17 Ağustos 2017 Perşembe

MİZANA UYGUN NAMAZ VAKİTLERİ

Farz namazlardan dördü, Güneşin tepeden batıya kaydığı vakitten akşam alacakaranlığının sonuna kadar, biri de sabah alacakaranlığının son bölümünde kılınır.

“Namazı, güneşin zevalinden (batıya kaymasından) gecenin karanlığı bastırıncaya kadar, bir de şafak ışıklarının toplaştığı sırada kıl. Şafaktaki toplaşma gözle görülür.” (İsra 17/78)

Farz namazların ikisi gündüzün, üçü de gece kılınır.

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin zülefinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, bilenler için doğru bilgidir.” (Hûd, 11/114)



Arapçada bir şeyin bölümüne taraf (طرف)denir. Yukarıdaki âyete göre gündüzün namaz kılmanın farz kılındığı ilk vakit, Güneşin batıya kaydığı öğle vaktidir. İkincisi, gece başlamadan kılınacağı için ikindi vaktinden başkası olamaz.



Zülef (زلف) ise yakınlık anlamına gelen zülfe (زلفة)’nin çoğuludur. Arapçada çoğul, en az üçü gösterdiğinden gecenin zülfeleri, gündüze yakın üç vakit; akşam, yatsı ve sabah namazı vakitleridir. En azını yapan, emri yerine getirmiş olacağı için gece farz olan namazlar, bu üç vakitle sınırlı olur. Cibrîl bu vakitleri Nebîmize uygulamalı olarak göstermiştir.

Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:

‘Cibrîl, Ka’be’nin yanında bana iki kere imamlık yaptı. İlkinde öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken (yani Güneş üst meridyenden batıya kaydığında) kıldırdı. İkindiyi her şeyin gölgesi kendi kadarken kıldırdı. Sonra akşam namazını, Güneşin battığı ve oruçlunun iftar ettiği zamanda kıldırdı. Yatsıyı, ufuktaki kızıl kuşak (şafak) kaybolunca kıldırdı. Sabah namazını da kızıllığın parıldadığı, oruçluya yiyeceğin haram olduğu sırada kıldırdı.

İkincisinde öğleyi, her şeyin gölgesi kendisi kadar olunca yani dünkü ikindi vaktinde kıldırdı. İkindiyi, her şeyin gölgesi kendisinin iki katı olunca kıldırdı. Akşamı, önceki vaktinde kıldırdı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri geçmekte iken kıldırdı. Sabahı, yeryüzü ağarınca kıldırdı. Sonra Cebrail bana döndü ve dedi ki, “Ya Muhammed, bu senden önceki nebîlerin ibadet vaktidir. İbadet vakti bu iki vaktin arasıdır.” (Buhârî, Müslim, Ebu Davut, Nesâî ve Ahmed b. Hanbel ve Tirmîzî. Metin Tirmizî’nindir.)

Nesâî’nin bildirdiğine göre bu sırada Cibrîl önde, Nebîmiz arkada, müslümanlar da Nebîmizin arkasında yer almışlardı.









Gündüzün Namaz Vakitleri
Günün ilk namazı öğle namazı, ikincisi ikindi namazıdır. Akşam üçüncü, yatsı dördüncü sabah de beşinci namazdır.

1. Öğle vakti
Öğle vakti, Güneşin tepe noktasından batıya kaymasıyla başlar.

“Namazı, dülûk’uş-şemste (Güneşin batıya kaydığı vakitte) tam kıl…” (İsrâ 17/78)

Farz namaz vakitleriyle ilgili olarak Güneş = الشَّمْسِ kelimesinin geçtiği tek ayet budur. Bu da dünyanın her yerinde ve her zaman kolaylıkla tespit edilebilen öğle vaktidir.

“Gündüzün iki bölümünde… namazı tam kıl.” (Hûd, 11/114)

Enes b. Mâlik dedi ki; “Nebîmiz öğle namazını Güneşin batıya kaydığı vakitte kılardı…”



İkindi vakti
“Gündüzün iki bölümünde… namazı tam kıl.” (Hûd, 11/114)

Bu bölümlerden birincisi öğle, ikincisi de ikindi namazıdır. Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:

“Cebrail Kâbe’nin yanında bana…her şeyin gölgesi kendi boyu kadarken ikindiyi kıldırdı… “Cebrail ikinci kez imamlık yaptığında… ikindiyi de her şeyin gölgesi kendinin iki katı olduğu vakitte kıldırdı.( Sünen ebu Davut salât 393, Tirmizî, Mevâkît, 1)”

Diğer hadislerde ikindinin başladığı vakit net olarak belirtilmemiştir. Abdullah b. Amr b. Âs, Allah’ın Elçisi’nin (s.a.v) şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Öğlenin vakti, ikindiye kadardır. İkindinin vakti, Güneş sararıncaya kadardır.” (Müslim, el-Mesacid ve mevâdi’is-salah, 171 – (612)

Bir kişi Allah’ın Nebîsine namaz vakitlerini sormuştu. “Güneş batıya kayınca Bilâl’e emretti, kaamet getirdi. İyi bilen o vakte “Gün ortası” derdi… Sonra Güneş yüksekteyken emretti, Bilal ikaamete bulundu… Ertesi gün öğleyi, dün ikindiyi kıldığımız vakte yakın kıldırdı. Sonra ikindiyi geciktirdi; bir kişinin, “Güneş kızıllaştı” diyeceği vakitte namazı bitirdi… Adamı çağırdı ve “namaz vakti bu ikisi arasıdır” dedi. (Müslim, Mesâcid 178, (614); Ebü Dâvud, Salât 2, (395); Nesâî, Muvâkît 15, (1, 260, 261). Metin Müslim’e aittir.)

Gecenin Namaz Vakitleri
Her sabah üç doğuş ve her akşam üç batış olduğu konusunda mezheplerin ittifakı vardır. Sabahın alacakaranlığında fecr-i kâzib, fecr-i sâdık ve Güneş doğar. Güneşin batmasıyla başlayan akşamın alacakaranlığında önce birinci şafak, sonra ikinci şafak batar. Bu iki alacakaranlığın arası, gecenin ortasıdır. Böylece gece üçe bölünmüş olur.

1. Akşamın Alacakaranlığı
Akşamın alacakaranlığı Güneşin batmasıyla başlar ve bütün yıldızların ortaya çıkmasına yani Güneşin, ufkun 18° altına inmesine kadar devam eder. Hava iyice kararmadan net bir yıldız gözlemi yapılamadığı için uzay bilimciler bu alacakaranlığa astronomik tan adını verirler. Akşam ve yatsı namazları bu vakitte kılınır.

a. Akşam namazı vakti
Güneş batınca akşam namazı olur. Bu vakitte Güneşten gelen kızıl ve beyaz ışıklarla gecenin karanlığı karışır. Daha sonra bu ışıklar kümeleşerek enine uzayan kızıl ve beyaz ışık kuşakları oluşturur; beyaz kuşak üstte, kızılı onun altında yer alır. En altta siyah bir kuşak oluşunca akşam namazı vaktinin sonuna gelinmiş olur.

Rafi b. Hadîc dedi ki, “Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemle akşam namazını kılar da birimiz ayrılırsa okunun düştüğü yeri kesin olarak görebilirdi. (Buhari Müslim)

Acele edin de akşam namazını yıldız doğmadan kılın. (Ahmed b. Hanbel (öl. 241 h.), Müsned, tahkik Şuayb el-Arnaut, Adil Mürşid ve diğerleri, Müesseset’ur-risale, 2001 m. 1421 h. C. XXXVIII, s. 503.)

b. Yatsı namazının ilk vakti
Batı ufkundaki kızıl ve beyaz ışık kuşakları birbirine karışmaya başladı mı yatsı vakti girer. Bu sırada Güneş ufkun 9° altına inmiş, karanlık artmış, yıldızlar kümeleşmeye başlamıştır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Ümmetim, yıldızlar kümeleşmeden akşam namazını kılarlarsa fıtrat üzere olmaya devam ederler.( Ebû Dâvûd,Salât 6; İbn Mâce, Salât 7; Ahmed b. Hanbel, 4/147,4/117, 422)”
















FECRİ KAZİB SONLARI (DOĞU)

















YATSININ BAŞLARI (BATI)



Abdullah b. Ömer’e Şafak sorulunca “beyazlığın gitmesidir”, ğasak yani karanlığın bastırması sorulunca da, “kızıllığın gitmesidir” demiş (Ebu Muhammed Abdullah b. Vehb b. Muslim el-Mısrî el-Kuraşî (öl. 197 h.) Tahk. Maykloş Morânî (ميكلوش موراني) Dar’ul-ğarb el-İslâmî, c. I, s. 63.). Bu sırada ufuktaki kızıllık ufka dağılır ve havanın iyice kararmasına kadar kaybolmaz.

Güneşin batmadığı veya kısa süreliğine ufkun altına idiği yerlerde akşam namazı vakti, Güneşin meridyenin batı tarafına 90 derecenin üstünde bir açı yapmasıyla birlikte girer. Hesap için başka ölçü yoktur. Bunu gözlemlemek için yüzü güneye bakan bir T cetveli dikilir, cetvelin solu tam doğuyu, sağı tam batıyı gösterir. Güneş cetvelin sağ ucunun hizasını geçince akşam namazı olur.

Güneşin hiç doğmadığı yerlerde gece, doğu ufkunun kararmasıyla başlar. Nitekim dağlık bir yerde Güneş, dağların arkasında kaybolmasıyla değil; doğu ufkunun kararmaya başlamasıyla batmış olur. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:

“Gece yüzünü gösterir, gündüz sırtını döner, Güneş de batmış olursa oruçlu iftar eder. (Müslim, Sıyam 51 – (1100).)”

Oruçla ilgili âyette Güneşten söz edilmemesi önemlidir. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “… Sonra orucu akşama kadar tamamlayın.” (Bakara 2/187) “Akşama kadar” yerine “Güneş batıncaya kadar” denseydi, kutup bölgesinde yazın oruç tutmak imkânsız hale gelirdi.

Güneşin batmadığı yerlerde yatsı vakti, Güneşin meridyen geçişinden itibaren 99 derecelik bir açıya ulaştığı zaman girer. Bunu çıplak gözle belirlemek için batı noktası ile güney noktası, göz kararıyla beşe bölünür; Güneş bunun beşte birini geçince yatsı olur.

Allah’ın Elçisi, yatsıdan önce uyumayı ve yatsıdan sonra konuşmayı sevmezdi. (Buhari, Ezan, el-Kıraetu fî’l-fecr 104; Müslim, el-Mesâcid ve mevâdi’us-salah, 235 – (647))

Yatsı, ğasak’ul-leyl’e kadar kılınır. Allah Teâlâ şöyle demiştir:  “Namazı… gecenin ğasaqına kadar… tam kıl.” (İsrâ 17/78)



Ğasak’ul-leyl (Teheccüd namazı vakti)
Arapça’da ğasaq (غَسَق)’ın iki anlamı vardır; biri, ikinci şafağın battığı ve karanlığın yoğunlaştığı (Zemahşerî, a.g.e, c. VII, s. 339.) zamandır. Bu sırada Güneşin ufka uzaklığı en az 18 derecedir. Ğasaq’ın asıl anlamı serinliktir. Güneşin batmadığı yerlerde ğasaq’ul-leyl, Güneşin meridyenden en az 108 derece uzaklaştığı ve gece serinliğinin başladığı zamandır.

Bu vakit, yatsının bitimiyle başlayıp seher vaktine kadar süren en uzun bölümdür. Buna gecenin ortası (وسط الليل) denir. Teheccüd namazı bu vakitte, bir müddet uyuyup uyandıktan sonra kılınır. Bu namaz Nebimize farzdı.

“Sana ek görev olarak gecenin bir kısmında namaz için uyan. Belki Rabbin seni pek güzel bir makama yükseltir.“ (İsra 17/79)

Müminlere farz olmamakla birlikte şu âyetler onları teheccüde özendirmektedir:



“Âyetlerimize inananlar, kendilerine Kur’ân okunduğunda, her şeyi güzel yapması sebebiyle Rablerine kulluk ederek kibirlenmeden secdeye kapananlardır; yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümit içinde Rablerine yalvarırlar. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da hayra harcarlar.” (Secde 32/15-16)

“Rabbinin adını, sabah akşam aklında tut. Gecenin bir kısmında ona secde et; gecenin uzun bölümünde ona kulluk et (teheccüd namazı kıl).” (İnsan 76/26)

Keşşâf bu âyeti, “gecenin uzun bölümünde teheccüd namazı kıl” şeklinde tefsir etmiştir. (Keşşâf, a.g.e. c. IV, s. 675

Kur’ân’da سَبِّحْ kelimesi nafile namazlarla ilgili olarak kullanılmaktadır. Nafile namazların vakitleri bölümünde bu konuya temaz edilecektir.)

21 Haziran’da Kuzey Kutbunda, 21 Aralık’ta da Güney Kutbunda 45 derece enleminden sonra beyaz geceler başlar. Yoksa ğasak’ul-leyl, gecenin uzun bölümü olmaktan çıkar ve mîzan bozulur. Allah Teâlâ şu emriyle bunu yasaklamıştır:

“Allah göğü yükseltti ve mîzânı (dengeyi) koydu. Mîzânı aşmayasınız diye bunu yaptı. Öyleyse ölçüyü hakça yapın, mîzânı bozmayın.” (Rahman 55/7-9)

3. Sabahın Alacakaranlığı
Gecenin üçüncü bölümü, yıldızların çekilmeye başlamasından Güneşin doğmasına kadar devam eden fecr vaktidir. Güneş doğu ufkunun 18° altına gelince başlar. Uzay bilimciler bu vakte de astronomik tan derler ve yıldız gözlemeyi bırakırlar.  Bunun birinci bölümü, seher vakti, ikinci bölümü de sabah namazı ve imsak vaktidir.

Seher vakti
Arapçada seher, gündüzün ilk ışıklarının gecenin karanlığına karışmasına denir. Bu vakitte hem gündüzün hem gecenin belirtileri olur. (Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ li-ahkâmi’l-Kur’ân, c. XVII, s. 144, Kahire, 1384/1964) Seher vakti, gecenin son üçte birinin ilk yarısı yani gecenin altıda biridir. Allah’ın Elçisinin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Allah’ın en sevdiği namaz Davûd’un namazı, en sevdiği oruç Davud’un orucudur. Gecenin yarısında uyur, üçte birinde kalkar, altıda birinde (seher vaktinde) yine uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün yerdi. (Buhârî, Teheccüd 7.)”

Bu sırada ufkun üst tarafı hafifçe aydınlanır.( Cevheri, İsmail b. Hammad (ö. 393 h.), es-Sıhah, سحر md. (thk: Ahmed Abdulgafûr Atar), Beyrut 1407/1987) Aydınlık arttıkça aşağıya iner ve ufku, bir kubbe gibi sarar. İnsanları yanılttığı için ona fecr-i kâzib denir. Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:

“Yiyin, için; yukarı tırmanarak yayılan (kızıllık) sizi etkilemesin; enine yayılan kızıllığı görünceye kadar yiyin, için.( Ebu Davud, vakt’us-sahûr, hadis no 2348; Sünen’ut-Tirmîzî, Ma cae fî beyân’il-fecr, hadis no 705.)”

Seher vaktinde yenen yemeğe sahur denir. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Bizim orucumuzla ehl-i kitabın orucunu ayıran şey,  seher yemeğidir. (Müslim, Sıyam, 46 – (1096)

Enes b. Mâlik’in rivayetine göre Nebi sallallahu aleyhi ve selem ile Zeyd b. Sabit (ra) bir gün birlikte sahur yemeği yemişlerdi. Sahur bitince Nebi sallallahu aleyhi ve selem kalktı ve sabah namazını kıldırdı. Katâde diyor ki, Enes’e “Sahuru tamamlamaları ile namazları arası ne kadar sürdü”, diye sorduk; bir kişinin elli ayet okuyacağı kadar” dedi.( Buhârî, Teheccüd 8.)

Bir kişi 50 âyeti, yaklaşık 10 dakikada okur. Bu, ancak abdest almaya yetecek bir vakittir.

Sehl’den gelen bir rivayet de şöyledir: “Ailemle beraber sahur yemeği yer, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte secdeye yetişeyim diye hızlı hareket ederdim. (Buhârî, Savm 17 (Babu te’hîr’is-sahûr))

Bilal ezanı seher vaktinde okuduğu için Allah’ın Nebisinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bilal ezanı gece vakti okuyor; İbn Ümm-i Mektûm ezan okuyuncaya kadar yiyin, için. (Buharî, Ezan 11, 1,3; Müslim, Sıyâm, 8)”

Bu vakitte Allah’tan af dilememiz öğütlenmiştir. Cennetlikler şöyle anlatılır: “Gece pek az uyurlar; seherlerde Allah’tan af dilerler.” (Zâriyât 51/17-18)

Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem vitir namazını, her gece sehere kadar bitirir (Buhârî, Vitr 2.) ve uyurdu. Aişe’nin şöyle dediği bildirilmiştir: “O, benim yanımdayken seher vaktinde uyurdu (Buhârî, Teheccüd 7.)”

Nebimiz bu vaktin bir kısmında istiğfar ettikten sonra uyumuş olmalıdır. Teheccüd namazına kalkamayanlar fecr-i sadık’ın hemen öncesinde teheccüd kılıp istiğfar edebilirler. Allah Teâlâ cennetlikleri bir de şöyle tanımlamıştır:

“Onlar; sabreden, özü sözü doğru olan, gönülden kulluk eden, hayra harcayan ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyen kimselerdir.” (Al-i İmran 3/17)

Hicret sırasında Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Ebubekr ile birlikte Sevr mağarasında üç gece kalmıştı. Ebubekr’in oğlu Abdullah gece onlarla kalır; kimse fark etmesin diye seherin alacakaranlığında Mekke’ye döner haber toplardı. Buhârî’nin rivayeti şöyledir:

“Ebubekr’in oğlu Abdullah, söyleneni kolayca anlayıp kavrayan bir gençti. Geceyi onlarla geçirir; seher vakti ayrılır, sabah vaktinde, Mekke’de gecelemiş gibi Kureyş ile beraber olurdu. Babası ve Muhammed aleyhisselamla ilgili duyduğu her şeyi dikkatle dinlerdi ki, akşamın alacakaranlığında onlara ulaştırsın. Ebubekr’in kölesi Amir b. Füheyra da sütünü ikram edeceği koyunları, yatsı girdikten biraz sonra onlara doğru sürerdi. Bu sırada ikisinin de uykusu geldiği için Amir’in sabahın alacakaranlığında koyunları kaldırmasına kadar geceyi orada geçirirlerdi. Abdullah bu üç gecenin üçünde de böyle yapmıştı. (Buharî, Libas 16.)”

Allah Teâlâ Lût’u ve ailesini, seher vaktinde kurtarmış, Lut kavmini de sabahleyin (fecr-i sadıkta) cezalandırmıştı. (Melekler) Dediler ki; “Bak Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz; bunlar sana asla ilişemezler. Aileni al ve gecenin bir vaktinde yola çık.Karın dışında kimse geri dönmesin.Bunların başına gelen ona da gelecektir.Azapla buluşma vakitleri sabahtır. Sabah yakındır, değil mi?” (Hud 11/81)

Sabahın erkeninde volkan patlaması olmuş, kül bulutları Lût kavmine pişmiş çamurdan taşlar yağdırmıştı.  Allah Teâlâ şöyle demiştir:

“Lût’un kavmi uyarılar karşısında yalana sarılmıştı. Biz de üzerlerine taş yağdıran (bulutlar) göndermiş ama Lût’un ailesini seher vakti kurtarmıştık.Bunu katımızdan iyilik olsun diye yapmıştık.Şükredene işte böyle iyilik yaparız.Hâlbuki baskınımızın şiddeti hakkında Lût onları uyarmış ama onlar, uyarıları tepki ile karşılamışlardı.Ayrıca Lût’un misafirlerini ele geçirip eğlence yapmaya kalkışmışlardı.Biz de gözlerini mahvettik de azabımın ve uyarıların zevkine varın dedik.Kalıcı azap sabah erkenden onları kıstırıverdi.” (Kamer 54/33-38)

Önce taş yağmuru yağdı, gün doğarken de oranın altı üstüne geldi. İlgili âyetler şöyledir: “Gün doğarken büyük bir gürültüyle sarsıldılar. Oranın altını üstüne getirdik. Zaten üzerlerine siccîlden taşlar yağdırmıştık.” (Hicr 15/73-74)

Seher vakti, gecenin ortasına yani ğasaq’ul-leyle katılmış ve her ikisine gece yarısı (نصف الليل) denmiştir. Gece yarısı, uyuma, dinlenme, kalkıp namaz kılma, istiğfar etme ve sahur yemeği yeme gibi çok sayıda işi içinde barındıracak uzunlukta olan bir vakittir. Kur’ân âyetleri, dünyanın her yerinde her zaman geçerli olduğu için beyaz gecelerin ölçüsünü belirlerken bunları göz önünde bulundurmak gerekir.

b. Sabah namazı ve imsak vakti
Güneşin doğu ufkuna yakınlığı -9° olunca sabah namazı vakti girer ve oruç yasakları başlar. Bu sırada fecr-i kâzibin büyük bir kubbeye benzeyen aydınlığı enlemesine uzanan, üstü beyaz ve altı siyah olan bir kızıl ışık kümesi ile bölünür. Bu ayrışmayı şu âyet anlatmaktadır: “Sabahı bölen; geceyi dinlenme zamanı, Güneş ile Ay’ı hesaba uygun yapan odur. Bunlar güçlü ve bilgili olanın koyduğu ölçüdür”. (En’âm 6/96)

El-ısbâh = الْإِصْباحِ “sabaha giriş” الصَّبَحُ = sabah da kızıllık demektir. Fâliq’ul-ısbâh = فالق الإِصباح, seher vaktinin karanlıkla karışık olan kızıl ve beyaz ışıklarını bölen kızıl kuşak olur.





Fecr-i sâdıkta karanlık ile beyaz ışık kuşağı, kızıl ışık kuşağıyla ikiye bölünür.

Bir kişi Allah’ın Elçisi’ne namaz vakitlerini sormuş; o da ona, uygulayarak göstermek için ilk gün sabah namazını ilk vaktinde kıldırmıştı. Ebu Musa el-Eş’ârî bize şu bilgiyi vermektedir:

Ogün Allah’ın Elçisi, sabah namazını, fecr (kızıllık) yarıldığı sırada kıldırdı. İnsanlar neredeyse birbirini tanıyamayacaktı. (Müslim, Mesâcid 178 – 614)

Allah’ın Elçisi’nin şu sözü konuyu değişik şekilde ifade etmektedir:

“(Cebrail) Sabah namazını kızıllığın parıldadığı, oruçluya yiyeceğin haram olduğu sırada kıldırdı. (Tirmizî, Mevâkît, 1)”

Aşağıdaki haber de bu durumu desteklemektedir:

“Nebi sallallahu aleyhi ve sellem sabahı kıldırırken birimiz yanında oturanı tanırdı.( Buhârî, Mevâkît’us-salah 11.)”

Demek ki ufukta oluşan aydınlık bu saatte mescidin içine kadar ulaşıyordu. Âişe (radıyallahu anhâ) şöyle demiştir:

“Mü’minlerin kadınları elbiselerine bürünmüş olarak Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem ile sabah namazına katılırlar, namazı bitirince evlerine doğru ayrılırlardı da alaca karanlıktan kimse onları tanımazdı.( Buhârî, Mevâkît 13, 27; Ezân 162,165; Müslim, Mesâcid 231, (645).)”

Kadınlar arkada namaz kılarlardı. Demek ki erkekler tarafından bakınca onları tanıyacak kadar bir aydınlık olmadan namaz bitiyordu.

Sabah namazının vakti, Güneş doğuncaya kadardır.

Güneşin batmadığı yerlerde Güneş, doğu noktasına 9 derece yaklaşınca sabah namazı vakti girer. Bunu T cetveli ile gözlemlemek isteyen, güneyden doğuya olan çemberin beşte dördünün tamamlanmasını bekler. Böyle yerlerde Güneş, doğu noktasına varınca doğmuş sayılır.

Güneşin doğmadığı yerlerde Güneşi doğmuş saymak için sabahın ışıklarının batı noktasına kadar uzamasını beklemek gerekir.

Güneş’in ufkun 6° altına geldiği zaman çevredeki cisimler net olarak görülebildiği gibi en parlak yıldızlar da görülebilir. Bugün ona “sivil tan” fıkıhta ise isfâr (الاسفار) vakti denir. Sabah namazında kıraat uzun tutulduğu için sabahı ilk vaktinde kılanlar bile camiden çıkıncaya kadar isfâr vakti girer.

Güneş doğunca gece biter. Çünkü Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Gece yüzünü gösterir, gündüz sırtını döner, Güneş de batmış olursa oruçlu iftar eder.” (Müslim, Sıyam 51 – (1100)) Bunu gündüze uygularsak şöyle deriz: “Gündüz yüzünü gösterir, gece sırtını döner, Güneş de doğmuş olursa gündüz başlamış olur.”



MİZANA UYGUN VAKİTLER: Örnek İstanbul Merkez 14 Ağustos 2017 tarihi için geçerlidir.



SEHER:                                   04:29

SABAH VAKTİ İMSAK:             05:25

SABAH VAKTİ SONU:              06:10

GÜNEŞ:                                   06:13

KERAHAT VAKTİ BİTİŞİ:           06:58

ÖĞLE ÖNCESİ KERAHAT:        12:33

ÖĞLE VAKTİ:                           13:12

İKİNDİ VAKTİ:                           17:00

AKŞAM ÖNCESİ KERAHAT:     19:22

AKŞAM VAKTİ:                        20:07

YATSI VAKTİ BAŞI:                  20:53

YATSI VAKTİ SONU:                21:50



Android ve İos uygulamasını Akıllı Cep Telefonu olanlar Mizanı uygun hazırlanmış imsakiyeyi telefonlarınıza indirebilirsiniz.



Android için https://play.google.com/store/apps/details?id=com.suleymaniyetakvimi



İos İçin https://itunes.apple.com/us/app/suleymaniye-takvimi/id688657265?ls=1&mt=8



Web için: http://www.suleymaniyetakvimi.com/

1 Ağustos 2017 Salı

Huruf-u Mukatta Meselesine Bakış

İyiliği sonsuz, İkramı bol Allah’ın adıyla,



Sadece Sen her şeyi en güzel yapansın, Sen her şeyin sahibisin, İyiliğin sonsuz ve ikramın boldur, Hesap vereceğimiz günün de sahibisin, kulluğumuzu sadece sana yapar yalnızca senden dileriz, bizi dosdoğru yolana kabul et, ki o doğru yol mutluluğu verdiğin yoldur, bizi gazaba uğramış ve sapıtmışların yoluna iletme yüce Allah’ım, Amin.



Uzun zamandır bu konu üzerinde yazmak istiyordum, internet üzerinden (gerek facebook, gerekse twitter) bu konuyla ilgili çokça tartışma dönmekte, bilen de bilmeyen de bir şeyler paylaşmakta ve insanların kafası karışmaktadır. Bizim meramımız Huruf-u Mukattaa denilen ayetlerle ilgili açıklamalar yaparak Kur’an-ı Kerim okuyanların ayetlerin nasıl anlatıldığı ile bilgi vermektir. Tabii ki bu anlatımlara karşı çıkacak olacaktır. Ancak gerek Kur’an-ı Kerim, gerekse de Peygamberimizin sahih hadisleri ile anlatımımızı yapacağız. Başlangıçta yaptığımız duada amacımız rabbimizin bizi doğru yola yöneltmesini istemektir, bunun için de o yola ulaşmak için haritamız Kur’an-ı Kerimdir. Şimdi arkanıza yaslanın ve yazımızı yavaş yavaş okuyarak, anlayarak yorumlarımıza göz gezdiriniz, inşallah rabbimin izniyle kalbiniz salim olarak bu konuyu tamamlayacağız.



Bakara Suresi 1nci Ayet: ELİF! LÂM! MÎM!



Bu ve bunun gibi harflere  “Huruf-u Mukattaa” yani tek tek veya hecelenerek okunan harfler denir. Birlikte okunsa “Elif, Lâm, Mîm” yerine “elem” şeklinde okunurlar. Bu gibi harfler bazı surelerin başında bulunur. Bu gibi harflerin olduğu ayetleri aşağıda inceleyeceğiz.



“Huruf-u Mukattaa” harfleriyle ilgili olarak Nebî’mize bu konuda bir soru sorulmamış olması, anlamının bilindiğini gösterir. Bilinmeseydi müşrikler bunu dillerine dolarlardı.



Anlamları ile ilgili sahih bir rivayetin olmaması da gösteriyor ki asıl neden, bu harflerin arkasından okunacak âyetlere dikkat çekmektir. Buradaki harfler yemin olsun ki ekini getirir.



“Huruf-u Mukattaa” ile ilgili olarak bir başka düşünce ise, Yüce Allah bununla Mekkelileri kışkırtıyordu, siz de bu harfleri kullanıyorsunuz, ben de… Sadıksanız, bunun gibi bir kitap, bunun gibi 10 sure, bunun gibi 1 sure, bunun gibi 1 ayet getirin diyerek Mekkelilere meydan okuyordu, ancak bunda başarılı olamadılar.



“Huruf-u Mukattaa” Surelerin açılış ifadeleridir. Bir kısım görüş manası bilinemez, bir kısım görüş manası bilinebilir der. Bu harfler Kur’an’ın sırrıdır diyenler de vardır. Eğer manası yoksa neden Kur’an’ da yer alıyor? Maide Suresi 67nci ayetinde “Ey Elçi! Rabbinden sana ne indirildiyse onu tebliğ et. Tebliğ etmezsen vazifeni yapmış olmazsın. Allah, seni insanlardan korur. Allah, kâfirler topluluğunu yola getirmez.” der. Buradan Peygamberimizin kendisine sakladığı hiçbir sırrı yoktur diye çıkarıyoruz. Hidayet yoldur, maksada ulaştırmaktır. Bu kitabın anlaşılmıyor diye söylemek hidayet maksadına ulaştıramadığını çıkarırız. Bu mesaj Arap topluluğuna Arapça indirilmiştir ve aynı toplumdan anlaşılması istenmiştir.



Peki şimdi de 1nci ve 2nci ayete tekrardan bakalım…



Bakara Suresi 1nci ve 2nci Ayet: ELİF! LÂM! MÎM! (Yemin olsun ki) İşte o Kitap[1*] budur; içinde şüpheye yer yoktur. Müttakîlere (kendini koruyanlara)[2*] doğruları gösterir.



1 Âdem aleyhisselamdan beri her nebîye verilen Kitap budur (En’âm 6/83-90). Ufak tefek farklılıklar dışında önceki kitapların aynısıdır (tevhid inancıdır). (Bakara 2/106) ve Arapça Kur’ân haline getirilmiştir. Aslı, Allah katındaki Ana Kitap’tadır (Levh-i Mahfûz). (Zuhruf 43/3) (Zuhruf 43/4)



2 Müttakî, kendi yapısını koruyan kişidir.



Aynı mantıkla devam edelim ve böyle başlayan ayetlere de göz atalım.



Ali İmran 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



Elif, Lam, Mim. (Yemin olsun ki)  O, Allah’tır! O’ndan başka ilah yoktur; daima diridir, sürekli işinin başındadır. Gerçekleri içeren ve kendinden öncekileri tasdik eden[*] bu Kitab’ı sana, bölüm bölüm O indirmiştir. Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmiştir.



[*] Doğru söylemek, doğrulamak anlamındaki “s-d-k = ص -د-ق ” kökünden türeyen ve tef’îl babından ism-i fâil olan “müsaddık” kelimesi “doğru-layan” anlamına gelir. Aynı kökten mastar olan “tasdik” de “doğrula-ma” demektir.

Tüm nebîler, önceki ilâhî Kitapları tasdik edici olarak gelir. Bu, onların nebî olduğunun da bir tür belgesidir. Şu âyet bu açıdan önemlidir:

“Allah nebîlerden söz aldığı gün onlara, “Size bir Kitap ve hikmet veririm de elinizde olanı tasdik eden bir elçi gelirse ona kesinlikle inanacaksınız ve destek vereceksiniz.” (Âl-i İmrân 3/81)

Araf Suresi 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



Elif, Lam, Mim, Sad.  (Yemin olsun ki) Bu, sana indirilen Kitap’tır. Bu kitaptan dolayı içinde bir sıkıntı olmasın. Bununla uyarıda bulunasın ve inanıp güvenenler (müminler) onu, akıllarından çıkarmasınlar diye indirilmiştir. Rabbinizden size indirilene uyun; Allah’a daha yakındır diye evliyaya[*] uymayın. Bilgilerinizi ne kadar az kullanıyorsunuz!



[*] Evliya, veli’nin çoğuludur. Veli, aralarında kendileri dışında bir şey olmayan iki veya daha çok şeye denir. (Müfredat) Allah ile arasına, başka birini koymayan herkes Allah’ın velisidir. Araya başkasını koyanın Allah ile ilişiği kesilir. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Bilin ki Allah’ın velilerinin üstünde ne korku olur ne de üzülürler. Onlar inanmış olan ve takva sahibi olan (kendini yanlışlardan koruyan) kimselerdir.” (Yunus 10/62-63) Takva sahibi olanlar da “İşte Kitap budur, içinde şüpheye yer yoktur. Takvâ sahipleri için rehberdir. Onlar, Allah’a içten inanan, namazı düzgün ve sürekli kılan ve verdiğimiz rızıkları yerli yerince harcayanlardır. Sana indirilene de senden önce indirilenlere de inanıp güvenenler onlardır. Onların Ahirete olan inançları kesindir.” (Bakara 2/2-4)



Yunus Suresi 1nci Ayeti



ELİF! LÂM! RÂ! (Yemin olsun ki) Bunlar, doğru hükümler içeren Kitab’ın ayetleridir.



Hud Suresi 1nci Ayeti



ELİF! LÂM! RÂ! (Yemin olsun ki) Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem[*] kılınmış hem de doğru kararlar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır.



[*] Hüküm bildiren, hükme esas alınan. Ali İmran 3/7 Bu Kitab’ı sana indiren O’dur. Âyetlerinin bir kısmı muhkemdir[*1]; onlar kitab’ın[*2] ana ayetleridir. Diğerleri müteşâbih[*3] (muhkemlere benzer) olanlardır. Kalplerinde eğrilik olanlar, istedikleri te’vîli (bağlantıyı) kurup istedikleri fitneyi çıkarmak için Kitap’tan, kendi eğrilikleriyle[*4] benzeşen şeye uyarlar. Oysa onun tevilini (bağlantılı olduğu âyeti)[*5] sadece Allah bilir. Bu ilimde[*6] sağlam duruş gösterenler şöyle derler: “Biz, bu ilme inandık, hepsi (muhkem, müteşâbih ve tevil) Sahibimiz katındandır.” Zikre[*7] (doğru bilgiye) sadece sağlam duruşlu olanlar ulaşabilirler[*8].



[*1] Muhkem ayet, bir konuda hüküm içeren ayettir. Hemen her ayetin böyle bir yönü vardır. Sonra bu hüküm, başka ayetlerle açıklanır. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Elif, Lâm, Râ. Bu bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış sonra hakîm olan, her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir.” (Hûd 11/1-2)

[*2] Kitab (كتاب)’ın kök anlamı, bir şeyi bir şeye eklemektir (Mekayîs). Bazen sözleri ekleyerek yapılan konuşmaya bazen de kelimeleri ekleyerek yazılan herhangi bir yazıya kitap denir (Mürfedat). Bir ayet şöyledir: “Allah sözün en güzelini, müteşâbih ve mesânî kitap olarak indirmiştir.” (Zümer 39/23) Mesânî, “ikişerliler” anlamına gelir. Kur’ân’ın, bildiğimiz bir kitap halinde inmediği açıktır. Bu ayetler onun, kendinden kitaplar oluşturulacak şekilde indiğini, her bir kitabın, bir muhkem bir de müteşâbih olmak üzere en az iki ve ikinin katları olan ayetlerden oluştuğunu, doğru hükme yani hikmete bu şekilde ulaşılabileceğini gösterir.

[*3] Müteşâbih, birbirine benzeyen iki şeyden her birine denir. Kelime, toplam sekiz ayette geçer. Bunlar; (Bakara 2/25) (Bakara 2/70), (Bakara 2/118); (Al-i İmran 3/7), (Zümer 39/23) (En’âm 6/99), (En’âm 6/141) ve (Ra’d 13/16) âyetlerdir.

[*4] Ayet’in açılımı şöyledir: “(فيتبعون ما تشابه منه  بزيغهم) = Kitap’tan kendi eğrilikleriyle benzeşene uyarlar.” Necrân Hristiyanlarından bir topluluk Nebîmize gelmiş: Ya Muhammed! Sen, İsa’nın Allah’ın kelimesi ve ondan bir ruh olduğu kanaatindesin değil misin? demişti. O, “evet” deyince “Bu bize yeter” demişlerdi. Arkasından yukarıdaki âyet sonra da şu âyet inmişti: “Allah katında İsa’nın durumu, tıpkı Âdem’in durumu gibidir. Âdem’i topraktan yarattı; sonra ona ‘ol” dedi; o da oluştu .” (Al-i İmran 3/59) (Taberî)

Hristiyanlar, kendi eğrilikleriyle benzeşir gördükleri şu âyete dayanıyorlardı: “İsa… Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı (ol) sözü ve kendinden bir ruhtur.” (Nisa 4/171) Hâlbuki bu ayetin başında görmek istemedikleri şu ifade vardır: “Meryem oğlu İsa Mesih, başka değil, yalnızca Allah’ın elçisidir.” Allah’ın kitabına uyma yerine onu kendilerine uydurmak isteyenler hep böyle bir yol izlerler.

[*5] Te’vîl ( = تَأْوِيلِ), âyetler arasındaki bağlantıyı ifade eder. O bağlantıyı kuran Allah’tır. Bir biriyle bağlantılı muhkem ve müteşabih ayetleri ancak, Arapçayı ve ilgili konuyu iyi bilenlerden oluşan bir ekip bulabilir. Bir ayet şöyledir: “Bu bir kitaptır ki âyetleri, bilenlerden oluşan bir topluluk için Arapça Kur’ânlar (kümeler) halinde açıklanmıştır.” (Fussilet 41/3) Buradaki Kur’ân kelimesi, Al-i İmran 7. âyetteki kitap kelimesi gibi ayetler kümesi anlamındadır.

[*6] Bu ilim, âyetleri âyetlerle açıklama ilmidir. Allah Teala şöyle demiştir: “Onlara, bir ilimle açıkladığımız Kitap getirdik; inanan topluluk için rehber ve ikramı bol bir kitap.” (Araf 7/52)

[*7] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla getirmek veya söylemektir. (Müfredât ذكر ve عرفmd.) Tabiat, Allah’ın yarattığı âyetlerden, Kur’ân da indirdiği âyetlerden oluşur. Her ikisinden elde edilen doğru bilgi zikirdir. İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder. (Ra’d 13/28)

[*8] `Sağlam duruşlu` diye meal verdiğimiz ulu’l-elbab’ı Allah Teala şöyle tanımlar: “Sözü dinleyip ve onun en güzeline (Allah’ın sözüne) uyanları, Allah’ın doğru yola ileteceği müjdesini ver. Onlar, ulu’l-elbab olanlardır.” (Zümer 39/18)

Yusuf Suresi 1nci Ayeti



ELİF! LAM! RA! (Yemin olsun ki) Bunlar her şeyi açıkça ortaya koyan Kitap’ın ayetleridir.



Rad Suresi 1nci Ayeti



ELİF! LAM! MİM! RA! (Yemin olsun ki) Bunlar, o Kitabın ayetleridir; Rabbinden sana indirilen, gerçeğin tam kendisidir ama insanların çoğu ona inanmazlar.



İbrahim Suresi 1nci Ayeti



ELİF! LAM! RA! (Yemin olsun ki) Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarman için indirilmiş bir kitaptır. Daima üstün olanın ve her şeyi güzel yapanın yoluna



Hicr Suresi 1nci Ayeti



ELİF! LAM! RA! (Yemin olsun ki) Bunlar, o Kitap’ın[1*]; açıklayan Kur’ân’ın[2*] ayetleridir.



[1*] Levh-i Mahfuz’daki ana kitabın.

[2*] Kur’ân kelimesi hem son Kitabın isimlerinden biri hem de o kitaptaki hükümlere ulaşmayı sağlayan ayet kümeleri anlamına gelir.



Meryem Suresi 1nci ve 2nci Ayeti



KAF! HA! YA! AYN! SAD! (Yemin olsun ki) Bu, Rabbinin, kulu Zekeriya’ya olan iyiliğinin hikâyesidir.



Taha Suresi 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



TA! HA! (Yemin olsun ki) Sana bu Kur’an’ı, mutsuz olasın diye indirmedik. Allah’tan korkanlar için akıllarından çıkarmayacakları bir bilgi olsun diye indirdik.



Şuara Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



TA! SİN! MİM!  (Yemin olsun ki) Bunlar o açık Kitabın âyetleridir.



Neml Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



TA! SİN! (Yemin olsun ki) Bunlar Kur’ân’ın, bu açık Kitab’ın ayetleri. Doğruyu gösteren ve o müminler(inanıp güvenenler) için müjdeler içeren kitabın âyetleridir.



Kasas Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



TÂ! SÎN! MÎM! (Yemin olsun ki) Bunlar, gizlisi saklısı olmayan (ve her şeyi açıklayan)[*] Kitap’ın ayetleridir.



[*] Gizlisi saklısı olmayan ve her şeyi açıklayan manaları MUBİN kelimesinin ELİF LAM’lı olması nedeniyle verilmiştir.



Ankebut Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



ELİF! LÂM! MÎM! (Yemin olsun ki)  Bu insanlar, inandık deyince rahat bırakılacaklarını, sıkıntıya sokulmayacaklarını mı sanıyorlar?



Rum Suresi 1nci Ayetten 5nci Ayete Kadar



ELİF! LÂM! MÎM!  Romalılar yenildiler,  (Yenilgi) Çok yakın bir yerde[1*] oldu. (Yemin olsun ki)  Onlar, bu yenilginin ardından galip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde[2*] olacak. Öncesi de sonrası da Allah’ın yetkisindedir emrindedir. O gün müminler sevineceklerdir, Bu, Allah’ın yapacağı yardımla olacaktır. O, çalışana yardım eder. O güçlüdür, ikramı boldur.[3*]



[1*] Dünyanın en basık yerinde anlamı da verilebilir. Çünkü savaş Ölüdeniz (Ürdün ile İsrail arasında) çevresinde olmuştur.



[2*] Üç ila dokuz yıl içinde.



[3*] Bildiğimiz üzere Mekkeli müşrikler Perslilerin Romalıları yenmeleri sevinçle karşılandı, ancak yüce Allah Bedir savaşı olacağı dönemde hem Mekkeli müşriklere hem de Müslümanlar Romalıların büyük zafer haberi ulaştı ve aynı dönemde de Müslümanlar da Bedir Savaşını kazandı. Ayetinde dediği gibi “O gün müminler sevinecekler” ki sevindiler.



Lokman Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



ELİF! LAM! MİM! (Yemin olsun ki) Bunlar, hikmetli Kitabın ayetleridir.



Secde Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



ELİF! LAM! MİM! (Yemin olsun ki)  Hakkında şüpheye yer olmayan bu Kitap, alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.



Yasin Suresi 1nci ve 2nci ayetleri (Bu ayette parantez içinde yemin olsun ki ifadesini koymamıza gerek kalmadan yüce yaradan zaten yemin ifadesini de kullanıyor)



YA! SİN! Doğru hükümler[*] içeren Kur’an’a yemin olsun ki,



[*] Doğru hüküm, hikmet demektir. Allah Teâlâ Kur’ân ile beraber hikmeti de indirmiştir. Bkz. Nisa 4/113 Eğer Allah’ın sana lütfu ve ikramı olmasaydı, onlardan bir kesim seni yanıltmakta kararlıydı. Onlar kendilerinden başkasını yanıltamaz ve sana bir zarar veremezler. Allah, sana Kitabı ve Hikmeti indirmiş ve bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana olan lütfu büyüktür.



Sad Suresi 1nci ayeti (Burada da Yasin suresindeki gibi eklememize gerek kalmayacak ki bu da bizim açıkladığımız savımızı desteklercesine oradadır)



SAD! Doğru bilgiler içeren Kur’an’a yemin olsun.



Mümin Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



HA! MİM! (Yemin olsun ki) Kitabın indirilmesi, üstün ve bilgili olan Allah katındandır.



Fussilet Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



HA! MİM! (Yemin olsun ki) Bu (Kitap) iyiliği sonsuz ve ikramı bol olan Allah tarafından indirilmiştir.



Şura Suresi 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



HÂ! MÎM!  AYN! SİN! KAF! (Yemin olsun ki) Üstün olan ve doğru kararlar veren Allah, sana da senden öncekilere de işte böyle vahyeder.



Zuhruf Suresi 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



HA! MİM! Her şeyi açıkça ortaya koyan bu Kitabı iyi düşünün. (Yemin olsun ki) Onu, Arapça (ayetler) kümesi haline (kuranlar haline)[*] getirdik; belki aklınızı kullanırsınız.



Duhan Suresi 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



HA! MİM! Her şeyi açıkça ortaya koyan bu Kitabı iyi düşünün.  (Yemin olsun ki) Biz bunu bereketli bir gecede (kadir gecesinde) indirmişizdir. Onunla uyarılarda bulunmaktayız.



Casiye Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



HA! MÎM! (Yemin olsun ki) Bu Kitap, üstün olan ve doğru kararlar veren Allah tarafından indirilmiştir.



Ahkaf Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



HA! MİM! (Yemin olsun ki)  Bu Kitap, üstün olan ve doğru kararlar veren Allah tarafından indirilmiştir.



Kaf Suresi 1nci Ayeti



KAF! (Yemin olsun ki) Bu şanlı Kuran önemlidir.



Kalem Suresi 1nci ve 2nci Ayetler



NUN! Kaleme ve (insanların) onunla yazdıklarına çok dikkat edin! (Yemin olsun ki) Rabbinin nimeti sayesinde sen, cinlerin etkisinde değilsin.



Tin Suresi 1nci, 2nci ve 3ncü Ayetler



(Yemin olsun ki) İncir, Zeytin[*1], Sina dağı,[2*] ve bu güvenli şehir önemlidir[3*]!



[*1] Kudüs’te, İsa aleyhisselamın dua için sık sık gittiği dağ. Bu dağın eteğindeki Getsemani Bahçesi, İsa aleyhisselamın, havarileri ile yediği son akşam yemeğinden sonra Yahuda tarafından yakalatıldığı bahçedir. (Bkz. Matta.26/36-46, Markos.14/32-42, Luka.22/39-46)]



[*2]  Musa aleyhisselamın vahiy aldığı dağ. Buraya Sina Dağı dendiği gibi Sinîn Dağı da denir (Taberi).



[*3] Buraya kadar olan üç âyette Allah yemin etmektedir. Allah’ın bir şeye yemin etmesi, onun ve ondan sonra anlatılan şeyin önemine  vurgu yapmak içindir. Bu yüzden biz, bu anlama uygun meal verdik.



Asr Suresi 1nci Ayet



Çağa yemin ederim ki,



Ayetleri incelemeyi burada tamamlamaktayız. Ayrıca bu harfleri ve bazı sebeplerden dolayı Kur’an anlaşılmaz/anlaşılamaz diye konuşanlar vardır. Ancak yüce Allah neden anlaşılmayacak bir kitap indirsin ki! Ankebut Suresi 45nci ayetinde yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor. “Bu Kitap’tan sana vahyedilen her şeyi anlayarak oku ve namazı tam kıl. Namaz her çeşit fuhuşu ve kötülüğü engeller. Allah’ın zikri (Kitabı) en önemlisidir. Allah, yaptığınız her işi bilir.” Kitabı anlayarak okuyacağız ve emirlerini yerine getireceğiz, mümin ve muttaki olmak bu dosdoğru yoldan geçmektedir.



Zuhruf Suresi 11nci ayeti; “O, gökten bir ölçüye göre su indiren Allah’tır. Onunla ölü bir bölgeyi diriltiriz. Kabirlerinizden de böyle çıkarılacaksınız. ” Ayetin başı muhkemdir, ayetin sonu ise müteşabihtir.



Hud Suresi 1nci ayetinde; “ELİF! LÂM! RÂ! Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem kılınmış hem de doğru kararlar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır.” der yüce Allah.



“Mübeyyen” açıklanmıştır, “Mübeyyin” açıklayıcıdır, “Müfessir” açıklayandır, “Müfesser” açıklanandır. Kur’an’ ı bu şekilde okumamız gerekmektedir.



Ayetlerde “El-Mubiyn” diye geçer, bunun iki anlamı vardır. Birincisi “Apaçık”, ikincisi ise “Açıklayan” demektir.



Kur’an-ı Kerim “Mesani” bir kitaptır. “Mesani” bir meseleyi zıttı ile karşıtıyla anlatmasıdır. Bir ayetin başında veya sonunda cennetliklerden bahsediyorsa yine başında veya sonunda cehennemliklerden bahsetmektedir. Bir yerde “Hakkı” anlatıyorsa peşinden “Batıl” anlatılmaktadır. Bir yerde “Dünya” dan bahsediyorsa diğer tarafta “Ahiret” ten bahsetmektedir. Örneğin Bakara suresinin 1nci ayetinden 5nci ayetine “Cennetlikler” den bahsetmekte, 6ncı ayetinden itibaren ise “Cehennemlikler” den bahsetmektir. Fatiha suresinin son ayetlerini de burada örnek olarak verebiliriz.



Zümer Suresi 23ncü ayetinde; “Allah sözlerin en güzelini, birbirine benzer(müteşabihtir), ikişerli (mesani âyetler içeren, zıttıyla anlatan) bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların tüylerini ürpertir; sonra onların kalpleri ve vücutları Allah’ın bilgisiyle yumuşar. İşte bu, Allah’ın yoludur. Onu tercih edeni o yola yöneltir. Allah’ın sapık dediğine kimse “Doğru yoldadır” diyemez.” Bu ayetin hayata dair sonucu vardır. Peki bu niye böyledir? Çünkü En güzelin sözünü öğretir, rablerine derinden saygı duyanların bu kitabı okurken hissettiklerinden dolayı tüyleri diken diken olur. Nasıl olacak bu, tabii ki ayetleri anlamak gerekecek. “Azab” ayetlerini okuyup irkilen insan mesani yani zıtlık sebebiyle ardından gelen “Rahmet” ayetleri ile bir ferahlığa kavuşacaktır.



Bir de Kur’an-ı Kerim’i anlatmak için şu tarz bir örnek daha verirsek yüce Allah’ ın kitapta bir konuyu nasıl serpiştirerek anlattığına örneklendirme yapmış olabiliriz. Çünkü sadece bir ayete bakıp meal verip hüküm çıkarırsak ziyanda olmuş oluruz. Mesela sadece ayetteki “…namaza yaklaşma…” kısmı ile iş yaparsak işte ziyana düşmek budur. Örneğin; (bu anlatacaklarım Kur’an-ı Kerim’ de yok, sadece duruma örnek vermek açısından vermekteyim) kitapta bir ayette “Kaktüs” çiçeğini anlatmaktadır, bir başka surenin bir ayetinde “Kaktüs’ün dikenlerinden” bahseder. Bir başka surenin bir ayetinde yine “Kaktüsün Çiçek açtığından” bahseder ve bir başka surenin bir başka ayetinde “Kaktüsün çok fazla suya ihtiyaç duymadığından” bahseder. Yukarıda bahsettiğim gibi kitapta bu tarz anlatımlardan ötürü sadece tek bir ayete bakarak yorum yapılırsa, yani “Müteşabih” kısmıyla yargı yapıp hüküm çıkarırsan (yani ilminin yetersizliği burada tek ayeti okuyup ayete başka bir anlam verirsen) bu iş olmaz. İlim sahibi yukarıda anlattığım hususlar ile baktığında Kur’an-ı Kerim’ in bütününe baktığında okuduğu ayetlerden anlamlarını çıkarabilir. İzlenmesi gereken yol kısaca budur. Yoksa yüce Allah anlaşılmayan, anlaşılamayacak bir kitap indirdiği diye iddia da bulunmak bu yüce Allah’a hakaret gibidir, haddi aşmadır. Yüce Allah kitapta açıkça bir çok ayette bu durumu anlatmıştır, son bir ayet ile konumuzu bitirebiliriz.



Yusuf Suresi 1nci Ayeti “ELİF! LAM! RA! (Yemin olsun ki) Bunlar her şeyi açıkça ortaya koyan Kitap’ın ayetleridir.” Muhakkak ki Allah en doğruyu söyler.