratı arasında bulunmaktadır. Kösem Sultan hac yolundaki hacıların su ihtiyacının mümkün mertebe giderilmesi, Haremeyn’de fakirlere yardım edilmesi ve burada Kur’an okutulması için de bir vakıf tesis etmiştir. Bu vakıf 6000 sikke-i haseneye bâliğ olup nâzırı Dârüssaâde ağası idi. Kösem, İstanbul’da Çakmakçılar Yokuşu’nda yüksek bir kulesi bulunan Büyük Vâlide Hanı’nı da inşa ettirmiştir. Vâlide Sultan’ın Eğriboz, Midilli ve Kıbrıs dahil bazı yerlerde daha vakıfları vardı. Hayatı, yerli ve yabancı yazarlarca kaleme alınmış, çoğu gerçek dışı olaylarla dolu, tarihî romanlara da konu olmuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

TSMA, nr. E. 1118; nr. E. 5222/2 (IV. Murad’ın Kösem Sultan’a verdiği mülknâme); nr. D. 3831 (İskenderun’daki hasları defteri); BA, Muhasebe Evkaf Defteri, nr. 5493; Kâtib Çelebi, Fezleke, II, 38, 160, 220, 309, 367, 376; Solakzâde, Târih, TSMK, III. Ahmed, nr. 3078, vr. 462a-b, 476b-477a; Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Zeyl-i Ravzatü’l-ebrâr (haz. Nevzat Kaya, doktora tezi, 1990), İÜ Ed. Fak. Genel Kitaplık, nr. TE 81, s. 3-5,12-18, 32, 33, 41, 70, 73, 91, 99, 100, 103, 104, 105, 113, 115, 118-119, 120, 123, 124, 162-163; Mehmed Halîfe, Târîh-i Gılmânî, İstanbul 1340, s. 21-22; Vecîhî Hasan, Târih, İÜ Ktp., TY, nr. 2543, vr. 29b, 32b, 44b, 45a; Rycaut, Histoire de l’état présent de l’Empire ottoman (trc. Briot), Paris 1670, IV. bl.; Naîmâ, Târih, II, 262; III, 67 vd., 183, 290, 426; IV, 222, 276, 290, 314-315, 317, 318, 319, 322, 395, 415, 418, 450; V, 11, 15, 29, 48, 70, 101, 102, 106-121, 134, 137, 150, 154, 155, 164, 229, 336, 338, 341; VI, 407; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 215-216, 218; II, 183, 184-186; a.mlf., Mecmûa-i Tevârîh (haz. Fahri Ç. Derin - Vâhid Çabuk), İstanbul 1985, s. 235, 282; Hammer (Atâ Bey), VIII, 186; IX, 9, 71, 92, 103, 104, 129, 173, 264, 287, 291, 295, 306, 309; X, 5-7, 24, 97, 101, 104, 105, 109, 124, 131, 134, 142, 144-146, 152, 157, 158, 163-169, 171, 178-201; Mehmed Râif, Mir’ât-ı İstanbul, İstanbul 1314, s. 130-131; Ahmed Refik [Altınay], Kadınlar Saltanatı, İstanbul 1332/1923, II-IV, tür.yer.; a.mlf., Samur Devri, İstanbul 1927, tür.yer.; İbrahim Hilmi Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, İstanbul 1943-45, I, 23, 74, 78; II, 266; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, bk. İndeks; III/2, s. 401, 553, 588; a.mlf., Saray Teşkilâtı, s. 48, 93, 96, 141, 156, 157; Danişmend, Kronoloji, III, 257, 263, 266, 270, 301, 302, 325, 354, 409, 412, 416, 417; R. Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul (trc. Mehmet Ali Kılıçbay - Enver Özcan), Ankara 1990, I, 78-79, 102, 234; M. Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Ankara 1992, s. 47, 48-49, 50, 57, 58, 60, 62; a.mlf., Harem, Ankara 2001, II, 33, 35, 42, 49, 56, 62, 63, 65, 87, 92, 122; L. P. Peirce, Harem-i Hümayun: Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar (trc. Ayşe Berktay), İstanbul 1996, tür.yer.; İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul 1998, s. 69-76; Mücteba İlgürel, “Kösem Sultan’ın Bir Vakfiyesi”, TD, sy. 21 (1966), s. 83-94; M. Cavid Baysun, “Kösem Sultan”, İA, VI, 915-923; a.mlf., “Murad IV”, a.e., VIII, 625-647; a.mlf., “Kösem Wālide”, EI² (İng.), V, 272-273; Feridun Emecen, “İbrâhim”, DİA, XXI, 279-280.

Kendi çocuğunun öldürülmesinde başroldedir. Ama binlerce kişiyi doyuran, borçluları hapisten kurtaran da odur. Kösem Sultan’ı, onun soyundan gelen hanedan üyeleri dâhil herkes yargılar ama bunu yaparken dikkatli olmalı

Osmanlı tarihinin en ilginç portrelerinden biridir ve hiç şüphesiz Harem’de kadın hâkimiyetinin sembolü haline getirilmiştir. Kösem’in uzun hayatı ve iktidarı tarihçi Ahmet Refik’in “Kadınlar Saltanatı” adlı çok okunan ve vakayinamelere dayanan çekici üsluplu kitabından sonra Osmanlı tarihçiliği için bir genelleme haline getirilmiştir. Başka yazılan eserlere kimse fazla dikkat etmemektedir.

Kösem Sultan’ın nerede doğduğu ve hangi aileden geldiği tartışılıyor. Hanedanda mavi kanlı prenseslerin gelin gelme âdeti terk edildiğinden beri bu bir ortak yöndür. Padişahı cezbeden genç ve zeki kızların köken kayıtları titizlikle tutulmuş değildir, doğrusu kimse de fazla ilgilenmez. Hürrem için Galiçyalı papaz kızı deniyor. Başka iddia da ileri sürülebilir.

Alımlı ve zekiydi, buluğ çağındaki I. Ahmed’i etkiledi

Asıl olan bu gelen zeki ve güzel kızın Harem’de alacağı eğitim, Müslümanlığı benimsemesi ve Türk dilini kullanmasıdır. Türkçe öğrenemeyen bir kadının, ne valide sultanı ne de oğlu padişahı etkilemesi mümkün değildir. Kaldı ki Osmanlı hareminde okuma-yazma düzeyi fevkalade yüksektir. Çok kabiliyetsizlerin dışında göze batan ve padişahın etrafında olanların veya dışarıda iyi adaylarla evlendirilenlerin (çırak edilenlerin) ümmi olmamaları düşünülemez.

Kösem Sultan da Bosnalı veya Yunan adalarından gelmiştir denir; papazın kızı diyenler de var. Belli değildir; alımlı ve zeki olduğu açık. Adeta çocuk padişah denecek buluğ çağındaki  I. Ahmed’i etkiledi. Kendisi de çok gençti.  I. Ahmed Osmanlı tarihinin tasavvuf ve din kültürüne hakkıyla sahip padişahlarındandır. Yaşından beklenilmeyecek ölçüde devlet işlerine aklı eren, bilge bir kişilikti. Kösem böyle bir genci etkileyebilmiştir. İkisinin aşkını tarihçi Reşad Ekrem’den başka tasvir edecek bir kalem çıkmadı.

Çiftin tasavvufla olan yakın ilgileri o dönemin meşhur mutasavvıfı, dergâhı bugünkü gibi Üsküdar’da bulunan şeyh Aziz Mahmud Hüdai’nin feyz ve irşadına yönelmelerini sağladı. İstanbul’un ilginç bir dönemiydi, genç padişah Sultanahmet Camii’ni yaptırdı. Tatlı yıllar çabuk bitti; genç padişahın ölümüyle evvela hakikaten deli olan I. Mustafa, ardından tarihimizin talihsiz reformatörü II. Osman’ın (Genç) taht yılları boyunca genç dul Kösem Mahpeyker Bayezid’deki eski saraya kapandı, daha doğrusu kapatıldı.

Kanlı bir isyan ve ardından I. Mustafa’nın ikinci kere ha’l edilmesiyle Kösem’in oğlu Murad tahta çıktı. Padişah güçlü kuvvetliydi, zekiydi, yetenekliydi ama çocuktu. Kösem ise henüz 30’unda bir valide sultan olarak Topkapı Sarayı’na avdet etti. Sıkıntılı yıllarında muhtemelen bir daha eski saraya dönmemeye yemin etmişti. Üç kıtadaki devletin her köşesinde anarşi ve isyan vardı. Merkez bürokrasisi ise askeri kanatla birlikte çıkar gruplarına ayrılmıştı. Kösem yapabileceğinin en doğrusunu yaptı, askeri elde tuttu.

Murad 20 yaşında aslan kesildi, yarattığı terör herkesi sindirdi

Genç padişah ise yeniçerilerin ayaklanmalarında bizar olmuştu. Hele bu ayaklanmalar sırasında en sevdiği devlet adamları ve nedimleri onlar tarafından paralanmıştı. 20 yaşına erince birden aslan kesildi. Yarattığı terör herkesi sindirdi. Bu terör havası içinde Anadolu isyanları bastırıldı, İranlıların eline düşen Bağdat ve Irak kıtası yeniden fethedildi, gene onların elinde olan Revan yani Ermenistan da imparatorluğa katıldı. Genç mareşal 28 yaşında ölene kadar anasını bir köşeye iteledi ve devlet işlerine karıştırtmadı.

Kösem iktidarın tadına varmıştı, daha doğrusu iktidarsız yaşayamayacağını anlamıştı, oğlu Sultan İbrahim’in Harem’e kapanması işine geldi ama deli denen padişah hiç de deli değildi; bir müddet sonra bazı devlet adamlarının telkiniyle Kösem gene geri plana itildi ve nihayet İbrahim’in ha’l edilmesi sırasında en meşum rolü oynadı. Onu hapsettikleri hücrenin kapısına vurulan kilide kurşun akıttırdı, bir daha açılmasın diye. Katline fetva verilişini seyretti.

Bu idama kadar olaylar nasıl gelişti? Değerlendirmesini yapmak çok zor. Kösem Sultan’ı yargılayanlar sadece sıradan insanlar veya tarihçiler değildir, onun soyundan yürüyen hanedanın üyeleri de vardır. Oysa bu gibi olayları değerlendirmek ve nedenini aramak bir cemiyeti ve zamanı kaleme almak için kaçınılmazdır.

O ölünce İstanbul’da 10 bin kişi aç kaldı

Kösem torunu IV. Mehmed’in çocuk yaşta padişah olması üzerine bu sefer büyük valide unvanını aldı. Kendini tehlikede gördü, çocuk padişaha karşı tertiplenen iki suikast teşebbüsünde de parmağı olduğu söylendi ve bir saray ayaklanmasında boğuldu. Tarihte ilk defa olarak bizzat Harem’in içine kadar giren bir zülüflü baltacı Kuşçu Mehmet onu bir yüklük dolabında bulup kement ile boğmuştu.

İktidar Hatice Tarhan Sultan’ındı. Tarhan Sultan saray hayatındaki köşesine çekileceği Eminönü’ndeki Yeni Cami gibi hayır eserlerini yaptıracağı bir dönemin özlemiyle birkaç sadrazamı denedikten sonra Köprülü Mehmet Paşa’yı buldu. Paşa okuma yazma bilmezdi, yeniçerilikten gelmeydi ama devlet işlerinden çok iyi anladığı görüldü. Acımazsızca düzeni sağladı. Bu restorasyonun düzenli sonuçları II. Viyana Kuşatması’na yani 1683 felaketine kadar devam etti. Osmanlı tarihinde Çandarlılardan sonra bir Köprülüler vezir ailesi döneminden bahsedilir.

1651 yılının 3 Eylül’ünde Kösem Sultan’ın boğulduğu gecenin gününde İstanbul’da
10 bin kişinin aç kaldığı söylenir. Kurduğu imaretler şehrin fukarasını besliyordu, fakir kızları o besliyor ve evlendirip çeyizlerini düzüyordu, hapishanelerdeki borçluları o kurtarıyordu. Halk Kösem’in yok edilişine çok üzüldü. Geriye Üsküdar’da Çinili Cami denen mütevazı ve güzel külliyesi, şehrin merkezindeki Valide Hanı gibi muhteşem eserler kaldı. “Kadınlar Saltanatı” denen döneminin de ömrü bu kadardır.

Kadın tesiri abartılıyor

Aşağı yukarı her milletin tarihinde iktidara karışan hükümdar yakınları, hatta bizzat iktidarı kullananlar vardır. Rusya tarihinde Naibe Sofya, Fransa tarihinde Katrin de Medici, Roma tarihinde Livia ve Agrippina gibi... Kösem Sultan üstelik devlet çocuk padişahlara kaldığı zaman, resmen naibe-i saltanat olduğu için bu hâkimiyeti ele geçirmiş sayılır. Bir bakıma yeniçeriler ve tüm kapıkulu ocaklarıyla cömert ödemelere dayalı etkili bir ilişki kurduğu için sınırlarda İran ve Avusturya’nın, içeride de Celali isyanlarının karışıklıklar yarattığı bir dönemde çocuk padişahların yaratacağı mahzurları bu yolla önlemiş sayılabilir.

Kendisinden sonra gelini, Sultan İbrahim’in de hasekisi olan Hatice Tarhan Sultan devlet üzerindeki naibelik sıfatını ve onun getireceği iktidarı kudretli sadrazamlara devretmeyi tercih etmiş ve Köprülü Mehmet Paşa’nın sadareti ile bu gayesine ulaşınca kenara çekilmiştir. Bundan sonra Osmanlı tarihinde kadın tesiri önemli bir politik etken sayılmamalıdır.

Kösem’den evvel hanedanın büyükannesi sayılan (zira hanedan soyca Kanuni Süleyman ve Hürrem Sultan’ın çocuklarından yürümüştür) Hürrem Sultan’ın etkisinden söz edilir. Olaylarda Hürrem’in padişah üzerindeki siyasi etkisi tarihçiler tarafından abartılmaktadır. Ümmühan Sultan ve Safiye Sultan gibi 16. yüzyılın ünlü sultanlarından ise siyasi iktidar sahipleri olarak değil, daha çok adam kayırmacılık ve rüşvet mekanizmasından söz etmek mümkündür.

Kadınlar saltanatı

Kadınlar saltanatı (Osmanlıca: قادينلر سلطنتي), Osmanlı İmparatorluğu'nda Haseki Sultan'ların veya Valide Sultan'ların (hatta Mihrimah Sultan örneğinde görüldüğü gibi, bir padişah kızının) devlet yönetimine müdahale ettikleri, hatta zaman zaman bizzat devleti yönettikleri dönem olarak bilinir[1]. Dönem büyük ölçüde Osmanlı İmparatorluğu'nun duraklama dönemine denk gelir. Kanuni Sultan Süleyman’ın yaşlılık döneminde 1540 civarı başlamış, 1656 yılında Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazam oluşuna kadar devam etmiştir[2].

İçindekiler

1 Kavramın anlamı
2 Osmanlı tarihinin kadın sultanları
3 Kadınlar saltanatının güçlü sultanları
3.1 Hürrem Sultanın saltanatı (1534-1558)
3.2 Mihrimah Sultanın saltanatı (1558-1578)
3.3 Nurbanu Sultanın saltanatı (1578-1583)
3.4 Safiye Sultanın saltanatı (1583-1604)
3.5 Kösem Sultanın saltanatı (1623-1651)
3.6 Turhan Sultanın saltanatı (1651-1656)
4 Dönemin sona ermesinin nedenleri
5 Ayrıca bakınız
6 Kaynaklar
7 Diğer kaynaklar

Kavramın anlamı

Kadınlar saltanatı kavramının ilk olarak Osmanlı tarihçisi Ahmet Refik Altınay tarafından 1916 yılında aynı ad altında yayınlanmış kitabında kullanıldığını görüyoruz[3]. Leslie Pierce İngilizce aslını 1993 yılında yayınladığı Harem-i Hümayun: Osmanlı İmparatorluğu'nda Hükümranlık ve Kadınlar adlı kitabında Kadınlar Saltanatı kavramını benimsemekte, ancak bu konuda birçok yanlış anlaşılmaların mevcut olduğuna işaret etmektedir[4]. Bu yanlış anlaşılmalardan biri, kökleri çok eskilere dayanan bir inanç olup, devlet yönetimine kadınların karışmasının Osmanlı Devleti'ne zarar verdiği düşüncesidir. Leslie Pierce, kitabında şeyhülislam Sunullah Efendi'nin daha 1599 yılında kadınların devlet işlerine karışmasından şikâyetçi olduğunu yazar. O zamandan beri giderek Osmanlı İmparatorluğu'nun Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra başlayan duraklama ve gerileme süreçlerine kadınların devlet işlerine karışmasının neden olduğu görüşü yaygınlaşmış ve kadınlar saltanatı dönemi halk ve tarihçiler arasında olumsuz bir şekilde algılanmaya başlamıştır. Ancak kadınlar saltanatının 1656 yılında sona ermesine karşılık Osmanlı Devleti'nin çöküşünün yavaşlamadığı, tam tersine hız kazandığı da gerçektir. Nitekim Leslie Pierce ve İlber Ortaylı dâhil birçok Osmanlı tarihçileri, Osmanlı Devleti'nin asıl zayıflama döneminin 1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması'nın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra başladığına inanmakta[1], dolayısıyla kadınlar saltanatının Osmanlı Devleti'nin çökmesinden sorumlu tutulamayacağına işaret etmektedirler.

Günümüzde kadınlar saltanatı (ya da batı dillerinde bilinen biçimiyle Sultanate of Women veya Reign of Women) kavramı tarihçiler tarafından 1550-1656 yılları arasındaki bu dönemi, kadınların Osmanlı Devleti'ni bizzat yönettikleri anlamında olmasa bile, kadınların diğer dönemlere kıyasla Osmanlı devlet yönetiminde daha fazla bir güce sahip olduğu bir dönem anlamında kullanılmaktadır. Zaman zaman bu güç mutlak bir güce yaklaşmış ancak hiçbir zaman Rusya İmparatorluğu'ndaki II.Katerina veya Britanya İmparatorluğu'ndaki I. Elizabeth gibi resmi bir nitelik kazanmamıştır.

Osmanlı tarihinin kadın sultanları

Bütün dünya monarşilerde olduğu gibi Osmanlı Devleti'nde de hanedan üyesi kadınlar her zaman için hükümdarın devlet yönetimde aldığı kararları etkilemekten geri kalmamışlardır. Ancak Osmanlı Devleti'nin diğer monarşilerden farkı, padişahların eşlerini cariyeler arasından seçmeleri ve resmi nikâh yapmaktan kaçınmalarıydı[5]. Bu kural özellikle yükselme döneminde yerleşmiş, padişah eşlerinin ve ailelerinin, padişahı etkilemesini önlemeleri amacıyla getirilmişti.

Kanuni Sultan Süleyman ilk defa Hürrem Sultan'la resmi nikâh yaparak bu kuralı bozmuş ve kadınlar saltanatının yolunu açmıştır. Kadınlar saltanatı, böylece Haseki Sultan'ın yani padişahın en gözde eşinin güç kazandığı bir dönem olarak başlamış, Nurbanu Sultan ve Safiye Sultan dönemlerinde güç Haseki Sultan'dan Valide Sultan'a yani padişahın annesine geçmiştir. İki padişahın (IV. Murat ve İbrahim) annesi olan ve torunu IV. Mehmet'in hükümdarlığında dahi gücünü koruyan Kösem Sultan'ın dönemi, kadınlar saltanatının zirveye ulaştığı dönem olarak kabul edilir. Özellikle oğullarının ve torununun küçük yaşta olduğu dönemlerde naiplik görevini üstlenerek devleti bizzat yönetmiştir. Ancak kadınlar saltanatı zirveye ulaştıktan kısa bir süre sonra Kösem Sultan'ın öldürülmesiyle sona ermiş, dönemin Valide Sultanı Turhan Sultan eline geçirdiği gücü kullanmayarak geri plana çekilmeye karar vermiş, 1656 yılında Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazam olmasını destekleyerek bilinçli bir kararla yönetimi diğer devlet adamlarına bırakmıştır[6].

Kadınlar saltanatının sona ermesi kadınların Osmanlı Devleti'nin yönetimi üzerindeki etkilerinin tamamen sona erdiği anlamına gelmez. Valide Sultanlık Osmanlı Devleti'nin son yıllarına kadar önemini korumuş olan önemli bir kurumdur. Valide Sultanlar her zaman için padişah olan oğullarını devlet işlerinde etkilemeye devam etmişler, ayrıca cami, hastane inşaatı, hayır işleri konusunda büyük bir bütçeye ve karar yetkisine sahip olmuşlardır. Örneğin son dönem Valide Sultanlarından Bezmialem Sultan ve Pertevniyal Sultan devletin birçok mimari projelerinin arkasında yer almışlardır. Ancak kadınlar saltanatı dönemine kıyasla aradaki fark, Kösem Sultan'dan sonraki Valide Sultan'ların iç ve dış siyaset konularına doğrudan doğruya karışmaktan sakınmış olmalarıdır.

Kadınlar saltanatının güçlü sultanları

Haseki Hürrem Sultan

Hürrem Sultanın saltanatı (1534-1558)

Hürrem Sultan Osmanlı tarihinde bir padişahla resmi nikâhla evlenmiş ilk Haseki Sultan (padişahın en gözde eşi) olma özelliğini taşımaktadır. Bu evlilik Kanuni Sultan Süleyman'ın daha önceki nikâhsız eşi olan Mahidevran Sultan'ın etkisinin azalmasına neden olmuştur. Ancak Mahidevran Sultan yeniçeriler tarafından çok sevilen ve geleceğin padişahı gözüyle bakılan Şehzade Mustafa'nın annesi olarak hala müstakbel Valide Sultan durumundaydı. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman'ın sadrazamı olan İbrahim Paşa da padişaha kardeş kadar yakın ve güçlü bir devlet adamıydı. İbrahim Paşa'nın 1536 yılında, Şehzade Mustafa'nın ise 1553 yılında [7] Kanuni'nin emriyle öldürülmelerinden sonra Hürrem Sultan büyük bir güç kazandı. Birçok tarihçi Kanuni’nin 1553 yılında Şehzade Mustafa’yı öldürtmesini Hürrem Sultan’ın etkisine bağlarlar.[8] Bu sayede Hürrem Sultan'ın oğlu II. Selim’e padişahlık yolu açılmış oldu.

Mihrimah Sultanın saltanatı (1558-1578)

Kanuni Sultan Süleyman'ın Hürrem Sultan'dan olan kızı Mihrimah Sultan da olgun bir yaşa geldikten sonra annesiyle birlikte büyük bir güç kazanmış, sadrazam olan eşi Rüstem Paşa'yla birlikte imparatorluğun en güçlü kişilerinden biri haline gelmiştir. Hem Hürrem Sultan'ın, hem de Mihrimah Sultan'ın Osmanlı İmparatorluğu'nun Lehistan Krallığı'yla barış içerisinde olmasını sağlamasında paylarının büyük olduğu ileri sürülmektedir[9]. Her iki sultanın da Lehistan Kralı II. Zygmunt'un tahta geçmesini kutlamak için yolladıkları mektuplar Polonya Devlet Arşivlerinde muhafaza edilmektedir[10].

Nitekim Mihrimah Sultan o kadar zengindi ve devlet işleriyle o kadar ilgiliydi ki, babası Kanuni Sultan Süleyman'ı Malta Seferi'ne çıkmaya ikna etmek için kendi cebinden ödeyeceği paralarla 400 gemi yaptıracağına söz vermişti[11]. Mihrimah Sultan'ın gücü anne ve babasının ölümünden sonra da devam etti. Ölene kadar padişah kardeşi II. Selim'in en yakın danışmanlarından biri olarak kaldı.

Nurbanu Sultanın saltanatı (1578-1583)

Mihrimah Sultan'ın ölümünden sonra bu sefer de II. Selim’in Venedikli eşi Nurbanu Sultan güç kazandı. Eşinin padişahlığı dönemindeki etkisi oğlu III. Murat’ın döneminde daha da artmıştır. Avrupa ile ilgilenmiş, Venedik Cumhuriyeti'yle Yahudi asıllı kirası (sekreteri) Ester Handali aracılığıyla hediye alışverişinde bulunmuş[12]., Fransız kraliçesi Catherine de Medici ile mektuplaşmıştır[13]Oğlunun padişahlığı döneminde, Venedik taraflısı bir politika izlemiş ve Venedik’le uzunca bir barış dönemi yaşanmasını sağlamıştır[12].

Safiye Sultanın saltanatı (1583-1604)

III. Murat’ın eşi Safiye Sultan eşinin padişahlığının ilk yıllarında kayınvalidesi Nurbanu Sultan ve kizları Esmehan Sultan ve Gevherhan Sultan ile iktidar mücadelesi yaşamış. 1583'da Nurbanu Sultan’ın ölümünden sonra eşi üzerindeki etkinliği sayesinde büyük güç kazanmıştır. Safiye Sultan’ın etkisi oğlu III. Mehmet’in döneminde de devam etmiştir. Eşi ve oğlunun padişahlıkları döneminde sadrazamların sık değiştirilmesinden sorumlu olduğu öne sürülür. Safiye Sultan'ın kayınvalidesi Nurbanu Sultan gibi Venedik yanlısı bir politika izlediği iddia edilir. O da kayınvalidesi gibi Avrupa ile ilgilenmiş, hatta İngiltere kraliçesi I. Elizabeth ile mektuplaşmıştır. I. Elizabeth Safiye Sultan’a süslü bir araba hediye etmiş[14] ve Safiye Sultan da bu araba ile İstanbul’da o zaman için hiç alışılmadık şekilde gezmeğe başlamıştır. Safiye Sultan yurt içindeki ve yurt dışındaki saray dışı ilişkilerini Yahudi asıllı kirası (sekreteri) olan Esperanza Malchi aracılığıyla yürütmüştür. Esperanza Malchi, Safiye Sultan'a verdiği hizmetlerden dolayı çok büyük bir servete ulaşmış, bunu çekemeyen yeniçerilerin başlattığı bir ayaklanma sonucu 1600 yılında öldürülmüştür[5]. Şehzade Mahmut ve annesi, Safiye Sultan'ın iktidarının geleceğini tehdit ediyorlardı. Bu yüzden gelininin ve torununun ortadan kalkması gerekiyordu. Oğlu III. Mehmed'i dolduran Safiye Sultan amacına ulaştı. Şehzade Mahmut 1603'da sessizce sarayda boğduruldu. Annesi ise sürgün edildi.

Haseki Mâh-Peyker Kösem Valide Sultan
Kösem Sultanın saltanatı (1623-1651)

III. Mehmet'in ölümünden sonra padişah olan I. Ahmet, babaannesi Safiye Sultan’ı 1604'de Eski Saray’a göndererek politikaya karışmasına engel olmuştur. Safiye Sultan da I. Ahmet'in tahta çıkışından kısa bir süre sonra ölmüştür. I. Ahmet’in nikâhlı eşi Kösem Sultan, eşinin padişahlığı döneminde sarayda fazla etkili değildi. Ancak eşinin ölümünden sonra politikaya karışmaya başladı. Daha sonra tahta çıkacak olan IV. Murat ve İbrahim'in annesiydi. Fakat eşinin başka bir kadından doğmuş bir oğlu olan II. Osman daha önce tahta çıkınca Eski Saray’a gönderildi. Kendi çocukları padişah olunca yeniden saraya dönüp kısa zamanda büyük bir otorite sahibi oldu. 11 yaşında tahta geçen oğlu IV. Murat’ın çocukluk dönemindeki naiplik görevi ile daha sonra diğer oğlu İbrahim’in yönetimdeki zayıflığı, Kösem Sultan’ı imparatorluğun en önemli yöneticilerinden biri haline getirdi.[15] Daha sonra 6 yaşında padişah olan torunu IV. Mehmet döneminde de gücünü korudu.

Tarhan Sultanın saltanatı (1651-1656)

Ancak bu dönemde yeni bir rakibi vardı. O da IV. Mehmet’in annesi olan Tarhan Sultan'dı[16]. Kösem Sultan, Tarhan Sultan’ın gücünü kırmak için IV. Mehmet’i tahtan indirmeyi planladı. Fakat durumu öğrenen Tarhan Sultan taraftarlarınca öldürüldü. Mücadeleyi kazanan Tarhan Sultan naip oldu. Ancak ülkeyi doğrudan yönetmeyip, birkaç sadrazam değiştirdikten sonra 1656 yılında görevi Köprülü Mehmet Paşa’ya verdi.[17] Bu tarih kadınlar saltanatının sona erdiği tarih olarak kabul edilir.

Dönemin sona ermesinin nedenleri

Kadın sultanların oğullarının iktidar mücadelesinde rol oynamaları ilk zamanlarda sadece iktidar mücadelesi değil, aynı zamanda can mücadelesiydi. I. Ahmet dönemine kadar yürürlükte olan Fatih Kanunnamesi'ne göre, tahta geçen padişahlar kardeşlerini öldürdükleri için iktidar mücadelesini kaybedenler canlarını da kaybediyorlardı[18]. O yüzden de Hürrem Sultan örneğinde görüldüğü gibi, bir Haseki Sultan'ın oğlunu padişah yapmak için karıştığı olaylar, oğullarının yaşam mücadelesinin bir parçasıydı. Nitekim I. Ahmet döneminde Fatih Kanunnamesi'nin kaldırılmasından sonra kadınlar saltanatı, küçük yaşta tahta geçmiş padişahlar nedeniyle Kösem Sultan döneminde bir süre daha devam etmiş, ancak bundan sonra sona ermiştir.

Bazı örneklerde yaşam içgüdüsünün yanı sıra anayurtlarıyla bağlantılarını sürdüren Nurbanu Sultan gibi bazı sultanların kendi anayurtlarının çıkarlarını savunmak için devlet işlerine karıştıkları da görülmüştür[19].

Kadınlar saltanatının sona ermesinin bir nedeni de Köprülü ailesiyle başlayan bir dizi yetenekli sadrazamın işbaşına geçmesi, padişahların savaşa gitmek dâhil devlet işlerini büyük ölçüde diğer devlet adamlarına devretmeye başlamasıydı. Böylece güç bir ölçüde Topkapı Sarayı'ndan Bab-ı Ali'ye geçmiş oluyor, sadece kadın sultanların değil, padişahların da sorumlulukları azalmış oluyordu.