17 Ağustos 2017 Perşembe

MİZANA UYGUN NAMAZ VAKİTLERİ

Farz namazlardan dördü, Güneşin tepeden batıya kaydığı vakitten akşam alacakaranlığının sonuna kadar, biri de sabah alacakaranlığının son bölümünde kılınır.

“Namazı, güneşin zevalinden (batıya kaymasından) gecenin karanlığı bastırıncaya kadar, bir de şafak ışıklarının toplaştığı sırada kıl. Şafaktaki toplaşma gözle görülür.” (İsra 17/78)

Farz namazların ikisi gündüzün, üçü de gece kılınır.

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin zülefinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, bilenler için doğru bilgidir.” (Hûd, 11/114)



Arapçada bir şeyin bölümüne taraf (طرف)denir. Yukarıdaki âyete göre gündüzün namaz kılmanın farz kılındığı ilk vakit, Güneşin batıya kaydığı öğle vaktidir. İkincisi, gece başlamadan kılınacağı için ikindi vaktinden başkası olamaz.



Zülef (زلف) ise yakınlık anlamına gelen zülfe (زلفة)’nin çoğuludur. Arapçada çoğul, en az üçü gösterdiğinden gecenin zülfeleri, gündüze yakın üç vakit; akşam, yatsı ve sabah namazı vakitleridir. En azını yapan, emri yerine getirmiş olacağı için gece farz olan namazlar, bu üç vakitle sınırlı olur. Cibrîl bu vakitleri Nebîmize uygulamalı olarak göstermiştir.

Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:

‘Cibrîl, Ka’be’nin yanında bana iki kere imamlık yaptı. İlkinde öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken (yani Güneş üst meridyenden batıya kaydığında) kıldırdı. İkindiyi her şeyin gölgesi kendi kadarken kıldırdı. Sonra akşam namazını, Güneşin battığı ve oruçlunun iftar ettiği zamanda kıldırdı. Yatsıyı, ufuktaki kızıl kuşak (şafak) kaybolunca kıldırdı. Sabah namazını da kızıllığın parıldadığı, oruçluya yiyeceğin haram olduğu sırada kıldırdı.

İkincisinde öğleyi, her şeyin gölgesi kendisi kadar olunca yani dünkü ikindi vaktinde kıldırdı. İkindiyi, her şeyin gölgesi kendisinin iki katı olunca kıldırdı. Akşamı, önceki vaktinde kıldırdı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri geçmekte iken kıldırdı. Sabahı, yeryüzü ağarınca kıldırdı. Sonra Cebrail bana döndü ve dedi ki, “Ya Muhammed, bu senden önceki nebîlerin ibadet vaktidir. İbadet vakti bu iki vaktin arasıdır.” (Buhârî, Müslim, Ebu Davut, Nesâî ve Ahmed b. Hanbel ve Tirmîzî. Metin Tirmizî’nindir.)

Nesâî’nin bildirdiğine göre bu sırada Cibrîl önde, Nebîmiz arkada, müslümanlar da Nebîmizin arkasında yer almışlardı.









Gündüzün Namaz Vakitleri
Günün ilk namazı öğle namazı, ikincisi ikindi namazıdır. Akşam üçüncü, yatsı dördüncü sabah de beşinci namazdır.

1. Öğle vakti
Öğle vakti, Güneşin tepe noktasından batıya kaymasıyla başlar.

“Namazı, dülûk’uş-şemste (Güneşin batıya kaydığı vakitte) tam kıl…” (İsrâ 17/78)

Farz namaz vakitleriyle ilgili olarak Güneş = الشَّمْسِ kelimesinin geçtiği tek ayet budur. Bu da dünyanın her yerinde ve her zaman kolaylıkla tespit edilebilen öğle vaktidir.

“Gündüzün iki bölümünde… namazı tam kıl.” (Hûd, 11/114)

Enes b. Mâlik dedi ki; “Nebîmiz öğle namazını Güneşin batıya kaydığı vakitte kılardı…”



İkindi vakti
“Gündüzün iki bölümünde… namazı tam kıl.” (Hûd, 11/114)

Bu bölümlerden birincisi öğle, ikincisi de ikindi namazıdır. Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:

“Cebrail Kâbe’nin yanında bana…her şeyin gölgesi kendi boyu kadarken ikindiyi kıldırdı… “Cebrail ikinci kez imamlık yaptığında… ikindiyi de her şeyin gölgesi kendinin iki katı olduğu vakitte kıldırdı.( Sünen ebu Davut salât 393, Tirmizî, Mevâkît, 1)”

Diğer hadislerde ikindinin başladığı vakit net olarak belirtilmemiştir. Abdullah b. Amr b. Âs, Allah’ın Elçisi’nin (s.a.v) şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Öğlenin vakti, ikindiye kadardır. İkindinin vakti, Güneş sararıncaya kadardır.” (Müslim, el-Mesacid ve mevâdi’is-salah, 171 – (612)

Bir kişi Allah’ın Nebîsine namaz vakitlerini sormuştu. “Güneş batıya kayınca Bilâl’e emretti, kaamet getirdi. İyi bilen o vakte “Gün ortası” derdi… Sonra Güneş yüksekteyken emretti, Bilal ikaamete bulundu… Ertesi gün öğleyi, dün ikindiyi kıldığımız vakte yakın kıldırdı. Sonra ikindiyi geciktirdi; bir kişinin, “Güneş kızıllaştı” diyeceği vakitte namazı bitirdi… Adamı çağırdı ve “namaz vakti bu ikisi arasıdır” dedi. (Müslim, Mesâcid 178, (614); Ebü Dâvud, Salât 2, (395); Nesâî, Muvâkît 15, (1, 260, 261). Metin Müslim’e aittir.)

Gecenin Namaz Vakitleri
Her sabah üç doğuş ve her akşam üç batış olduğu konusunda mezheplerin ittifakı vardır. Sabahın alacakaranlığında fecr-i kâzib, fecr-i sâdık ve Güneş doğar. Güneşin batmasıyla başlayan akşamın alacakaranlığında önce birinci şafak, sonra ikinci şafak batar. Bu iki alacakaranlığın arası, gecenin ortasıdır. Böylece gece üçe bölünmüş olur.

1. Akşamın Alacakaranlığı
Akşamın alacakaranlığı Güneşin batmasıyla başlar ve bütün yıldızların ortaya çıkmasına yani Güneşin, ufkun 18° altına inmesine kadar devam eder. Hava iyice kararmadan net bir yıldız gözlemi yapılamadığı için uzay bilimciler bu alacakaranlığa astronomik tan adını verirler. Akşam ve yatsı namazları bu vakitte kılınır.

a. Akşam namazı vakti
Güneş batınca akşam namazı olur. Bu vakitte Güneşten gelen kızıl ve beyaz ışıklarla gecenin karanlığı karışır. Daha sonra bu ışıklar kümeleşerek enine uzayan kızıl ve beyaz ışık kuşakları oluşturur; beyaz kuşak üstte, kızılı onun altında yer alır. En altta siyah bir kuşak oluşunca akşam namazı vaktinin sonuna gelinmiş olur.

Rafi b. Hadîc dedi ki, “Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemle akşam namazını kılar da birimiz ayrılırsa okunun düştüğü yeri kesin olarak görebilirdi. (Buhari Müslim)

Acele edin de akşam namazını yıldız doğmadan kılın. (Ahmed b. Hanbel (öl. 241 h.), Müsned, tahkik Şuayb el-Arnaut, Adil Mürşid ve diğerleri, Müesseset’ur-risale, 2001 m. 1421 h. C. XXXVIII, s. 503.)

b. Yatsı namazının ilk vakti
Batı ufkundaki kızıl ve beyaz ışık kuşakları birbirine karışmaya başladı mı yatsı vakti girer. Bu sırada Güneş ufkun 9° altına inmiş, karanlık artmış, yıldızlar kümeleşmeye başlamıştır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Ümmetim, yıldızlar kümeleşmeden akşam namazını kılarlarsa fıtrat üzere olmaya devam ederler.( Ebû Dâvûd,Salât 6; İbn Mâce, Salât 7; Ahmed b. Hanbel, 4/147,4/117, 422)”
















FECRİ KAZİB SONLARI (DOĞU)

















YATSININ BAŞLARI (BATI)



Abdullah b. Ömer’e Şafak sorulunca “beyazlığın gitmesidir”, ğasak yani karanlığın bastırması sorulunca da, “kızıllığın gitmesidir” demiş (Ebu Muhammed Abdullah b. Vehb b. Muslim el-Mısrî el-Kuraşî (öl. 197 h.) Tahk. Maykloş Morânî (ميكلوش موراني) Dar’ul-ğarb el-İslâmî, c. I, s. 63.). Bu sırada ufuktaki kızıllık ufka dağılır ve havanın iyice kararmasına kadar kaybolmaz.

Güneşin batmadığı veya kısa süreliğine ufkun altına idiği yerlerde akşam namazı vakti, Güneşin meridyenin batı tarafına 90 derecenin üstünde bir açı yapmasıyla birlikte girer. Hesap için başka ölçü yoktur. Bunu gözlemlemek için yüzü güneye bakan bir T cetveli dikilir, cetvelin solu tam doğuyu, sağı tam batıyı gösterir. Güneş cetvelin sağ ucunun hizasını geçince akşam namazı olur.

Güneşin hiç doğmadığı yerlerde gece, doğu ufkunun kararmasıyla başlar. Nitekim dağlık bir yerde Güneş, dağların arkasında kaybolmasıyla değil; doğu ufkunun kararmaya başlamasıyla batmış olur. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:

“Gece yüzünü gösterir, gündüz sırtını döner, Güneş de batmış olursa oruçlu iftar eder. (Müslim, Sıyam 51 – (1100).)”

Oruçla ilgili âyette Güneşten söz edilmemesi önemlidir. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “… Sonra orucu akşama kadar tamamlayın.” (Bakara 2/187) “Akşama kadar” yerine “Güneş batıncaya kadar” denseydi, kutup bölgesinde yazın oruç tutmak imkânsız hale gelirdi.

Güneşin batmadığı yerlerde yatsı vakti, Güneşin meridyen geçişinden itibaren 99 derecelik bir açıya ulaştığı zaman girer. Bunu çıplak gözle belirlemek için batı noktası ile güney noktası, göz kararıyla beşe bölünür; Güneş bunun beşte birini geçince yatsı olur.

Allah’ın Elçisi, yatsıdan önce uyumayı ve yatsıdan sonra konuşmayı sevmezdi. (Buhari, Ezan, el-Kıraetu fî’l-fecr 104; Müslim, el-Mesâcid ve mevâdi’us-salah, 235 – (647))

Yatsı, ğasak’ul-leyl’e kadar kılınır. Allah Teâlâ şöyle demiştir:  “Namazı… gecenin ğasaqına kadar… tam kıl.” (İsrâ 17/78)



Ğasak’ul-leyl (Teheccüd namazı vakti)
Arapça’da ğasaq (غَسَق)’ın iki anlamı vardır; biri, ikinci şafağın battığı ve karanlığın yoğunlaştığı (Zemahşerî, a.g.e, c. VII, s. 339.) zamandır. Bu sırada Güneşin ufka uzaklığı en az 18 derecedir. Ğasaq’ın asıl anlamı serinliktir. Güneşin batmadığı yerlerde ğasaq’ul-leyl, Güneşin meridyenden en az 108 derece uzaklaştığı ve gece serinliğinin başladığı zamandır.

Bu vakit, yatsının bitimiyle başlayıp seher vaktine kadar süren en uzun bölümdür. Buna gecenin ortası (وسط الليل) denir. Teheccüd namazı bu vakitte, bir müddet uyuyup uyandıktan sonra kılınır. Bu namaz Nebimize farzdı.

“Sana ek görev olarak gecenin bir kısmında namaz için uyan. Belki Rabbin seni pek güzel bir makama yükseltir.“ (İsra 17/79)

Müminlere farz olmamakla birlikte şu âyetler onları teheccüde özendirmektedir:



“Âyetlerimize inananlar, kendilerine Kur’ân okunduğunda, her şeyi güzel yapması sebebiyle Rablerine kulluk ederek kibirlenmeden secdeye kapananlardır; yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümit içinde Rablerine yalvarırlar. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da hayra harcarlar.” (Secde 32/15-16)

“Rabbinin adını, sabah akşam aklında tut. Gecenin bir kısmında ona secde et; gecenin uzun bölümünde ona kulluk et (teheccüd namazı kıl).” (İnsan 76/26)

Keşşâf bu âyeti, “gecenin uzun bölümünde teheccüd namazı kıl” şeklinde tefsir etmiştir. (Keşşâf, a.g.e. c. IV, s. 675

Kur’ân’da سَبِّحْ kelimesi nafile namazlarla ilgili olarak kullanılmaktadır. Nafile namazların vakitleri bölümünde bu konuya temaz edilecektir.)

21 Haziran’da Kuzey Kutbunda, 21 Aralık’ta da Güney Kutbunda 45 derece enleminden sonra beyaz geceler başlar. Yoksa ğasak’ul-leyl, gecenin uzun bölümü olmaktan çıkar ve mîzan bozulur. Allah Teâlâ şu emriyle bunu yasaklamıştır:

“Allah göğü yükseltti ve mîzânı (dengeyi) koydu. Mîzânı aşmayasınız diye bunu yaptı. Öyleyse ölçüyü hakça yapın, mîzânı bozmayın.” (Rahman 55/7-9)

3. Sabahın Alacakaranlığı
Gecenin üçüncü bölümü, yıldızların çekilmeye başlamasından Güneşin doğmasına kadar devam eden fecr vaktidir. Güneş doğu ufkunun 18° altına gelince başlar. Uzay bilimciler bu vakte de astronomik tan derler ve yıldız gözlemeyi bırakırlar.  Bunun birinci bölümü, seher vakti, ikinci bölümü de sabah namazı ve imsak vaktidir.

Seher vakti
Arapçada seher, gündüzün ilk ışıklarının gecenin karanlığına karışmasına denir. Bu vakitte hem gündüzün hem gecenin belirtileri olur. (Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ li-ahkâmi’l-Kur’ân, c. XVII, s. 144, Kahire, 1384/1964) Seher vakti, gecenin son üçte birinin ilk yarısı yani gecenin altıda biridir. Allah’ın Elçisinin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Allah’ın en sevdiği namaz Davûd’un namazı, en sevdiği oruç Davud’un orucudur. Gecenin yarısında uyur, üçte birinde kalkar, altıda birinde (seher vaktinde) yine uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün yerdi. (Buhârî, Teheccüd 7.)”

Bu sırada ufkun üst tarafı hafifçe aydınlanır.( Cevheri, İsmail b. Hammad (ö. 393 h.), es-Sıhah, سحر md. (thk: Ahmed Abdulgafûr Atar), Beyrut 1407/1987) Aydınlık arttıkça aşağıya iner ve ufku, bir kubbe gibi sarar. İnsanları yanılttığı için ona fecr-i kâzib denir. Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:

“Yiyin, için; yukarı tırmanarak yayılan (kızıllık) sizi etkilemesin; enine yayılan kızıllığı görünceye kadar yiyin, için.( Ebu Davud, vakt’us-sahûr, hadis no 2348; Sünen’ut-Tirmîzî, Ma cae fî beyân’il-fecr, hadis no 705.)”

Seher vaktinde yenen yemeğe sahur denir. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Bizim orucumuzla ehl-i kitabın orucunu ayıran şey,  seher yemeğidir. (Müslim, Sıyam, 46 – (1096)

Enes b. Mâlik’in rivayetine göre Nebi sallallahu aleyhi ve selem ile Zeyd b. Sabit (ra) bir gün birlikte sahur yemeği yemişlerdi. Sahur bitince Nebi sallallahu aleyhi ve selem kalktı ve sabah namazını kıldırdı. Katâde diyor ki, Enes’e “Sahuru tamamlamaları ile namazları arası ne kadar sürdü”, diye sorduk; bir kişinin elli ayet okuyacağı kadar” dedi.( Buhârî, Teheccüd 8.)

Bir kişi 50 âyeti, yaklaşık 10 dakikada okur. Bu, ancak abdest almaya yetecek bir vakittir.

Sehl’den gelen bir rivayet de şöyledir: “Ailemle beraber sahur yemeği yer, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte secdeye yetişeyim diye hızlı hareket ederdim. (Buhârî, Savm 17 (Babu te’hîr’is-sahûr))

Bilal ezanı seher vaktinde okuduğu için Allah’ın Nebisinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bilal ezanı gece vakti okuyor; İbn Ümm-i Mektûm ezan okuyuncaya kadar yiyin, için. (Buharî, Ezan 11, 1,3; Müslim, Sıyâm, 8)”

Bu vakitte Allah’tan af dilememiz öğütlenmiştir. Cennetlikler şöyle anlatılır: “Gece pek az uyurlar; seherlerde Allah’tan af dilerler.” (Zâriyât 51/17-18)

Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem vitir namazını, her gece sehere kadar bitirir (Buhârî, Vitr 2.) ve uyurdu. Aişe’nin şöyle dediği bildirilmiştir: “O, benim yanımdayken seher vaktinde uyurdu (Buhârî, Teheccüd 7.)”

Nebimiz bu vaktin bir kısmında istiğfar ettikten sonra uyumuş olmalıdır. Teheccüd namazına kalkamayanlar fecr-i sadık’ın hemen öncesinde teheccüd kılıp istiğfar edebilirler. Allah Teâlâ cennetlikleri bir de şöyle tanımlamıştır:

“Onlar; sabreden, özü sözü doğru olan, gönülden kulluk eden, hayra harcayan ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyen kimselerdir.” (Al-i İmran 3/17)

Hicret sırasında Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Ebubekr ile birlikte Sevr mağarasında üç gece kalmıştı. Ebubekr’in oğlu Abdullah gece onlarla kalır; kimse fark etmesin diye seherin alacakaranlığında Mekke’ye döner haber toplardı. Buhârî’nin rivayeti şöyledir:

“Ebubekr’in oğlu Abdullah, söyleneni kolayca anlayıp kavrayan bir gençti. Geceyi onlarla geçirir; seher vakti ayrılır, sabah vaktinde, Mekke’de gecelemiş gibi Kureyş ile beraber olurdu. Babası ve Muhammed aleyhisselamla ilgili duyduğu her şeyi dikkatle dinlerdi ki, akşamın alacakaranlığında onlara ulaştırsın. Ebubekr’in kölesi Amir b. Füheyra da sütünü ikram edeceği koyunları, yatsı girdikten biraz sonra onlara doğru sürerdi. Bu sırada ikisinin de uykusu geldiği için Amir’in sabahın alacakaranlığında koyunları kaldırmasına kadar geceyi orada geçirirlerdi. Abdullah bu üç gecenin üçünde de böyle yapmıştı. (Buharî, Libas 16.)”

Allah Teâlâ Lût’u ve ailesini, seher vaktinde kurtarmış, Lut kavmini de sabahleyin (fecr-i sadıkta) cezalandırmıştı. (Melekler) Dediler ki; “Bak Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz; bunlar sana asla ilişemezler. Aileni al ve gecenin bir vaktinde yola çık.Karın dışında kimse geri dönmesin.Bunların başına gelen ona da gelecektir.Azapla buluşma vakitleri sabahtır. Sabah yakındır, değil mi?” (Hud 11/81)

Sabahın erkeninde volkan patlaması olmuş, kül bulutları Lût kavmine pişmiş çamurdan taşlar yağdırmıştı.  Allah Teâlâ şöyle demiştir:

“Lût’un kavmi uyarılar karşısında yalana sarılmıştı. Biz de üzerlerine taş yağdıran (bulutlar) göndermiş ama Lût’un ailesini seher vakti kurtarmıştık.Bunu katımızdan iyilik olsun diye yapmıştık.Şükredene işte böyle iyilik yaparız.Hâlbuki baskınımızın şiddeti hakkında Lût onları uyarmış ama onlar, uyarıları tepki ile karşılamışlardı.Ayrıca Lût’un misafirlerini ele geçirip eğlence yapmaya kalkışmışlardı.Biz de gözlerini mahvettik de azabımın ve uyarıların zevkine varın dedik.Kalıcı azap sabah erkenden onları kıstırıverdi.” (Kamer 54/33-38)

Önce taş yağmuru yağdı, gün doğarken de oranın altı üstüne geldi. İlgili âyetler şöyledir: “Gün doğarken büyük bir gürültüyle sarsıldılar. Oranın altını üstüne getirdik. Zaten üzerlerine siccîlden taşlar yağdırmıştık.” (Hicr 15/73-74)

Seher vakti, gecenin ortasına yani ğasaq’ul-leyle katılmış ve her ikisine gece yarısı (نصف الليل) denmiştir. Gece yarısı, uyuma, dinlenme, kalkıp namaz kılma, istiğfar etme ve sahur yemeği yeme gibi çok sayıda işi içinde barındıracak uzunlukta olan bir vakittir. Kur’ân âyetleri, dünyanın her yerinde her zaman geçerli olduğu için beyaz gecelerin ölçüsünü belirlerken bunları göz önünde bulundurmak gerekir.

b. Sabah namazı ve imsak vakti
Güneşin doğu ufkuna yakınlığı -9° olunca sabah namazı vakti girer ve oruç yasakları başlar. Bu sırada fecr-i kâzibin büyük bir kubbeye benzeyen aydınlığı enlemesine uzanan, üstü beyaz ve altı siyah olan bir kızıl ışık kümesi ile bölünür. Bu ayrışmayı şu âyet anlatmaktadır: “Sabahı bölen; geceyi dinlenme zamanı, Güneş ile Ay’ı hesaba uygun yapan odur. Bunlar güçlü ve bilgili olanın koyduğu ölçüdür”. (En’âm 6/96)

El-ısbâh = الْإِصْباحِ “sabaha giriş” الصَّبَحُ = sabah da kızıllık demektir. Fâliq’ul-ısbâh = فالق الإِصباح, seher vaktinin karanlıkla karışık olan kızıl ve beyaz ışıklarını bölen kızıl kuşak olur.





Fecr-i sâdıkta karanlık ile beyaz ışık kuşağı, kızıl ışık kuşağıyla ikiye bölünür.

Bir kişi Allah’ın Elçisi’ne namaz vakitlerini sormuş; o da ona, uygulayarak göstermek için ilk gün sabah namazını ilk vaktinde kıldırmıştı. Ebu Musa el-Eş’ârî bize şu bilgiyi vermektedir:

Ogün Allah’ın Elçisi, sabah namazını, fecr (kızıllık) yarıldığı sırada kıldırdı. İnsanlar neredeyse birbirini tanıyamayacaktı. (Müslim, Mesâcid 178 – 614)

Allah’ın Elçisi’nin şu sözü konuyu değişik şekilde ifade etmektedir:

“(Cebrail) Sabah namazını kızıllığın parıldadığı, oruçluya yiyeceğin haram olduğu sırada kıldırdı. (Tirmizî, Mevâkît, 1)”

Aşağıdaki haber de bu durumu desteklemektedir:

“Nebi sallallahu aleyhi ve sellem sabahı kıldırırken birimiz yanında oturanı tanırdı.( Buhârî, Mevâkît’us-salah 11.)”

Demek ki ufukta oluşan aydınlık bu saatte mescidin içine kadar ulaşıyordu. Âişe (radıyallahu anhâ) şöyle demiştir:

“Mü’minlerin kadınları elbiselerine bürünmüş olarak Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem ile sabah namazına katılırlar, namazı bitirince evlerine doğru ayrılırlardı da alaca karanlıktan kimse onları tanımazdı.( Buhârî, Mevâkît 13, 27; Ezân 162,165; Müslim, Mesâcid 231, (645).)”

Kadınlar arkada namaz kılarlardı. Demek ki erkekler tarafından bakınca onları tanıyacak kadar bir aydınlık olmadan namaz bitiyordu.

Sabah namazının vakti, Güneş doğuncaya kadardır.

Güneşin batmadığı yerlerde Güneş, doğu noktasına 9 derece yaklaşınca sabah namazı vakti girer. Bunu T cetveli ile gözlemlemek isteyen, güneyden doğuya olan çemberin beşte dördünün tamamlanmasını bekler. Böyle yerlerde Güneş, doğu noktasına varınca doğmuş sayılır.

Güneşin doğmadığı yerlerde Güneşi doğmuş saymak için sabahın ışıklarının batı noktasına kadar uzamasını beklemek gerekir.

Güneş’in ufkun 6° altına geldiği zaman çevredeki cisimler net olarak görülebildiği gibi en parlak yıldızlar da görülebilir. Bugün ona “sivil tan” fıkıhta ise isfâr (الاسفار) vakti denir. Sabah namazında kıraat uzun tutulduğu için sabahı ilk vaktinde kılanlar bile camiden çıkıncaya kadar isfâr vakti girer.

Güneş doğunca gece biter. Çünkü Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Gece yüzünü gösterir, gündüz sırtını döner, Güneş de batmış olursa oruçlu iftar eder.” (Müslim, Sıyam 51 – (1100)) Bunu gündüze uygularsak şöyle deriz: “Gündüz yüzünü gösterir, gece sırtını döner, Güneş de doğmuş olursa gündüz başlamış olur.”



MİZANA UYGUN VAKİTLER: Örnek İstanbul Merkez 14 Ağustos 2017 tarihi için geçerlidir.



SEHER:                                   04:29

SABAH VAKTİ İMSAK:             05:25

SABAH VAKTİ SONU:              06:10

GÜNEŞ:                                   06:13

KERAHAT VAKTİ BİTİŞİ:           06:58

ÖĞLE ÖNCESİ KERAHAT:        12:33

ÖĞLE VAKTİ:                           13:12

İKİNDİ VAKTİ:                           17:00

AKŞAM ÖNCESİ KERAHAT:     19:22

AKŞAM VAKTİ:                        20:07

YATSI VAKTİ BAŞI:                  20:53

YATSI VAKTİ SONU:                21:50



Android ve İos uygulamasını Akıllı Cep Telefonu olanlar Mizanı uygun hazırlanmış imsakiyeyi telefonlarınıza indirebilirsiniz.



Android için https://play.google.com/store/apps/details?id=com.suleymaniyetakvimi



İos İçin https://itunes.apple.com/us/app/suleymaniye-takvimi/id688657265?ls=1&mt=8



Web için: http://www.suleymaniyetakvimi.com/

1 Ağustos 2017 Salı

Huruf-u Mukatta Meselesine Bakış

İyiliği sonsuz, İkramı bol Allah’ın adıyla,



Sadece Sen her şeyi en güzel yapansın, Sen her şeyin sahibisin, İyiliğin sonsuz ve ikramın boldur, Hesap vereceğimiz günün de sahibisin, kulluğumuzu sadece sana yapar yalnızca senden dileriz, bizi dosdoğru yolana kabul et, ki o doğru yol mutluluğu verdiğin yoldur, bizi gazaba uğramış ve sapıtmışların yoluna iletme yüce Allah’ım, Amin.



Uzun zamandır bu konu üzerinde yazmak istiyordum, internet üzerinden (gerek facebook, gerekse twitter) bu konuyla ilgili çokça tartışma dönmekte, bilen de bilmeyen de bir şeyler paylaşmakta ve insanların kafası karışmaktadır. Bizim meramımız Huruf-u Mukattaa denilen ayetlerle ilgili açıklamalar yaparak Kur’an-ı Kerim okuyanların ayetlerin nasıl anlatıldığı ile bilgi vermektir. Tabii ki bu anlatımlara karşı çıkacak olacaktır. Ancak gerek Kur’an-ı Kerim, gerekse de Peygamberimizin sahih hadisleri ile anlatımımızı yapacağız. Başlangıçta yaptığımız duada amacımız rabbimizin bizi doğru yola yöneltmesini istemektir, bunun için de o yola ulaşmak için haritamız Kur’an-ı Kerimdir. Şimdi arkanıza yaslanın ve yazımızı yavaş yavaş okuyarak, anlayarak yorumlarımıza göz gezdiriniz, inşallah rabbimin izniyle kalbiniz salim olarak bu konuyu tamamlayacağız.



Bakara Suresi 1nci Ayet: ELİF! LÂM! MÎM!



Bu ve bunun gibi harflere  “Huruf-u Mukattaa” yani tek tek veya hecelenerek okunan harfler denir. Birlikte okunsa “Elif, Lâm, Mîm” yerine “elem” şeklinde okunurlar. Bu gibi harfler bazı surelerin başında bulunur. Bu gibi harflerin olduğu ayetleri aşağıda inceleyeceğiz.



“Huruf-u Mukattaa” harfleriyle ilgili olarak Nebî’mize bu konuda bir soru sorulmamış olması, anlamının bilindiğini gösterir. Bilinmeseydi müşrikler bunu dillerine dolarlardı.



Anlamları ile ilgili sahih bir rivayetin olmaması da gösteriyor ki asıl neden, bu harflerin arkasından okunacak âyetlere dikkat çekmektir. Buradaki harfler yemin olsun ki ekini getirir.



“Huruf-u Mukattaa” ile ilgili olarak bir başka düşünce ise, Yüce Allah bununla Mekkelileri kışkırtıyordu, siz de bu harfleri kullanıyorsunuz, ben de… Sadıksanız, bunun gibi bir kitap, bunun gibi 10 sure, bunun gibi 1 sure, bunun gibi 1 ayet getirin diyerek Mekkelilere meydan okuyordu, ancak bunda başarılı olamadılar.



“Huruf-u Mukattaa” Surelerin açılış ifadeleridir. Bir kısım görüş manası bilinemez, bir kısım görüş manası bilinebilir der. Bu harfler Kur’an’ın sırrıdır diyenler de vardır. Eğer manası yoksa neden Kur’an’ da yer alıyor? Maide Suresi 67nci ayetinde “Ey Elçi! Rabbinden sana ne indirildiyse onu tebliğ et. Tebliğ etmezsen vazifeni yapmış olmazsın. Allah, seni insanlardan korur. Allah, kâfirler topluluğunu yola getirmez.” der. Buradan Peygamberimizin kendisine sakladığı hiçbir sırrı yoktur diye çıkarıyoruz. Hidayet yoldur, maksada ulaştırmaktır. Bu kitabın anlaşılmıyor diye söylemek hidayet maksadına ulaştıramadığını çıkarırız. Bu mesaj Arap topluluğuna Arapça indirilmiştir ve aynı toplumdan anlaşılması istenmiştir.



Peki şimdi de 1nci ve 2nci ayete tekrardan bakalım…



Bakara Suresi 1nci ve 2nci Ayet: ELİF! LÂM! MÎM! (Yemin olsun ki) İşte o Kitap[1*] budur; içinde şüpheye yer yoktur. Müttakîlere (kendini koruyanlara)[2*] doğruları gösterir.



1 Âdem aleyhisselamdan beri her nebîye verilen Kitap budur (En’âm 6/83-90). Ufak tefek farklılıklar dışında önceki kitapların aynısıdır (tevhid inancıdır). (Bakara 2/106) ve Arapça Kur’ân haline getirilmiştir. Aslı, Allah katındaki Ana Kitap’tadır (Levh-i Mahfûz). (Zuhruf 43/3) (Zuhruf 43/4)



2 Müttakî, kendi yapısını koruyan kişidir.



Aynı mantıkla devam edelim ve böyle başlayan ayetlere de göz atalım.



Ali İmran 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



Elif, Lam, Mim. (Yemin olsun ki)  O, Allah’tır! O’ndan başka ilah yoktur; daima diridir, sürekli işinin başındadır. Gerçekleri içeren ve kendinden öncekileri tasdik eden[*] bu Kitab’ı sana, bölüm bölüm O indirmiştir. Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmiştir.



[*] Doğru söylemek, doğrulamak anlamındaki “s-d-k = ص -د-ق ” kökünden türeyen ve tef’îl babından ism-i fâil olan “müsaddık” kelimesi “doğru-layan” anlamına gelir. Aynı kökten mastar olan “tasdik” de “doğrula-ma” demektir.

Tüm nebîler, önceki ilâhî Kitapları tasdik edici olarak gelir. Bu, onların nebî olduğunun da bir tür belgesidir. Şu âyet bu açıdan önemlidir:

“Allah nebîlerden söz aldığı gün onlara, “Size bir Kitap ve hikmet veririm de elinizde olanı tasdik eden bir elçi gelirse ona kesinlikle inanacaksınız ve destek vereceksiniz.” (Âl-i İmrân 3/81)

Araf Suresi 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



Elif, Lam, Mim, Sad.  (Yemin olsun ki) Bu, sana indirilen Kitap’tır. Bu kitaptan dolayı içinde bir sıkıntı olmasın. Bununla uyarıda bulunasın ve inanıp güvenenler (müminler) onu, akıllarından çıkarmasınlar diye indirilmiştir. Rabbinizden size indirilene uyun; Allah’a daha yakındır diye evliyaya[*] uymayın. Bilgilerinizi ne kadar az kullanıyorsunuz!



[*] Evliya, veli’nin çoğuludur. Veli, aralarında kendileri dışında bir şey olmayan iki veya daha çok şeye denir. (Müfredat) Allah ile arasına, başka birini koymayan herkes Allah’ın velisidir. Araya başkasını koyanın Allah ile ilişiği kesilir. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Bilin ki Allah’ın velilerinin üstünde ne korku olur ne de üzülürler. Onlar inanmış olan ve takva sahibi olan (kendini yanlışlardan koruyan) kimselerdir.” (Yunus 10/62-63) Takva sahibi olanlar da “İşte Kitap budur, içinde şüpheye yer yoktur. Takvâ sahipleri için rehberdir. Onlar, Allah’a içten inanan, namazı düzgün ve sürekli kılan ve verdiğimiz rızıkları yerli yerince harcayanlardır. Sana indirilene de senden önce indirilenlere de inanıp güvenenler onlardır. Onların Ahirete olan inançları kesindir.” (Bakara 2/2-4)



Yunus Suresi 1nci Ayeti



ELİF! LÂM! RÂ! (Yemin olsun ki) Bunlar, doğru hükümler içeren Kitab’ın ayetleridir.



Hud Suresi 1nci Ayeti



ELİF! LÂM! RÂ! (Yemin olsun ki) Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem[*] kılınmış hem de doğru kararlar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır.



[*] Hüküm bildiren, hükme esas alınan. Ali İmran 3/7 Bu Kitab’ı sana indiren O’dur. Âyetlerinin bir kısmı muhkemdir[*1]; onlar kitab’ın[*2] ana ayetleridir. Diğerleri müteşâbih[*3] (muhkemlere benzer) olanlardır. Kalplerinde eğrilik olanlar, istedikleri te’vîli (bağlantıyı) kurup istedikleri fitneyi çıkarmak için Kitap’tan, kendi eğrilikleriyle[*4] benzeşen şeye uyarlar. Oysa onun tevilini (bağlantılı olduğu âyeti)[*5] sadece Allah bilir. Bu ilimde[*6] sağlam duruş gösterenler şöyle derler: “Biz, bu ilme inandık, hepsi (muhkem, müteşâbih ve tevil) Sahibimiz katındandır.” Zikre[*7] (doğru bilgiye) sadece sağlam duruşlu olanlar ulaşabilirler[*8].



[*1] Muhkem ayet, bir konuda hüküm içeren ayettir. Hemen her ayetin böyle bir yönü vardır. Sonra bu hüküm, başka ayetlerle açıklanır. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Elif, Lâm, Râ. Bu bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış sonra hakîm olan, her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir.” (Hûd 11/1-2)

[*2] Kitab (كتاب)’ın kök anlamı, bir şeyi bir şeye eklemektir (Mekayîs). Bazen sözleri ekleyerek yapılan konuşmaya bazen de kelimeleri ekleyerek yazılan herhangi bir yazıya kitap denir (Mürfedat). Bir ayet şöyledir: “Allah sözün en güzelini, müteşâbih ve mesânî kitap olarak indirmiştir.” (Zümer 39/23) Mesânî, “ikişerliler” anlamına gelir. Kur’ân’ın, bildiğimiz bir kitap halinde inmediği açıktır. Bu ayetler onun, kendinden kitaplar oluşturulacak şekilde indiğini, her bir kitabın, bir muhkem bir de müteşâbih olmak üzere en az iki ve ikinin katları olan ayetlerden oluştuğunu, doğru hükme yani hikmete bu şekilde ulaşılabileceğini gösterir.

[*3] Müteşâbih, birbirine benzeyen iki şeyden her birine denir. Kelime, toplam sekiz ayette geçer. Bunlar; (Bakara 2/25) (Bakara 2/70), (Bakara 2/118); (Al-i İmran 3/7), (Zümer 39/23) (En’âm 6/99), (En’âm 6/141) ve (Ra’d 13/16) âyetlerdir.

[*4] Ayet’in açılımı şöyledir: “(فيتبعون ما تشابه منه  بزيغهم) = Kitap’tan kendi eğrilikleriyle benzeşene uyarlar.” Necrân Hristiyanlarından bir topluluk Nebîmize gelmiş: Ya Muhammed! Sen, İsa’nın Allah’ın kelimesi ve ondan bir ruh olduğu kanaatindesin değil misin? demişti. O, “evet” deyince “Bu bize yeter” demişlerdi. Arkasından yukarıdaki âyet sonra da şu âyet inmişti: “Allah katında İsa’nın durumu, tıpkı Âdem’in durumu gibidir. Âdem’i topraktan yarattı; sonra ona ‘ol” dedi; o da oluştu .” (Al-i İmran 3/59) (Taberî)

Hristiyanlar, kendi eğrilikleriyle benzeşir gördükleri şu âyete dayanıyorlardı: “İsa… Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı (ol) sözü ve kendinden bir ruhtur.” (Nisa 4/171) Hâlbuki bu ayetin başında görmek istemedikleri şu ifade vardır: “Meryem oğlu İsa Mesih, başka değil, yalnızca Allah’ın elçisidir.” Allah’ın kitabına uyma yerine onu kendilerine uydurmak isteyenler hep böyle bir yol izlerler.

[*5] Te’vîl ( = تَأْوِيلِ), âyetler arasındaki bağlantıyı ifade eder. O bağlantıyı kuran Allah’tır. Bir biriyle bağlantılı muhkem ve müteşabih ayetleri ancak, Arapçayı ve ilgili konuyu iyi bilenlerden oluşan bir ekip bulabilir. Bir ayet şöyledir: “Bu bir kitaptır ki âyetleri, bilenlerden oluşan bir topluluk için Arapça Kur’ânlar (kümeler) halinde açıklanmıştır.” (Fussilet 41/3) Buradaki Kur’ân kelimesi, Al-i İmran 7. âyetteki kitap kelimesi gibi ayetler kümesi anlamındadır.

[*6] Bu ilim, âyetleri âyetlerle açıklama ilmidir. Allah Teala şöyle demiştir: “Onlara, bir ilimle açıkladığımız Kitap getirdik; inanan topluluk için rehber ve ikramı bol bir kitap.” (Araf 7/52)

[*7] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla getirmek veya söylemektir. (Müfredât ذكر ve عرفmd.) Tabiat, Allah’ın yarattığı âyetlerden, Kur’ân da indirdiği âyetlerden oluşur. Her ikisinden elde edilen doğru bilgi zikirdir. İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder. (Ra’d 13/28)

[*8] `Sağlam duruşlu` diye meal verdiğimiz ulu’l-elbab’ı Allah Teala şöyle tanımlar: “Sözü dinleyip ve onun en güzeline (Allah’ın sözüne) uyanları, Allah’ın doğru yola ileteceği müjdesini ver. Onlar, ulu’l-elbab olanlardır.” (Zümer 39/18)

Yusuf Suresi 1nci Ayeti



ELİF! LAM! RA! (Yemin olsun ki) Bunlar her şeyi açıkça ortaya koyan Kitap’ın ayetleridir.



Rad Suresi 1nci Ayeti



ELİF! LAM! MİM! RA! (Yemin olsun ki) Bunlar, o Kitabın ayetleridir; Rabbinden sana indirilen, gerçeğin tam kendisidir ama insanların çoğu ona inanmazlar.



İbrahim Suresi 1nci Ayeti



ELİF! LAM! RA! (Yemin olsun ki) Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarman için indirilmiş bir kitaptır. Daima üstün olanın ve her şeyi güzel yapanın yoluna



Hicr Suresi 1nci Ayeti



ELİF! LAM! RA! (Yemin olsun ki) Bunlar, o Kitap’ın[1*]; açıklayan Kur’ân’ın[2*] ayetleridir.



[1*] Levh-i Mahfuz’daki ana kitabın.

[2*] Kur’ân kelimesi hem son Kitabın isimlerinden biri hem de o kitaptaki hükümlere ulaşmayı sağlayan ayet kümeleri anlamına gelir.



Meryem Suresi 1nci ve 2nci Ayeti



KAF! HA! YA! AYN! SAD! (Yemin olsun ki) Bu, Rabbinin, kulu Zekeriya’ya olan iyiliğinin hikâyesidir.



Taha Suresi 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



TA! HA! (Yemin olsun ki) Sana bu Kur’an’ı, mutsuz olasın diye indirmedik. Allah’tan korkanlar için akıllarından çıkarmayacakları bir bilgi olsun diye indirdik.



Şuara Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



TA! SİN! MİM!  (Yemin olsun ki) Bunlar o açık Kitabın âyetleridir.



Neml Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



TA! SİN! (Yemin olsun ki) Bunlar Kur’ân’ın, bu açık Kitab’ın ayetleri. Doğruyu gösteren ve o müminler(inanıp güvenenler) için müjdeler içeren kitabın âyetleridir.



Kasas Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



TÂ! SÎN! MÎM! (Yemin olsun ki) Bunlar, gizlisi saklısı olmayan (ve her şeyi açıklayan)[*] Kitap’ın ayetleridir.



[*] Gizlisi saklısı olmayan ve her şeyi açıklayan manaları MUBİN kelimesinin ELİF LAM’lı olması nedeniyle verilmiştir.



Ankebut Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



ELİF! LÂM! MÎM! (Yemin olsun ki)  Bu insanlar, inandık deyince rahat bırakılacaklarını, sıkıntıya sokulmayacaklarını mı sanıyorlar?



Rum Suresi 1nci Ayetten 5nci Ayete Kadar



ELİF! LÂM! MÎM!  Romalılar yenildiler,  (Yenilgi) Çok yakın bir yerde[1*] oldu. (Yemin olsun ki)  Onlar, bu yenilginin ardından galip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde[2*] olacak. Öncesi de sonrası da Allah’ın yetkisindedir emrindedir. O gün müminler sevineceklerdir, Bu, Allah’ın yapacağı yardımla olacaktır. O, çalışana yardım eder. O güçlüdür, ikramı boldur.[3*]



[1*] Dünyanın en basık yerinde anlamı da verilebilir. Çünkü savaş Ölüdeniz (Ürdün ile İsrail arasında) çevresinde olmuştur.



[2*] Üç ila dokuz yıl içinde.



[3*] Bildiğimiz üzere Mekkeli müşrikler Perslilerin Romalıları yenmeleri sevinçle karşılandı, ancak yüce Allah Bedir savaşı olacağı dönemde hem Mekkeli müşriklere hem de Müslümanlar Romalıların büyük zafer haberi ulaştı ve aynı dönemde de Müslümanlar da Bedir Savaşını kazandı. Ayetinde dediği gibi “O gün müminler sevinecekler” ki sevindiler.



Lokman Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



ELİF! LAM! MİM! (Yemin olsun ki) Bunlar, hikmetli Kitabın ayetleridir.



Secde Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



ELİF! LAM! MİM! (Yemin olsun ki)  Hakkında şüpheye yer olmayan bu Kitap, alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.



Yasin Suresi 1nci ve 2nci ayetleri (Bu ayette parantez içinde yemin olsun ki ifadesini koymamıza gerek kalmadan yüce yaradan zaten yemin ifadesini de kullanıyor)



YA! SİN! Doğru hükümler[*] içeren Kur’an’a yemin olsun ki,



[*] Doğru hüküm, hikmet demektir. Allah Teâlâ Kur’ân ile beraber hikmeti de indirmiştir. Bkz. Nisa 4/113 Eğer Allah’ın sana lütfu ve ikramı olmasaydı, onlardan bir kesim seni yanıltmakta kararlıydı. Onlar kendilerinden başkasını yanıltamaz ve sana bir zarar veremezler. Allah, sana Kitabı ve Hikmeti indirmiş ve bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana olan lütfu büyüktür.



Sad Suresi 1nci ayeti (Burada da Yasin suresindeki gibi eklememize gerek kalmayacak ki bu da bizim açıkladığımız savımızı desteklercesine oradadır)



SAD! Doğru bilgiler içeren Kur’an’a yemin olsun.



Mümin Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



HA! MİM! (Yemin olsun ki) Kitabın indirilmesi, üstün ve bilgili olan Allah katındandır.



Fussilet Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



HA! MİM! (Yemin olsun ki) Bu (Kitap) iyiliği sonsuz ve ikramı bol olan Allah tarafından indirilmiştir.



Şura Suresi 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



HÂ! MÎM!  AYN! SİN! KAF! (Yemin olsun ki) Üstün olan ve doğru kararlar veren Allah, sana da senden öncekilere de işte böyle vahyeder.



Zuhruf Suresi 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



HA! MİM! Her şeyi açıkça ortaya koyan bu Kitabı iyi düşünün. (Yemin olsun ki) Onu, Arapça (ayetler) kümesi haline (kuranlar haline)[*] getirdik; belki aklınızı kullanırsınız.



Duhan Suresi 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



HA! MİM! Her şeyi açıkça ortaya koyan bu Kitabı iyi düşünün.  (Yemin olsun ki) Biz bunu bereketli bir gecede (kadir gecesinde) indirmişizdir. Onunla uyarılarda bulunmaktayız.



Casiye Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



HA! MÎM! (Yemin olsun ki) Bu Kitap, üstün olan ve doğru kararlar veren Allah tarafından indirilmiştir.



Ahkaf Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



HA! MİM! (Yemin olsun ki)  Bu Kitap, üstün olan ve doğru kararlar veren Allah tarafından indirilmiştir.



Kaf Suresi 1nci Ayeti



KAF! (Yemin olsun ki) Bu şanlı Kuran önemlidir.



Kalem Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



NUN! Kaleme ve (insanların) onunla yazdıklarına çok dikkat edin! (Yemin olsun ki) Rabbinin nimeti sayesinde sen, cinlerin etkisinde değilsin.



Tin Suresi 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



(Yemin olsun ki) İncir, Zeytin[*1], Sina dağı,[2*] ve bu güvenli şehir önemlidir[3*]!



[*1] Kudüs’te, İsa aleyhisselamın dua için sık sık gittiği dağ. Bu dağın eteğindeki Getsemani Bahçesi, İsa aleyhisselamın, havarileri ile yediği son akşam yemeğinden sonra Yahuda tarafından yakalatıldığı bahçedir. (Bkz. Matta.26/36-46, Markos.14/32-42, Luka.22/39-46)]



[*2]  Musa aleyhisselamın vahiy aldığı dağ. Buraya Sina Dağı dendiği gibi Sinîn Dağı da denir (Taberi).



[*3] Buraya kadar olan üç âyette Allah yemin etmektedir. Allah’ın bir şeye yemin etmesi, onun ve ondan sonra anlatılan şeyin önemine  vurgu yapmak içindir. Bu yüzden biz, bu anlama uygun meal verdik.



Asr Suresi 1nci Ayet



Çağa yemin ederim ki,



Ayetleri incelemeyi burada tamamlamaktayız. Ayrıca bu harfleri ve bazı sebeplerden dolayı Kur’an anlaşılmaz/anlaşılamaz diye konuşanlar vardır. Ancak yüce Allah neden anlaşılmayacak bir kitap indirsin ki! Ankebut Suresi 45nci ayetinde yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor. “Bu Kitap’tan sana vahyedilen her şeyi anlayarak oku ve namazı tam kıl. Namaz her çeşit fuhuşu ve kötülüğü engeller. Allah’ın zikri (Kitabı) en önemlisidir. Allah, yaptığınız her işi bilir.” Kitabı anlayarak okuyacağız ve emirlerini yerine getireceğiz, mümin ve muttaki olmak bu dosdoğru yoldan geçmektedir.



Zuhruf Suresi 11nci ayeti; “O, gökten bir ölçüye göre su indiren Allah’tır. Onunla ölü bir bölgeyi diriltiriz. Kabirlerinizden de böyle çıkarılacaksınız. ” Ayetin başı muhkemdir, ayetin sonu ise müteşabihtir.



Hud Suresi 1nci ayetinde; “ELİF! LÂM! RÂ! Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem kılınmış hem de doğru kararlar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır.” der yüce Allah.



“Mübeyyen” açıklanmıştır, “Mübeyyin” açıklayıcıdır, “Müfessir” açıklayandır, “Müfesser” açıklanandır. Kur’an’ ı bu şekilde okumamız gerekmektedir.



Ayetlerde “El-Mubiyn” diye geçer, bunun iki anlamı vardır. Birincisi “Apaçık”, ikincisi ise “Açıklayan” demektir.



Kur’an-ı Kerim “Mesani” bir kitaptır. “Mesani” bir meseleyi zıttı ile karşıtıyla anlatmasıdır. Bir ayetin başında veya sonunda cennetliklerden bahsediyorsa yine başında veya sonunda cehennemliklerden bahsetmektedir. Bir yerde “Hakkı” anlatıyorsa peşinden “Batıl” anlatılmaktadır. Bir yerde “Dünya” dan bahsediyorsa diğer tarafta “Ahiret” ten bahsetmektedir. Örneğin Bakara suresinin 1nci ayetinden 5nci ayetine “Cennetlikler” den bahsetmekte, 6ncı ayetinden itibaren ise “Cehennemlikler” den bahsetmektir. Fatiha suresinin son ayetlerini de burada örnek olarak verebiliriz.



Zümer Suresi 23ncü ayetinde; “Allah sözlerin en güzelini, birbirine benzer(müteşabihtir), ikişerli (mesani âyetler içeren, zıttıyla anlatan) bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların tüylerini ürpertir; sonra onların kalpleri ve vücutları Allah’ın bilgisiyle yumuşar. İşte bu, Allah’ın yoludur. Onu tercih edeni o yola yöneltir. Allah’ın sapık dediğine kimse “Doğru yoldadır” diyemez.” Bu ayetin hayata dair sonucu vardır. Peki bu niye böyledir? Çünkü En güzelin sözünü öğretir, rablerine derinden saygı duyanların bu kitabı okurken hissettiklerinden dolayı tüyleri diken diken olur. Nasıl olacak bu, tabii ki ayetleri anlamak gerekecek. “Azab” ayetlerini okuyup irkilen insan mesani yani zıtlık sebebiyle ardından gelen “Rahmet” ayetleri ile bir ferahlığa kavuşacaktır.



Bir de Kur’an-ı Kerim’i anlatmak için şu tarz bir örnek daha verirsek yüce Allah’ ın kitapta bir konuyu nasıl serpiştirerek anlattığına örneklendirme yapmış olabiliriz. Çünkü sadece bir ayete bakıp meal verip hüküm çıkarırsak ziyanda olmuş oluruz. Mesela sadece ayetteki “…namaza yaklaşma…” kısmı ile iş yaparsak işte ziyana düşmek budur. Örneğin; (bu anlatacaklarım Kur’an-ı Kerim’ de yok, sadece duruma örnek vermek açısından vermekteyim) kitapta bir ayette “Kaktüs” çiçeğini anlatmaktadır, bir başka surenin bir ayetinde “Kaktüs’ün dikenlerinden” bahseder. Bir başka surenin bir ayetinde yine “Kaktüsün Çiçek açtığından” bahseder ve bir başka surenin bir başka ayetinde “Kaktüsün çok fazla suya ihtiyaç duymadığından” bahseder. Yukarıda bahsettiğim gibi kitapta bu tarz anlatımlardan ötürü sadece tek bir ayete bakarak yorum yapılırsa, yani “Müteşabih” kısmıyla yargı yapıp hüküm çıkarırsan (yani ilminin yetersizliği burada tek ayeti okuyup ayete başka bir anlam verirsen) bu iş olmaz. İlim sahibi yukarıda anlattığım hususlar ile baktığında Kur’an-ı Kerim’ in bütününe baktığında okuduğu ayetlerden anlamlarını çıkarabilir. İzlenmesi gereken yol kısaca budur. Yoksa yüce Allah anlaşılmayan, anlaşılamayacak bir kitap indirdiği diye iddia da bulunmak bu yüce Allah’a hakaret gibidir, haddi aşmadır. Yüce Allah kitapta açıkça bir çok ayette bu durumu anlatmıştır, son bir ayet ile konumuzu bitirebiliriz.



Yusuf Suresi 1nci Ayeti “ELİF! LAM! RA! (Yemin olsun ki) Bunlar her şeyi açıkça ortaya koyan Kitap’ın ayetleridir.” Muhakkak ki Allah en doğruyu söyler.

22 Haziran 2017 Perşembe

ŞEFAAT MESELESİ

İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla yeni bir derlememize daha başlıyoruz. Konumuz Şefaat konusu. Sözlerime başlamadan önce aşağıdaki 3 ayeti okumanızı daha sonradan da yazımıza devam etmenizi rica ederim. Yüce Allah buyuruyor ki:

Kaf Suresi 50:45 "Biz onların ne dediğini iyi biliriz. Sen üstlerinde bir zorba değilsin; tehdidimden korkanları Kur’an ile bilgilendir."

Amacımız Kur’an ile anladığımız, aldığımız, hayatıma kattığımız, yaşadığımız bu öğüt kaynağıyla sizlere de tekrardan hatırlatmaktır. Kur’an dışında bir başucu kitabımız olmaması gerektiğini bilmeliyiz, önceliğimiz Kur’an olmalıdır, daha sonra da Nebimize isnat edilen Kur’an ile çelişmeyecek gerçek ve sağlam hadis rivayetlerini almalıyız. Nebisiz Kur’an, Kur’an sız Nebi olmaz. Elçiye zeval olmaz sözü de vardır bu topraklarda. Çok ta yerindedir bu söz, çünkü sözün sahibi hüküm sahibidir. O hükmünde kimseyi ortak etmez. Yine Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Zuhruf Suresi 43:36-37 "Kim Rahman’ın Zikri’nden (Kur’ân’dan) yüz çevirirse, başına bir şeytan sararız; o, onunla beraber olur. Şeytanlar bu gibileri yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar."

Ayetleri nesih etmek, ortadan kaldırmak kimsenin harcı değildir, eğer ki ayet açık ve seçik ortada ise bunun yanında her hangi bir kimsenin sözü geçersiz kalacaktır, kalmalıdır da. Zaten ben düşünemiyorum Allah’ın bir sözüne karşılık Nebimizin başka bir söz söyleyeceğini. Zaten Yüce Allah şöyle buyurmuştu Hakka Suresi 44’den-46ncı ayetlerine kadar: “Muhammed, Bize karşı bir takım sözler uydursaydı, onu kıskıvrak yakalar, şah damarını koparırdık.”

Şimdi gelin aşağıdaki Kur’an-ı Kerim’ den ayetlere tertil usulü ile anlayarak, idrak ederek konumuza devam edelim.

Fatiha Suresi 1:3 "Hesap verme [*] gününde yetki O’nundur."

[*] Din, deyn= دين kökünden adet, durum; ceza, karşılık görme ve itaat anlamlarına gelir(es-Sıhah). Bunlardan boyun eğme ve karşılık görme anlamları öne çıkar. Dinde boyun eğilen Allah’tır. Onun emirlerine uyulur ve onun vereceği karşılık beklenir. Hesap günü de dünyada yapılanların karşılıklarının alıncağı gündür.

Mülk; hâkimiyet ve yetki, malik ise; yetki sahibi demektir. Din ve deyn (borç) kelimeleri aynı kökten olup, her ikisi de “borç” demektir. Kişilerin birbirine olan borçlarına deyn (borç), her şeyimizi borçlu olduğumuz Allah’ın bizden uymamızı istediği kurallar bütününe ise din denir. Var olan yasaları tanıyıp nasıl ki tabiattaki nimetlerden daha iyi yararlanmamızı sağlıyorsa, Allah’ın bizler için koyduğu kurallara (din) uymak da hem vücudumuzu rahatlatır hem de bizi çevre ile uyumlu hale getirerek geliştirir.

“Yevmid din” (din günü) ise, “borç kesme” hesap verme günüdür. Birçok ayette vurgulandığı üzere, ahiret gününde hiç kimse için aracı, yardımcı ya da şefaatçi olamayacaktır. Haksızlık yapılmaksızın kişinin amelleri tartılıp değerlendirilecek, herkes yaptığının karşılığını alacak tartısı ağır gelen kurtulacaktır. (Zilzal Suresi 99:7-8 "Kim, zerre kadar iyilik yapmışsa onu görecek. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu da görecektir.")

“Maliki yevmid din”in ne olduğunu, İnfitar 17-19 ayetler açıklamaktadır: “Hesap verme günü nedir, sen ne bileceksin? Gerçekten, sen ne bileceksin hesap verme gününün ne olduğunu? (Öyleyse dinle!) O gün, kimsenin kimse için bir şey yapamayacağı gündür. O gün bütün yetki Allah’ındır.” 

Fatiha Suresi 1:4 (Allah'ım) Kulluğu yalnız Sana yapar, yardımı yalnız Senden isteriz.

İbadet “kulluk ve tapınma” olarak anlaşılmıştır. Bu kavramın içinde kâmil manada “sevgi, korku ve boyun eğme” vardır; bu üç tavır ve duygunun birlikteliği ibadetin temelini oluşturur. İnsanların yaratılış gayesi ibadettir; ancak onlar buna mecbur tutulmamışlardır; yani terim anlamıyla ibadet, iradeye bağlı olmayan hareketler ve oluşlar gibi hâsıl olmamakta; ilâhî emri kul, –dünya hayatında bir imtihan olarak– serbest iradesiyle yerine getirmekte veya ihmal etmektedir.

Dünyanın bütün nimetleri ve imkânları insanın, insanca (yalnız Allah’a kulluk ederek) yaşaması için verilmiş araçlardır. Bunları amaçlarına uygun olarak kullanmayanlar nimetin kıymetini bilmemiş ve israfa sapmış olurlar. İnsanın sınırlı gücü ve iradesi her zaman maddî ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya ve kendisinden beklenenleri yerine getirmesine yeterli olmamaktadır. Bu sebeple insanlar hem diğer insanlardan hem de insanüstü güçlerden yardım istemeye ve almaya kendilerini mecbur hissetmişlerdir. Fakat onların bu iki kaynaktan yardım istemek ve almak için tuttukları yollar, benimsedikleri sistem ve usuller, ilâhî irşada kulak asmadıkları zamanlarda şirke ve bedbahtlığa düşmelerine sebep olmuş; dolayısıyla birçok batıl din, işe yaramaz sistem ortaya çıkmıştır.

Bu ayet, ibadet ederken ve yardım isterken yöneleceğimiz doğru adresi bize göstermekte ve tevhidi (bir Allah’a ibadeti, sığınmayı ve yönelmeyi) getirmektedir.

Ayette “ederim, dilerim” yerine “ederiz, dileriz” şeklinin seçilmiş olması tevhid ehli müminlerin bir bütün teşkil ettiklerini, bu sebeple “Sen ben değil, biz varız” ilkesi doğrultusunda hareket etmelerini, fert toplum arasındaki dengeyi korumalarını işaretlemektedir. Burada “biz”i oluşturan bağ imandır, bir Allah’a kulluktur; “Allah’ın kulları! Kardeş olun” (Buhârî, “Nikâh”, 45; Müslim, “Birr”, 23, 28-32) mealindeki hadis de bu manaya açıklık getirmektedir.

Müminler kardeşçe yardımlaşırlar, fakat kimin elinden gelirse gelsin gerçekte her nimetin Allah’tan geldiğini, O dilemedikçe kimsenin bir şey veremeyeceğini bilirler.

Bakara Suresi 2:48 "Öyle bir günden çekinip korunun ki o gün kimse kimsenin yerine bedel ödemeyecek, kimseden şefaat [*] kabul edilmeyecek, kimseden tazminat alınmayacak ve kimseye yardım edilmeyecektir."

[*] Şefaat, birinin eşlik etmesini istemek, eşlik etmek veya arka çıkmaktır. (El-Ayn, Müfredât). Ayet, mahşer günü kimseye şefaat edilmeyeceğini açıkça bildirmektedir. Dünyada insanlar birine destek olabilirler. “İyi bir işe destek veren ondan bir pay alır; kötü bir işe destek veren de ondan dolayı bir sorumluluk üstlenir.” (Nisa 4/85) Cennete gitmiş biri, şirk günahı ile değil de diğer günahlarından dolayı cehennemde olan bir yakınını yanına isteyebilir. “Günahkarları, suya koşarcasına cehenneme sevk edeceğiz. Rahman’dan söz almış olanlar dışında kimse şefaate (birinden destek alma hakkına) sahip olamayacaktır.” (Meryem 19/86-87) İster dünyada ister cehenneme gitmiş biri için olsun, şefaat ancak Allah’ın onayıyla olabilir.

Bakara 2:123 Öyle bir günden çekinip korunun ki o gün kimse kimsenin yerine ceza çekmeyecek, kimseden tazminat kabul edilmeyecek, şefaatin kimseye faydası olmayacak ve kimseye yardım edilmeyecektir.

Bakara Suresi 2:254 Müminler! Size rızık olarak ne vermişsek, ondan hayra harcayın. Bunu; alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı gün gelmeden yapın. Bunları görmemekte direnenler yanlışlar içindedirler.

Bakara Suresi 2:255 O, Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, sürekli işinin başındadır. O’nu ne uyuklama tutar ne de uyku! Göklerde ve yerde olan her şey O’nundur. O’nun izni olmadan huzurunda şefaati (birinin yanında olmayı) kim göze alabilir?[1*] Onların şu anda yapmakta olduklarını da geçmişte yaptıklarını da O bilir. Onlar, O’nun bilgisinden izin verdiği kadarı dışında bir şey kavrayamazlar. Hâkimiyeti, gökleri de kapsar yeri de. Bu ikisini korumak O’na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.[2*] 

[1*] Şefaat, birinin eşlik etmesini istemek, eşlik etmek veya arka çıkmaktır (el-Ayn, Müfredât).


[2*] Bu âyet vahdet-i vücudu reddetmektedir; çünkü vahdet-i vücuda göre Allah’tan başka varlık yoktur, varlık diye bilinenler onun gölgesidir. Onlara göre gölge de yoktur. Oysa "Göklerde ve yerde olan her şey O’nundur." ifadesi Allah dışındaki varlıkların gerçek olduğunu bildirmektedir.

Bakara Suresi 2:275 Faiz yiyenler, şeytanın aklını çeldiği[*] kimsenin tavrından farklı tavır göstermezler. Bu (şeytanca tavır,) onların “Alım-satım, tıpkı faizli işlem gibidir.” demeleridir. Allah, alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır. Kime Sahibinden (Rabbinden) bir öğüt ulaşır da faiz almayı bırakırsa, önceden aldıkları kendine kalır. Onun işi Allah’a aittir. Kim de devam ederse, onlar cehennem ahalisidir, orada ölümsüz olarak kalacaklardır. 


[*] Ayette geçen, tehabbut تخبط,  “takılıp aklını çelme ve aklını bozma” anlamlarına da gelir (Lisân, Tâc’l-arûs). 

Bu ayeti vermemizin sebebi şefaat edilmek istiyorsak bu tip günahlardan uzak durmamız, bulaşmış isek tövbe edip tekrardan bu tip günahları işlememektir.

Nisa Suresi 4:31 Size konan yasakların büyüklerinden kaçınırsanız kabahatlerinizi örter, sizi şerefli bir yere yerleştiririz[*]. 


[*] Allah'ın Elçisi (ona dua ve selâm olsun) konu ile ilgili olarak şunları söylemiştir:

“Felâkete sürükleyen yedi şeyden sakınınız.

- Ey Allah'ın Elçisi nelerdir onlar?

- Allah’a ortak koşmak, sihir, haklı sebeple olması bir yana Allah’ın dokunulmaz kıldığı bir canı öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana toplu hücum yapılacağı sırada savaştan kaçmak ve kötü yolla ilgisi olmayan namuslu mümin kadınlara zina iftirasında bulunmaktır.” (Buhârî, vesâyâ, 23; Müslim, İman 145)


Bunlara ilave olarak Kur’an’da içki, kumar, fuhuş çeşitleri ve eşcinsellik, Allah hakkında bilmediği şeyi söylemek, Allah’ın ayetlerini tahrif etmek, malların paranın ve insanların serbest dolaşımına engel olacak her türlü terör ve düzen bozucu faaliyet (zorbalık) büyük günahlar olarak tek tek belirtilmiştir. 
  
Nisa 4:48 Allah kendisine ortak oluşturulmasını (şirki) bağışlamaz. Bunun altında olan günahları, şirkten uzak kalmayı tercih eden kişi için bağışlar. Kim Allah'a ortak oluşturursa, O’na büyük bir iftirada bulunmuş olur. 

Nisa Suresi 4:56 Ayetlerimizi görmezden gelenleri (kafirleri) ateşte kızartacağız; derileri piştikçe başka derilerle değiştireceğiz ki o azabı tatsınlar. Üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır. 

Nisa Suresi 4:85 İyi bir işe destek veren[*] ondan bir pay alır; kötü bir işe destek veren de ondan dolayı bir sorumluluk üstlenir. Her şeyi görüp gözeten Allah'tır. 

[*] Burada şefaat kelimesine “destek veren” anlamı verilmiştir. Çünkü şefaat, birinin eşlik etmesini istemek, eşlik etmek veya arka çıkmaktır. (El-Ayn, Müfredât)

*Şefaat’e örnek, kelime anlamı… (Şefaat, şef’ (الشَّفْع) kökünden tekliğin zıddına iki şeyin yan yana olması demektir. Birinin işini görmek için onunla birlikte gitme anlamına da gelir. İnsanın bilgisi az olduğu için tanımak istediği kişiyi ona, güvendiği birinin tanıtması önemlidir. Dolayısıyla insanlar arasında bu tür şefaatler olur.)

Türkçe’de şefaat daha ziyade âhiretteki aracılık ve özellikle de Hz. Peygamber’in, hem bütün insanlara (hesaba çekilmenin, yargılanmanın bir an önce başlaması, bekleme sıkıntısının son bulması için) hem de ümmetinin günahkârlarına (günahlarının bağışlanması için) Allah nezdinde yapacağı aracılık mânasında kullanılır. Ancak Kur’an’da ve Arapça’da ise şefaatin buna ek olarak daha geniş bir mânası vardır. Ayrıca hemen her zaman toplum içinde aracılık faaliyeti sürdürülmüş ve aracılar bulunmuştur. Özellikle hukuk, adalet, ehliyet ve emanet duygusu ve şuurunun ve bunlara dayalı uygulamaların ikinci plana atıldığı; güçlü, hatırlı, yakın olanların –haklı veya haksız olarak– işi bitirdiği dönemlerde, bu mânada toplum ahlâkının zaafa uğradığı zamanlarda şefaat (adam bulma, torpil kullanma) yaygın, normal, hatta zaruri hale gelmektedir. Ancak mahşer sabahı günahların affı ve şefaat edici sadece Allah’tır.

Nisa Suresi 4:93 Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ölmemek üzere kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu dışlamış (lanetlemiş) ve onun için büyük azap hazırlamıştır. 

Kasten adam öldüren kimselere uygulanacak dünya cezası kısastır.

Nisa Suresi 4:116 Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun altında olanı, şirkten uzak kalmayı tercih eden kişi için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa derin bir sapıklığa düşmüş olur. 

Nisa Suresi 4:123 Ne sizin kuruntularınız ne de Ehl-i Kitab’ın kuruntuları geçerlidir[*]. Kötülüğü kim yaparsa cezasını görür. Böylesi kendine, ne Allah ile arasına girecek bir dost, ne de bir yardımcı bulacaktır. 


[*]Bakara 2/111 (Yahudiler) ‘Yahudi olandan başkası’ veya (Hristiyanlar) ‘Hristiyan olandan başkası Cennet’e giremez’ dediler. Bu onların kuruntusudur. De ki “Eğer doğru söylüyorsanız delilinizi getirin!” 

Bazı Ehl-i kitap gruplarıyla bir kısım Müslümanlar veya müşrik Araplar, boş kuruntulara, delilsiz, dayanaksız kanaatlere kapılarak Allah’ın kendilerine farklı muamele edeceğini, günah işleseler bile âhirette cezalandırmayacağını iddia etmişlerdir. Âyetler bu gibi boş sözleri ve kuruntuları reddettikten sonra şu evrensel kanunu ilân etmektedir: Dünya hayatında sa‘y (emek, çaba, eser) kanunu geçerlidir. Kötülük eden cezasını görür, hakça bir düzende kimse onu koruyamaz. Mümin olup iyi işler yapan, güzel davranışlarda bulunanlar da, cinsiyetleri ne olursa olsun cennete girerler, kendi seçimleri ve eserleri olmayan farklılıklardan dolayı zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.

En’am Suresi 6:51 Rablerinin huzuruna çıkarılacakları için korkanları, bununla (bu Kitapla) uyar. Orada onların ne bir dostu ne de şefaatçileri olacaktır. Belki çekinip kendilerini korurlar. 

En’am Suresi 6:70 Dünya hayatına aldanıp oyun ve eğlenceyi kendine din edinenleri bırak[*] ve onlara Kur'an'dan şunu bildir: Kimsenin yapıp ettiği yakasını bırakmayacak, Allah ile arasına girecek dostu da şefaatçisi de olmayacak, bedel olarak ne verse kabul edilmeyecektir. Ayetleri görmezlikte direnmelerine karşılık bunların kurtulamayacakları şey, kaynar sudan bir içecek ve acıklı bir cezadır. 

[*] “Dünya hayatına aldanıp dinlerini oyun ve eğlence haline getirenleri bırak” şeklinde de anlam verilebilir. Bkz: Maturidi Tevilat

En’am Suresi 6:94 Allah tarafından onlara denecek ki “Size verdiklerimizi arkanızda bırakıp ilk önce yarattığımız gibi karşımıza tek tek geldiniz. İşlerinizde size eşlik edeceklerini kurguladığınız şefaatçilerinizi de yanınızda göremiyoruz. Aranız iyice açılmış; kuruntusunu ettikleriniz sizden savuşup kaybolmuşlar” 

İnkârcıların âhirette, mutlak güç ve hâkimiyet sahibi olan Allah karşısındaki yalnızlık ve çaresizliklerinin anlatıldığı âyete göre onların dünyadaki akraba ve dostları, kendilerini şımartıp azgınlaştıran mal ve mülkler, makam ve mevkiler, Allah’tan başka ilahlaştırdıkları şeyler Allah karşısında onlara zerre kadar fayda sağlamayacak, yardımını umdukları şeyler kaybolup gidecektir.

En’am Suresi 6:160 Kim bir iyilikle gelirse ona, on katı verilir. Kim de kötülükle gelirse sadece bir katı ile cezalandırılır[*]. Kimseye haksızlık yapılmaz. 

[*] Müteşabih (Benzeşen) ayetler için Bkz. Furkan 25/69 , Kasas 28/84, Ahzab 33/68, Mümin 40/40

Furkan 25/69 (Mezardan) kalkış günü onun cezası ikiye katlanır[*]. Sürekli itibarsızlık içinde kalır.

[*] “Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim affeder ve arayı düzeltirse onun ödülü Allah’a aittir. Allah yanlış davrananları sevmez.” (Bkz. Şurâ 42/40)

Her suçun ahiret boyutu da vardır. Ahirette ceza görmemek için tevbe gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:(وَمَنْ يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللَّهَ يَجِدِ اللَّهَ غَفُورًا رَحِيمًا.) “Kim bir kötülük işler veya kendini kötü duruma sokar, sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, görür ki Allah’ın bağışlaması çok, ikramı boldur.” (Bkz. Nisa 4/110) 

Kasas 28/84 Kim iyilik yapmış olarak gelirse, daha iyisini bulur. Kim de kötülük yapmış olarak gelirse, kötülük yapmış olanlara sadece yaptıklarının karşılığı verilir. 

Ahzab 33/68 "Rabbimiz! Onlara bu azabın iki katını ver; onları tamamen[*] dışla" derler. 

[*] Metin “büyük bir dışlanmışlıkla dışla” şeklindedir. Türkçe’de böyle bir ifade tarzı olmadığı için bu anlam verilmiştir.

Mümin 40/40 Kim bir kötülük yaparsa yaptığının dengi dışında bir ceza görmez. İster kadın, ister erkek olsun; inanıp güvenen ve iyi iş yapan kimse de cennete girer. Orada onlara hesapsız rızık verilir. 

A’raf Suresi 7:8-9 O gün tartı kurulacağı gerçektir. İyilikleri ağır basanlar, umduklarına kavuşacak olanlardır. İyilikleri hafif gelenler ise ayetlerimiz karşısında yanlış davranmaları sebebiyle zararı kendi vücutlarına vermiş olurlar.

A’raf Suresi 7:53 Onlar, onun uyarılarının gerçekleşmesinden (tevilinden) başkasını mı bekliyorlar? Uyarılarının gerçekleştiği gün, evvelce onu unutmuş olanlar şöyle diyeceklerdir: “Rabbimizin elçileri gerçeğin kendisini getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek kimseler var mı ki şefaat etsinler? Ya da geri gönderilsek de yapıp ettiğimiz işlerden başkasını yapsak olmaz mı?” Onlar kendilerine yazık etmiş kimselerdir. Uydurdukları şeyler de kaybolmuş olacaktır.

A’raf Suresi 7:188 De ki “Allah fırsat vermezse benim kendime bile bir fayda sağlamaya veya zarar vermeye gücüm yetmez. Eğer gizli bilgileri (gaybı) bilseydim, daha çok malım olurdu, bana bir kötülük de dokunmazdı[*]. Ben, inanıp güvenen bir topluluk için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim, o kadar.”

[*] Önceden tedbir alır, her şeyi faydaya çevirirdim. 

Yunus Suresi 10:3 Sizin Rabbiniz Allah’tır; gökleri ve yeri altı günde[*] yaratmış sonra yönetime (arşa) geçmiştir. İşleri çekip çeviren O’dur. Şefaat edecek olan, ancak O’nun izninden sonra edebilir. İşte Allah budur, sizin Rabbinizdir. Siz O’na kul olun. Bilgilerinizi kullanmayacak mısınız?

[*] Sizin Rabbiniz Allah’tır; gökleri ve yeri altı günde[*] yaratmış, sonra yönetime (arşa) geçmiştir. O, gündüzü kendini sürekli kovalayan gece ile örter. Güneşi, ayı ve yıldızları da emrine boyun eğmiş olarak yaratmıştır. Bil ki yaratmak da emretmek de O’nun işidir. Varlıkların Rabbi olan Allah, pek yücedir. Araf 7/54 [1*] Allah katındaki bir gün, bize göre bin yıl kadar olduğu için (Hac 22/47) bu ayetteki altı gün altı bin yıla karşılık gelir.

Yunus Suresi 10:18 Kendilerine zarar vermeyecek, fayda da sağlamayacak olan şeyi Allah ile aralarına koyup kul olurlar. Bir de derler ki “Bunlar Allah’ın yanında bizi yanına alacak (şefaat edecek) olanlardır.” De ki “Siz Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?” O, onların ortak saydıklarından uzak ve yücedir.” 

Ra’d Suresi 13:22-24 Yine bunlar, Rableri yüzlerine baksın diye sabreden[*1], namazı tam kılan, kendilerine verdiğimiz rızıktan, gizli açık harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. O son yurt işte onlarındır. Orada kalıcı bahçeler bulunur. Babalarından, eşlerinden ve evlatlarından uygun durumda olanlarla[*2] beraber olurlar. Melekler her kapıdan yanlarına girerler. “Esenlik ve güvenlik sizedir (Selamun aleykum)! Bu, sabrınızın karşılığıdır. O dünyanın sonu ne güzel oldu!” derler. 

[*1] Sabır: Zorluklara göğüs germek, katlanmak, dayanmak.

[*2] Şirk günahı ile ölmemiş olanlar.

Kehf Suresi 18:103-106 De ki "İşleri en büyük zararla kapanacakları size haber vereyim mi? Dünya hayatında güzel iş yaptıklarını sandıkları halde çalışmaları hedefinden şaşanlardır." Onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’nunla karşılaşmayı göz ardı etmekte direnenlerdir. Bu yüzden yaptıkları işler boşa gider. (Mezardan) kalkış gününde onlar için artık tartı kurmayız" İşte böyle. Ayetleri görmezlikte direnmelerine karşılık cezaları cehennemdir. Onlar, âyetlerimi ve elçilerimi hafife almışlardır. 

Meryem Suresi 19:85-87 Allah’tan çekinerek korunanları[1*], Rahman’ın huzurunda, seçkin heyetleri ağırlar gibi[2*] topladığımız günde, Günahkarları, suya koşarcasına cehenneme sevk edeceğiz. Orada) Rahman’dan söz almış olanlar[3*] dışında kimse şefaatten yararlanma[4*] hakkına sahip olamayacaktır[5*]. 

[1*] Müttaki: Allah’tan çekinerek korunanlar, kendini (fıtratını) bozmayanlar. Bkz Bakara 2/2.


[2*] Bu ağırlamanın nasıl olacağı Zuhruf 43/67-73 ayetlerinde anlatılmaktadır.

[3*] Şirk günahı işlememiş olanlar. Çünkü “Allah, kendisine ortak koşulmasını (şirki) bağışlamaz#. Bunun altında olanları, tercih ettiği kişi# için bağışlar.” (Nisa 4/48)

[4*] Ayetteki şefaat kelimesi mastar olduğu için ism-i mef'ul anlamı verilmiştir. Çünkü bu durumdaki bir kişinin sahip olabileceği tek şey şefaatten yararlanma hakkıdır. 


[5*] Şefaat, birinin eşlik etmesini istemek, eşlik etmek veya arka çıkmaktır. (El-Ayn, Müfredât). Mahşer günü kimseye şefaat edilmeyecektir. “Öyle bir günden çekinip korunun ki o gün kimse kimsenin yerine ceza çekmeyecek, kimseden şefaat kabul edilmeyecek, kimseden fidye alınmayacak ve kimseye yardım edilmeyecektir.” (Bakara 2/48) Dünyada insanlar birine destek olabilirler. “İyi bir işe destek veren ondan bir pay alır; kötü bir işe destek veren de ondan dolayı bir sorumluluk üstlenir.” (Nisa 4/85) Bu ayetlere göre Cennete gitmiş biri, şirk günahı ile değil de diğer günahlarından dolayı cehennemde olan bir yakınını yanına isteyebilir. İster dünyada ister cehenneme gitmiş biri için olsun, şefaat ancak Allah’ın onayıyla olabilir. 

Tâhâ Suresi 20:105-112 Sana dağları soruyorlar. De ki “Rabbim onları kül gibi savuracaktır, Yerlerini de aynı seviyede dümdüz bırakacaktır. Orada ne bir alçaklık ne de yükseklik göreceksin. 
O gün sesler Rahman için kısılacak, bir tarafa sapmadan dosdoğru o davetçinin peşinden gideceklerdir[*1]. Fısıltıdan başka bir şey duyamayacaksın.” O gün[*2] şefaat, sadece Rahman’ın onay verdiği ve lehine söz söylenmesini kabul ettiği kişiye fayda sağlar[*3]. Yaptıklarını da geriye bıraktıklarını da O bilir. Ama onlar (şefaat edecekler) bunları bilemezler. Başlar, diri ve sürekli işinin başında olan Allah için eğilecektir. Yanlış yük yüklenenler de umduklarını bulamayacaklardır. Kim inanıp güvenerek iyi işler yaparsa, ne haksızlıktan ne de hakkının yenmesinden korkar. 

[*1] Günahkarları, suya koşarcasına cehenneme sevk edeceğiz. (Orada) Rahman’dan söz almış olanlar# dışında kimse şefaatten yararlanma hakkına sahip olamayacaktır. (Meryem 19/86-87)


[*1] O gün, yeniden dirilişle başlayıp sonsuza kadar devam edecek olan Kıyamet Günüdür. İlgili âyet şöyledir: “Allah’ın kulları için çıkardığı süsü ve temiz rızıkları kim haram edebilir?” diye sor ve şöyle de: “Bunlar dünyada müminler içindir#(ama kafirler de faydalanırlar); Kıyamet Günü sadece müminler için olacaktır.” Bilen bir topluluk için âyetlerimizi böyle açıklarız. (Araf 7/32)


[*2] Bunlar, günahları sevaplarından çok olduğu halde şirk günahı işlememiş olanlardır. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Tartıları (sevapları) ağır gelen mutlu bir yaşayış içine girer.Kimin de tartıları (sevapları) az olursa onun da anası Haviye olur. Haviye nedir, nereden bileceksin? O, kızgın bir ateştir.” Allah, şirk günahı işlememiş olanlara bağışlanma sözü vermiştir. İlgili ayetlerden biri şöyledir: “Allah, kendisine ortak koşulmasını (şirki) bağışlamaz. Bunun altında olan günahları, düzenine uygun gördüğü kişi için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa, O’na büyük bir iftirada bulunmuş olur.” (Nisa 4/48) Allah’ın koyduğu düzen günahı sevabından çok olanın ceza çekmesidir. Cehenneme gidenlerle ilgili şu iki âyet konuya son noktayı koymaktadır: “Günahkarları, suya koşarcasına cehenneme sevk edeceğiz. (Orada) Rahman’dan söz almış olanlar dışında kimse şefaat hakkına sahip olamayacaktır” (Meryem 19/86-87) Rahman’dan söz alanlar, şirke düşmemiş olanlardır. Şefaat, bunların bir süre cezalarını çektikten sonra bağışlanıp Cennetteki yakınlarının yanına yerleştirilmeleridir. 

Enbiya Suresi 21:26-28 “Rahman evlat edindi” dediler. Allah’ın onunla ilgisi olmaz. Evlat dedikleri kişiler ikram görmüş kullardır. İlk sözü onlar[*1] söyleyemezler. Onlar, Allah’ın emriyle iş yaparlar. Yaptıklarını da geriye bıraktıklarını da O bilir. O’nun razı olduğu kişiden başkası lehine destek veremezler[*2]. Onlar Allah korkusundan titrerler. 

[*1] Allah’ın oğlu veya kızı olduğu iddia edilen o kullar.

[*2] Dua edemezler.

Enbiya Suresi 21:98-103 Hem siz, hem de Allah ile aranıza koyarak kulluk ettikleriniz cehennem odunudur. Siz oraya gireceksiniz. Bunlar ilah olsalardı oraya girmezlerdi. Hepsi orada, ölümsüzleşeceklerdir.Yapacakları tek şey, cehennemde inim inim inlemektir. Orada kimseyi dinleyemeyeceklerdir. Yaptıklarının en güzeli ile karşılanma sözü verilenler[*] ise cehennemden uzak tutulacaklardır. Cehennemin hışırtısını bile duymayacak, onlar da canlarının çektiği nimetler içinde ölümsüzleşeceklerdir. O en büyük korku bile onları üzmeyecek: onları Melekler karşılayarak “İşte size söz verilen gün bugündür” diyeceklerdir.

[*] Bunlar büyük günahlardan uzak duran kişilerdir. Bkz: Nisa 4/31, Necm 53/32

Furkân Suresi 25:68-71 Onlar, Allah ile beraber başka bir ilahı yardıma çağırmazlar. (Kur’ân’ın) Haklı (saydığı) bir sebep[1*] yoksa Allah’ın dokunulmaz kıldığı canı öldürmezler; zina da etmezler. Kim bunları yaparsa doğal yapısından uzaklaşma cezasına çarptırılır[2*]. (Mezardan) kalkış günü onun cezası ikiye katlanır[*3]. Sürekli itibarsızlık içinde kalır. Ancak dönüş yapan(tevbe), inanıp güvenen ve iyi iş yapan başka. Allah onların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah bağışlar, ikram eder.Kim dönüş yapıp iyi iş yaparsa gerçekten Allah tevbesini kabul etmiş olur. 

[1*] Bunlar kısas (Bkz. Bakara 2/178), savaşta vuruşma anı (Bkz. Muhammed 47/4) ve terör (Bkz. Mâide 5/33) suçlarıdır.


[2*] Ayette esâm şeklinde geçen  إِثْمَ =ism, kişiyi sevaptan yani iyiliklerden ve doğal yapısından uzaklaştıran davranış anlamındadır. (Müfredât). Adam öldürenler  ayrıca kısas (Bkz. Bakara 2/179) ve zina edenler de 100 kırbaç ceza (Bkz. Nur 24/2) ile cezalandırılırlar.

[*3] “Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim affeder ve arayı düzeltirse onun ödülü Allah’a aittir. Allah yanlış davrananları sevmez.” (Bkz. Şurâ 42/40)

Şuarâ Suresi 26:99-103 Bizi yoldan çıkaranlar, şu günahkârlardan başkası değildir. Artık bizi ne kayıracak biri var, Ne de bir can dostu. Keşke bize fırsat verilse de müminlerden olsak.” İşte bunda tam bir ibret vardır ama bunlardan çoğu inanacak değillerdir. 

Şuarâ Suresi 26:214 Sen kavminden en yakınlarını uyar ayeti inince Allah’ın elçisi şöyle bir konuşma yapmıştı:

“Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi kurtarmaya bakın; Allah’ın yanında size bir faydam olmaz. Ey Abdumenaf oğulları! Allah’ın yanında size faydam olmaz. (Amcam) Abdulmuttalib oğlu Abbâs! Allah’ın yanında sana faydam olmaz. (Halam) Safiyye! Allah’ın yanında sana faydam olmaz. Ey kızım Fatma! Benim malımdan dilediğini iste. Ama Allah’ın yanında sana faydam olmaz.” dedi.” (Buhârî, Vesâyâ, 11)

Neml Suresi 27:62 Darda kalan biri yardım istediğinde ona karşılık verip sıkıntılarını gideren, sizi yeryüzünün hâkimleri yapan kimdir? Allah ile birlikte başka bir ilah mı var? Bilginizi ne kadar az kullanıyorsunuz! 

Ankebût Suresi 29:41 Allah’tan önce velilere(dostlara) sarılanların durumu örümceğin durumuna benzer. Örümcek bir yuva edinir ama yuvaların en gevşeği örümcek yuvasıdır. Keşke bunu bilselerdi. 

Rûm Suresi 30:12-13 Kıyamet saati geldiğinde suçluların umutları bitecektir. Allah’a ortak saydıkları arasından bir şefaatçileri de olmayacaktır. Zaten ortak saydıklarını tanımazlıktan geleceklerdir. 

Secde Suresi 32:4 Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan sonra da Arşa(yönetimi) geçen Allahtır. O'ndan başka bir dostunuz ve destekçiniz yoktur. Bilginizi kullanmaz mısınız?

Ahzâb Suresi 33:64-65 Allah şüphesiz, görmezlikten gelenleri dışlamış ve onlara alevli bir ateş hazırlamıştır. Orada sonsuza kadar ölümsüzleşecekler; kendilerine bir dost ve yardım edecek birini bulamayacaklardır. 

Orada hiçbir koruyucu ve yardımcı bulamadan ebedî olarak kalacaklardır.

Sebe’ Suresi 34:23 Onun katında şefaatin, onun izin verdiği kimseden başkasına yararı olmaz. İçten yakarışları[*] sona erdiğinde onlara; "Sahibiniz ne demişti?" diye sorulur: "Tamamıyla gerçeği söylemiş” derler. O, yücedir, büyüktür. 

[*] Din günü geri gönderilmek veya fidye vermek için yaptıkları içten yakarış.(ilgili ayetler bazıları Müminun 23/99-100)

Yasin Suresi 36:23-24 Allah ile arama başka ilahlar koyup onlara tutunur muyum hiç? Rahman bir zarar vermek istese onların şefaati benim bir işime yaramaz. Onlar beni kurtaramazlar. Öyle yaparsam, açık bir sapıklık içinde olurum.

Zümer Suresi 39:43-44 Yoksa onlar, Allah ile aralarına girecek şefaatçiler mi buldular? De ki “Ya onların bir yetkileri yoksa, akıllarını da kullanamıyorlarsa?” De ki “Şefaat yetkisi tümüyle Allah’ın elindedir. Göklerin ve yerin hakimiyeti O’ndadır. Zaten sonunda tekrar yaratılıp O’nun huzuruna çıkarılacaksınız.” 

Mü’min Suresi 40:17-18 O gün herkese, kazandığının karşılığı verilir. O gün haksızlık olmaz. Allah, hesabı çabuk görür. Çok yakında gelecek olan o gün konusunda onları uyar. O, yüreklerin ağza geleceği, boğazların düğümleneceği gündür. Yanlış yapanların ne bir can yoldaşı olacak ne de sözü dinlenecek bir şefaatçısı!

Zuhruf Suresi 43:86 Allah ile aralarına koyduklarını yardıma çağıranlar, şefaatten yararlanamazlar; oysa bilerek doğruya şahitlik edenler öyle değildir[*].

[*] Allah ile arasına aracı koyanlar müşriklerdir. Onlar şefaatten yararlanmayacaklar; yani cehennemden çıkarılıp cennette bulunan bir yakınlarının yanına yerleştirilmeyeceklerdir. Allah’ın Elçisinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.” Hadisi rivâyet eden Câbir dedi ki: “Büyük günahı olmayanın şefaate ne ihtiyacı olur!” (Tirmizi, Sünen, Kıyâmet 12, (2436)

(Orada) Rahman’dan söz almış olanlar dışında kimse şefaat hakkına sahip olamayacaktır.  (Meryem 19/87)


“Bilerek doğruya şahitlik edenler” Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik edenlerdir. Böyleleri müşrik olmadıkları için günahlarından dolayı cehenneme sokulsalar da oradan çıkarılıp cennetteki yakınlarının yanına yerleştirileceklerdir. Şefaat budur.

Duhân Suresi 44:40-42 İyi ile kötünün ayırt[*] edileceği gün, onların tamamının toplanacağı gündür. O gün dostun dosta faydası olmayacak; kimse kimseden yardım görmeyecektir. Ama Allah’ın ikram edeceği kişiler olacaktır. O üstündür, ikramı boldur. 

[*] Bu mezardan kalkış (kıyamet) günü ve hesap verme günüdür. Bkz Saffat 37/20-21, Mürselat 77/8-15, Nebe 78/17-18

Tûr Suresi 52:17-21 Kendini korumuş olanlar bahçelerde ve nimetler içinde... Sahiplerinin verdikleriyle sefa sürerler. Sahipleri onları Cehennem’in azabından da korumuştur. Onlara şöyle denir: “Yiyin için; afiyet olsun. Bu, yaptıklarınıza karşılıktır.” Sıra sıra dizilmiş sedirlere yaslanırlar. Onlara, iri siyah gözlü kadınları (hurileri) hizmetçi olarak[1*] veririz. Nesillerinden, inanıp güvenmiş (imanlı) olarak kendilerini takip etmiş olanları da o müminlere katarız. Onların yaptıklarından bir şey de eksiltmeyiz[2*]. Çünkü herkesi, kendi kazandığı bağlar[3*].

[1*] Kur’an’da eşleştirmek fiilinin iki türlü kullanımı vardır. Birincisi evlendirmek anlamına gelen harf-i cersiz ifadedir. Bunun örneği şu âyettir: (زَوَّجْنَاكَهَا ) zevvecnâkehâ (Bkz: Ahzab 33/37) ikincisi bu âyetteki gibi  bâ =بِ) harf-i cerri ile olandır. Bunun anlamı da yanına, hizmetine vermektir.  

[2*] Şefaat yüzünden yanına alan konumunda olan kişinin kazandıklarında bir eksilme olmaz. Gelen, kendi kazandığıyla gelir ve diğerine yük olmaz.


[3*] Bu âyetler, cehennemde yalnızlaşan ve oranın azabını çeken Müslümanların cennetteki yakınlarının yanına yerleştirileceklerini göstermektedir. İşte şefaat budur.

Necm Suresi 53:19-30 Siz, Lat’ı ve Uzza’yı hiç düşündünüz mü? Ya diğerini; üçüncüsü olan Menat’ı? (Size göre bunlar Allah’ın kızlarıdır.) Erkekler sizin olsun, kızlar da Allah’ın, öyle mi? (Size göre) bu, haksız bir paylaşma olmaz mı? Bunların kendileri yok, sadece adları vardır. O adları, siz ve atalarınız dillendiriyorsunuz. Allah onlarla ilgili bir belge (yetki) indirmedi. Sadece varsayımlarınızın ve canınızın istediği şeyin peşinden gidiyorsunuz. Bakın işte size Sahibinizden bir rehber geldi. Acaba insan her istediğini elde edebilir mi? (Aklınızı başınıza alın!) Her şeyin sonu da Allah’ındır, başı da. Göklerde çok melek var ama onların şefaati (desteği) işe yaramaz. İşe yaraması için Allah’ın tercih ettiği kişiye, O’nun izni ve rızası ile olması gerekir.[*] Ahirete inanmayanlar meleklere hep kız ismi takarlar. Bu konuda ellerinde bir bilgi de yoktur, sadece varsayımlarıyla hareket ederler. Varsayım, gerçeğin yerini tutamaz. Bizim doğru bilgilerimize (Kur’an’a) sırtını dönen ve dünya yaşayışından başkasını istemeyen kimseyle arana mesafe koy. Onların ilimden payları işte bu kadar. Senin Sahibin, yolundan sapanları iyi bilir, doğru yolda olanları da iyi bilir. 

[*] Şefaat, şef’ (الشَّفْع) kökünden iki şeyin yan yana olması, tek olmaması demektir. Birinin işini görmek için onunla birlikte gitme anlamına da gelir(Mekâyîs, Müfredât). Bu dünyada bu tür destekler olabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Her kim iyiliğe şefaat ederse (destek verirse) ondan ona pay vardır. Kim de kötülüğe şefaat ederse ondan da sorumluluğu olur. Allah her şeyi korur ve kollar.” (Nisa 4/85) Bu dünyada meleklerin insanlara böyle destekleri olabilir. Bunu şu âyetten öğreniyoruz: “Karanlıklardan aydınlığa çıkasınız diye Allah ve melekleri size destek vermektedir. O’nun inanıp güvenenlere ikramda bulunur.” (Ahzab 33/43) Bu âyet, Allah’ın onayı olmadan meleklerin  kimseye destek veremeyeceğini bildirmektedir. 

Türkçe’de şefaat, Allah’ın yanında birine arka çıkma ve yardımcı olma anlamında kullanılır. Mahşer yerinde böyle bir şefaat olmayacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Öyle bir günden çekinin ki, o gün kimse kimsenin yerine ceza çekmez, kimseden şefaat kabul edilmez, kimseden fidye alınmaz ve kimseye yardım edilmez.” (Bakara 2/48)

Ahiretteki şefaat ancak, cehennemde cezasını çekmiş olanların, Cennetteki yakınları tarafından kabul edilmesi şeklinde olabilir. İlgili âyetler şöyledir: "Rabbine and olsun ki onları, şeytanlarla birlikte toplayacağız. Sonra diz çöktürerek alevli ateşin (cehennemin) çevresine getireceğiz. Sonra her toplumdan Rahman’a en sert baş kaldıranları çekip ayıracağız. Cehennemde kızarmayı en çok kimin hak ettiğini iyi biliriz. Sizden (günahı sevabından çok olanlardan) oraya uğramayacak yoktur. Bu, Rabbinin uygulamayı üstlendiği kesin hükümdür. Sonra kendini (şirkten) korumuş olanları kurtaracak, zalimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.” (Meryem 19/68-72)

Günahkarları, suya koşarcasına cehenneme sevk edeceğiz. (Orada) Rahman’dan söz almış olanlar# dışında kimse şefaata (birinden destek görme hakkına) sahip olamayacaktır (Meryem 19/86-87). 


Bunlar şirk günahı ile cehenneme girmemiş olanlardır. Çünkü “Allah, kendisine ortak koşulmasını (şirki) bağışlamayacaktır.” (Nisa 4/48)

Necm Suresi 53:31-32 Göklerde ve yerdeki her şey Allah’ındır. Düzenini, kötülük edenleri yaptıklarına göre cezalandırmak ve güzel işler yapanları da daha güzeli ile karşılamak için kurmuştur[1*] Güzel davrananlar, kusurları hariç[2*], günahların büyüklerinden ve fuhuş çeşitlerinden[3*] kaçınanlardır. Sahibinin bağışlaması boldur. Topraktan sizi oluştururken de analarınızın karnında birer cenin iken de sizi en iyi bilen O’dur. Kendinizi iyi göstermeye kalkmayın[4*]. Doğal yapısını kimin koruduğunu en iyi O bilir. 

[1*] “Sizi zorlu bir imtihandan geçirmek ve hanginizin daha iyi davranacağını belirlemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah’tır. O sırada arşı (yönetim merkezi) suyun üstündeydi.” (Hud 11/7)

[2*] “Size konan yasakların büyüklerinden kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz.” (Nisa 4/31)

el lememe(اللَّمَمَ):Etrafındakiler, çevresindekiler anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’de büyük günahlar(kebair el ismi) ve onun etrafındekiler sınıflandırması vardır. Küçük günahlar diye bir sınıflandırma yoktur.

[3*]  Fuhuş çeşitleri diye tercüme ettiğimiz kelime fevâhiş’tir; fuhuş’un çoğuludur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Kur’an’a göre zina ve erkek erkeğe ilişki fuhuştur. Üçüncüsü kadın kadına yaşanan sevicilik olabilir.


[4*] Bakara 2/151,  Şems 91/9, Nisa 4/49 ve Tevbe 9/103 bkz.

Meâric Suresi 70:10 Bir can yoldaşı, diğer can yoldaşını sormaz bile. 

Müddessir Suresi 74:48 Artık şefaatçilerinin şefaati onlara bir fayda vermez.

Bu ayet şefaatin varlığını göstermekte ve kıyamet gününde Allah tarafından başkalarına şefaat edilebileceğini ima etmektedir.

İnfitâr Suresi 82:13-19 İyiler, elbette nimetlere kavuşacaklardır. Taşkınlık edenler ise alevli ateşte olacaklar, hesap verme günü oraya girip kalacaklar, oradan kaçıp kurtulamayacaklardır. Hesap verme günü nedir, sen ne bileceksin? Gerçekten, sen ne bileceksin hesap verme gününün ne olduğunu? (Öyleyse dinle!) O gün, kimsenin kimse için bir şey yapamayacağı gündür. O gün bütün yetki Allah’ındır. 

Târık Suresi 86:10 Kişinin ne kuvveti kalır ne de yardımcısı. 

Bu ayette ahirette insanın kendisini Allah’ın hükmettiği cezaya karşı koruyacak bir gücü ve yardımcısının bulunmayacağını ifade etmektedir.

Zilzal Suresi 99:7-8 Kim, zerre kadar iyilik yapmışsa onu görecek. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu da görecektir. 

Kâria Suresi 101:6-11 Tartıları (sevapları) ağır gelen mutlu bir yaşayış içine girer. Ama kimin tartıları (sevapları) az olursa onun anası (gideceği yer) Haviye olur. Haviye nedir, nereden bileceksin? O, kızgın bir ateştir. 

Sonuç

Kurtuluşa ermek için yolların neler olduğunu yine Kur’an-ı Kerim’den yüce Allah’ın bildirdiği kısacası uy dediklerim uy, sakın dediklerimden sakın. En büyük günah olan ve affı mümkün olmayan şirk batağına bulaşma, Allah’a karşı dostlar, veliler, evliyalar, putlar, idoller edinme, Peygamber efendimizin ve diğer peygamberlerimizin dosdoğru baş koydukları yoldan sapma ve Rabbimizin bize bildirdiği gibi İnşirah suresi 8nci ayetindeki gibi “ve yalnız Rabbine yönel!”

Öncelikle her Müslüman’ın kendisine şu soruyu sormalıdır? Neden Yüce Allah birilerine şefaat/aracılık etme yetkisini “verebileceğini” (kesin “vereceğini” demiyorum) verebileceğini söylemiş ancak bunların kim/kimler/neler olduğunu neden söylememiş olabilir? Cevabı bizim nazarımızda çok basit, “Yüce Allah’tan isteyeceğimize “O” herhangi birilerinden isteyip te şirk batağına düşmemizi istememesindendir.” Günün 5 vakti her rekatında tekrarladığımız ayeti tekrar hatırlayalım ve şefaat konusundaki çıkarımımızı buna göre yapalım. Fatiha Suresi 1:4 (Allah'ım) Kulluğu yalnız Sana yapar, yardımı yalnız Senden isteriz. 

İnşallah kurtuluşa ermişlerden olacağız, Allah’ a karşı mahşer sabahı yüzümüz olsun diyorsanız, Resulullah'ın sünnetinden yani Kur’an’ dan ayrılmayınız, Kur'an'ı sadece baş üstü değil başucunda olarak, başvuru kitabı olarak her daim elinizde, kalbinizde taşıyınız ve hayatınıza yansıtınız.

Selam ve Dua ile,

Tolga KARAGÖZ
Güncelleme 12 Temmuz 2018