31 Temmuz 2012 Salı

İLHANLI ORDUSUNDA HİYERARŞİ: ASKERÎ YETKİLİLER VE NİTELİKLERİ



Cengiz Han, Moğolların genişleme harekâtının en önemli unsuru olması
sebebiyle, orduya ehemmiyet vermiş; selefleri de onun kurduğu ordu
sistemini geliştirmişlerdi. Cengiz Han ve takipçilerinin orduları genelde,
aileleri ve sürüleriyle hareket eden kabile güçleri şeklinde kalma eğiliminde
idiler. Moğol Devleti’nde var olan feodal ilkelerin hemen hepsi, ordu için de
geçerli idi. Neredeyse tümü hafif donanımlı süvariydi ve yegâne silahları yay
idi. Hâkimiyetinin başlangıcından itibaren Cengiz Han ordusu içinde Moğol
unsurlara taktik ve donanım bakımından oldukça katkı sağlayan özellikle
Türk ve Çinli unsurlar da bulunmaktaydı. Bu unsurların sayısı, Moğollar
Batı Avrasya ve Orta-Doğu’ya yayıldıklarında daha da artacaktı1.


Cengiz orduları, iki temel amaç olan taktik ve disiplini sağlamak üzere
on binlik, binlik, yüzlük ve onluk olmak üzere, onluk (decimal) sisteme göre
tanzim edilmişlerdi. Merkezî otoriteyi sağlamak ve kabilevî bağları ortadan
kaldırmak bakımından en uygun yol, bu onluk sistem uygulamasıydı. Bu
sistemle Moğol, Tatar, Kereit, Nayman gibi unsurlar artık Yeke Moğol Ulus
olarak bir otorite altında toplanmış, hepsi birer urug olmuşlardı2.


Elbette ki bu sistem, Cengiz Han’ın kendisi tarafından icat edilmemişti.
Bu sistemin Mete Han’a kadar uzanan bir geçmişi olup, benzer uygulama
Orta Asya menşeli diğer konargöçerler arasında da mevcuttu. Kitan ve
Curcidler de bu sistemi kullanmışlardı. Cengiz Han ordu hiyerarşisinde, ast
ve üst sınırlarını kati bir biçimde belirleyerek itaatsizliğe kesinlikle taviz
vermemiş, birlikler arası geçişi de ölüm cezası ile yasaklamıştı3.


Strateji ve lojistik amaçlar için ordu, çeşitli kamplara, ordo/ordulara
ayrılmıştı. Bunların kumandası, noyan (çoğ. Noyad) veya noyin unvanlı,
Cengiz Han ailesi ile bir şekilde kan akrabalığı bulunan kişilere verilirdi.
Ordu içi disiplin ve sadakat, akrabalığın önüne geçirilerek klanların
dağılmaları önlenmiştir. Evlenme yolu ile Cengiz ailesine akraba olmuş
kürgen veya küregen unvanlı kumandanlar, kadınlarına nazaran daha alt
mertebede bulunurlardı. Kadınlar bu birliği, çeyizinin (incu) bir kısmı olarak
getirirdi4.


Cengiz Han fetihlerinin İran coğrafyasında siyasî bir teşekküle
dönüşmesi sonucu ortaya çıkan İlhanlı Devleti, gerek kültür ve gerekse
kurumlar bakımından Yakın ve Orta Doğu coğrafyasında temasta bulunduğu
devletlerden etkilenmişti. Bunun izleri, askerî teşkilatta da görülmektedir.
Asya bozkırlarından İran ve Orta Doğu coğrafyasına gelen Moğollar, ilk
olarak üretim-tüketim alışkanlıklarını, Türk ve İslam toplumlarını örnek
alarak değiştirmişlerdir. Yakın Doğu’daki tarım toplumlarının istikrar ve
düzeni, konar-göçer Moğolları da ezp ederek toprağa bağlamış, bu sayede
devletin yapısı daha müessir ve belirgin hale gelmiştir. Moğolların bu
coğrafyadaki rakibi olan Memlûk Devleti, Moğollardaki askerî değişimi
hızlandıran amillerin başında gelir.


Moğolların İran topraklarında kurdukları İlhanlı Devleti’nin askerî
teşkilatı, bir tez çalışması ile tarafımızdan incelenmiştir. Bu makalede,
İlhanlı ordusunun hiyerarşisi, askerî görevlileri, bunların yetki ve
sorumlulukları, maaşları, sorgu ve cezalandırılmalarına ilişkin olarak, tez
çalışmamız sırasında elde ettiğimiz bilgileri paylaşacağız.


1. İlhanlı Ordusunda Ümerâ-yi Leşker (Ordu Komutanları)


Önce Mete Han, sonra da Cengiz Han’ın teşkil ettiği Asya bozkır
orduları gibi İlhanlı ordusu da, iki temel amaç olan strateji ve disiplini
sağlamak üzere onluk (decimal) sisteme göre tanzim edilmişlerdi. Bu
hiyerarşik düzenin Moğolca isimleri (tümen [çoğ. tümet], mingan [çoğ.
minkat], cagun [çoğ. cagut], arban [çoğ. abrat]) artık geldikleri coğrafyanın
hâkim dili olan Farsça’ya tebadül etmişti. Bu birimler için, İlhanlı ordusunda
kullanılan ıstılahlar şunlardı: tümen5 (çoğ. tümenât, 10.000’lik birlik), hezâre
(çoğ. hezârehâ, 1.000’lik birlik), sede (çoğ. sedehâ, 100’lük birlik), dehe
(çoğ. dehehâ, 10’luk birlik). Bu birliklerin başında bulunan emîrler de
sırasıyla emîr-i tümen, emîr-i hezâre, emîr-i sede, emîr-i dehe idi6.


Bu emîrlerin tümü, noyan/noyin/no’in adı verilen askerî aristokratlara,
umumî kumandanlara bağlıydılar7. Noyanlar, İlhanlı Devleti tarihinin her 
döneminde kilit rol oynamışlardı. Bu noyanlar, birden fazla tümenin emîri
olabildikleri gibi sadece bir tümenin de emîri olabilmekteydiler. Ortaçağ
Türk-İslam teşkilat tarihi bakımından önemli bilgiler sunan el-Kalkaşandî,
eserinde noyan (el-nûyân) için şu tanımlamayı yapmaktadır: “Kaan
memleketlerinde (bi el-memâlik el-kâniyye) reislerin elkâbıdır. Saltanatın,
ulus ümerasının ve vezirin nâibi gibidir. Bunlar, İran memleketinde
varlıklarını Ebî Sa‘îd dönemi sonuna kadar devam ettirmişlerdir.”8


İlhanlı Devleti’nde Çurmagun Noyan ile başlayan ve Baycu Noyan ile
devam eden bir noyanlar hâkimiyeti ve nüfuzu, kendisini her dönemde
hissettirmiştir. Abaka Han zamanında Samagar, Baynal, Sülemiş, Çoban
noyanlar; Olcaytu Han döneminde (1304–1316) Emîr Kutluğşâh Noyan ve
Çoban Noyan’ın en yüksek askerî mevkide bulundukları görülmektedir9.
Kutluğşâh, Gazan Han (1295–1304) döneminde önemli emîrlerden olup
nüfuzunu Olcaytu Hüdâbende zamanında da devam ettirmiştir. Çoban’ın
nüfuzu ise Ebû Sa‘îd Han zamanında da sürmüş, kaynağın dediğine göre,
“hatta Emîr Çoban tüm Ebû Sa‘îd memleketini eline geçirmişti”10.


Olcaytu Sultan Tarihi’nin girişinde, Kâşânî tarafından verilen 25 emîrin
isimleri ve tasvirleri, İlhanlı döneminin askerî yapılanması hakkında bize
malumat vermekte ve bazı soruları cevaplamamıza yardımcı olmaktadır.
Verdiği malumata göre, İlhan Olcaytu döneminin emîrleri şunlardır:
1) Emîr Kutluğşâh Noyan11
2) Çoban Noyan12
3) Emîr-i muazzam Pulad Çinsang.
4) Emîr Hüseyin
5) Emîr Sevinç Aka13
6) Emîr-i kebîr İrencin
7) Emîr Muiziddin İsen Kutluk
8) Emîr Togan: Bağdad emîr-i tümenidir.
9) Emîr Ali Kuşçi                                                                                                                                     10) Emîr Sutay Ahtaci: Diyarbekir bölgesinin emîridir. Fırat ırmağını
ve Şam sınırını korumak üzere görevlendirilmiştir.
11) Emîr Körbuka: Diyarbekir, Rum ve civarının emîr-i tümenidir.
12) Emîr Casamura Sultan: Horasan garnizonunun emîridir.
13) Emîr Algu: Horasan’da Narin emîr-i tümenidir.
14) Emîr İlyasmış: Diyarbekir civarında bir bölgenin korumasını
üstlenmiştir.
15) Emîr Bektut: Amûye (Ceyhun) Irmağı sınırını korumaktadır.
16) Emîr Turumtaz14
17) Emîr Dana
18) Emîr Noldar
19) Emîr Ramazan Gürkan
20) Karançuk
21) Emîr Baydu: Anadolu’da bulunmaktadır.
22) Emîr İnak Tokmak: İlhan Olcaytu’nun akrabasıdır.
23) Emîr Hirze Muhammed
24) Emîr Sorakan Başkırd
25) Emîr Taştemür15.


Ümeranın devlet yönetimindeki yerine gelince, ilhanlar üzerindeki
nüfuzları oldukça fazla idi: İlhan Ahmed Teküder ve Şehzade Argun
arasındaki mücadele sırasında (1283–1284) Ahmed Teküder, nüfuzlu
emîrlerden olan Alinak’ı yanına çekmek için kızını ona vermişti16. Yine
Geyhatu’nun tahta oturması sırasında (1291) Emîr Çoban ve Kurmuşi,
Geyhatu’nun tarafını tutarlarken diğerleri buna itiraz etmiş ve netice
isteklerinin hilafına gerçekleşince bulgak, yani isyan çıkarmışlardı17.
Emîrlerin nüfuzlarının arttığı ve ilhanlar için tehlike oluşturmaya
başladıkları dönemler de mevcuttu. Argun Han saltanatının en önemli emîri
olan ve onun tahta oturmasında büyük emek sarf eden Buka, Argun’un
ilhanlığı sırasında çok nüfuz kazanmış, Emîr Buka’nın tasvip etmediği hiçbir
iş gerçekleşemez olmuştu. Öyle ki, Tebriz emîri Ali, İlhan Argun’un yarlıg
ve payzesi ile huzuruna gelen elçileri dahi Emîr Buka’nın altamgası
olmaksızın kabul etmemekteydi18.


Sivil otoriteyi temsil eden vezirlere nisbetle, emîrlerin mevkilerinin
daha yüksek olduğunu görmekteyiz. Hülagu ve Abaka hanlar zamanında                                                vezirlerin, ilhanın katına çıkmadan önce emîrler ile istişare (kengaç) etmesi
yönünde bir teamülün var olduğunu, Emîr Çoban ile Emîr İrencin arasında
geçen şu diyalogdan anlamaktayız: Vezir Tâceddin Alişâh, yapılan bir
yolsuzluk sebebiyle, gece vakti, af dilemek için Sultan Olcaytu’nun
huzuruna varmıştı. Bunun üzerine Emîr Çoban, kendisine ve diğer ümeraya
danışılmadan ilhan ile görüşülmesine öfkelenerek Emîr İrencin’e şöyle
serzenişte bulunmuştu: “Hülagu Han ve Abaka Han devirlerine yazık! Birisi
padişaha bir şey arz edecek olsa idi, tüm ümera ile istişare etmeden bunu
yapamazdı. Fakat, şimdi durum o raddeye geldi ki, Tâcik, emîrlerle istişare
etmeden gece yarılarında padişah ile yalnız kalıyor, istişarede bulunuyor,
ümeranın rey’ini zâyi ediyor! Hâce, emîri ve onun konuşan dilini
susturdu!”19. Emîr Çoban’ın bu yakınması, İlhanlı Devleti’nde ümera ve
vüzeranın birbirine olan konumlarını ortaya koyması bakımından önemlidir.


İlhanlı askerî sistem ve hiyerarşisi içinde yer alan diğer görevliler
şunlardı:


2. Şıhne


Bu ıstılahın öncelikli anlamı murâkıp ve muhâfızdır. Doerfer bu ıstılah
için, “gönüllü olarak ilhak olmuş topraklara atanan görevli” demektedir20.
Fakat gerçek anlamda şıhne, fethedilen topraklarda, sultan adına idareyi ele
alan yeterli sayıdaki askerî birlik demektir. Bu teriminin ve müessesenin en
çok Büyük Selçuklular tarafından kullanıldığına şahit olmaktayız21.
İlhanlılardan önce, Moğollar tarafından kullanılan ve bu ıstılahı karşılayan
kelime baksak ve daruga idi. İlhanlılar döneminde, fethedilen topraklara ve
kalelere birçok defalar şıhne tayini yapılmıştı. Örneğin, Bağdad’ın fethinden
(1258) hemen sonra Hülagu, buraya bir şıhne tayin etmiştir22. 1284 tarihinde
Tonsga, Argun Han tarafından Bağdad şıhneliğine yollanmıştır23. Yine
Geyhatu’nun yakın emîrlerinden Muhammed Şikurçi, bu ilhan döneminde
Bağdad şıhnesidir24.


Şıhnelik haricinde bir de şehirlerin emâreti söz konusudur: Bağdad’da
Tonsga öldükten sonra (1288), yerine Baydu Şikurçi şıhne olarak atanmış;
Ordu Kiya ise Bağdad emîri olmuştu. Yine Argun Han döneminde Şirâz
emîrliği (emâret-i Şirâz) Cuşi’ye verilmişti. Errân, Tebriz ve Kuçan’daki
emîrler de Cuşi’nin nökerleri, yani muâvinleri olarak tayin edilmişlerdi25.
Müşrifler bu şehir emîrlerini teşrif etmekte, yani denetlemekteydiler.
Sa‘düddevle’nin Bağdad’a müşrîf olarak gönderilmesini tanımlarken
Reşîdüddin’in kullanmış olduğu tâbirden, müşriflerin sadece mülkî işleri
değil, askerî işleri ve idâreyi de teşrîf ettikleri ortaya çıkmaktadır26. Baydu
döneminde ise Bağdad şıhnesi, Muhammed Şikurçi’dir27. Ayrıca, eyaletlerde
bulunan şehzadeler, askerî işlerle ilgilenmemekte olup bu işlere ümera
bakmakta idi. Şehzadeler, askerî görevleri ifa etmekten ziyade, İlhanlı
otoritesinin bir temsilcisi olmak üzere taşrada bulunuyorlardı28. Gazan’ın
Horasan valiliği sırasında, bu bölgenin emâreti Emîr Nevrûz’da olduğu gibi,
İlhan Olcaytu Horasan’da bulunduğu sırada buranın emîri Argudak Noyan
idi ve askerî yetkiler onun elindeydi29.


3. Kütvâl/Mustahfız-ı Kal‘a


Kütvâl ıstılahı, Hintçe’den Farsça’ya geçmiş, İlhanlı ordu teşkilâtında
da kullanılmış bir kelimedir. Hintçe kota (kale) ve pâla (muhafız)
kelimelerinin terkibinden meydana gelmiştir. Bu ıstılahın Gazneli Mahmûd
tarafından İran’a getirildiği tahmin edilmektedir30. İlhanlı Devleti askerî
teşkilâtı içerisinde de kütvallerin, yani kale müstahfızlarının bulunduklarını
görüyoruz. Örneğin Abaka Han döneminde Akbek adlı bir emîr, Âmûye
(Ceyhun) Kalesi müstahfızı olmuş ve Barak’ın faaliyetlerine karşı burayı
korumuştur31. Ayrıca Kâşânî’nin eserinde, Erbil Kalesi kütvalliğinin Abaka
Han tarafından Kıyatlılara verildiği zikredilmektedir32.


4. Bugavul/Bukavul


Bu emâret, daha önceleri çaşnigirlik ile vazifeliydi33. İlhanlılar
döneminde, askerî işleri düzenleme ve teftiş görevi başta olmak üzere, asker
sayısının saptanması, gelirlerinin düzenlenmesi, levazımatın tedariki ve
dağıtımı sorumluluklarını uhdesine almıştı. Birliklerin hareket hatlarının,
lojistik stratejinin belirlenmesi; savaş sonunda elde edilen ganimet ile sürek
avı sonrasında avlanan hayvanların pay edilmesi34 yine bu emîrin
sorumluluğundaydı. Kurultay ve toylarda yasavul ile birlikte oturma
düzeninin belirlenmesini ve hiyerarşinin bozulmamasını sağlardı.
Nahçivânî’nin ifadesine göre, her tümen için bir bukavul görevlendirilmekte
ve bukavullar maaşlarını divân-ı büzürgten almaktaydılar35. İlhanlı ordu
sisteminde Bukavul-i tümen haricinde bukavul-i hezâre ve bukavul-i sede
adlı görevliler de bulunmaktaydı36.


5. Yurtçi


Bu görevli, herhangi bir sefer esnasında, yaylak ve kışlakta, av
mekânlarında ve diğer her menzilde ilhanın, şehzadelerin, emîrlerin,
inakların ve diğer devlet erkânının konaklayacakları yeri tayin ederdi.
Nahçivânî, tüm bu devlet mensuplarının, padişahın çadırını görecek şekilde,
yurtçi tarafından yerleştirilmeleri gerektiğini söylemektedir. Buna ilave
olarak, yurtçi bu konaklama yeri bilgilerini gizli tutacak, padişah ve yukarıda
sayılan devlet erkânının konakları, başkaları tarafından bilinmeyecekti37.


Yerleşme düzenine baktığımızda, şehzadeler ve ulus emîrleri sağ tarafa;
vezirler ve divan üyelerinin de padişahın konağının soluna konuşlandıklarını
görürüz38.


6. Yasavul/Yasa’ul


Ordu içinde, kurultaylarda, toylarda askerî hiyerarşiyi teftiş eden ve
mevkileri tayin eden görevlidir. Bu görevli, sefer zamanında askerin nasıl bir
düzen içinde hareket edeceğini de belirlerdi. Ayrıca, bukavulun da yardımını
alarak kurultay ve toylara davet edilenlere, ilhanın buyruklarını tebliğ
ederdi39.


7. Bularguçi


Bulargu terimi, kaybolmuş herhangi bir eşya anlamına gelmektedir40.
İlhanlı askerî teşkilâtında da bularguci adıyla anılan bir görevlinin varlığına
şâhit olmaktayız. Bu görevli, kaybolmuş at, deve, katır ve eşek gibi
hayvanları; gulâm ve cariyeler ile savaş teçhizatını bulmak ve sahibine
teslim etmekle yükümlüydü. Bu emîr, dîvân-ı büzürg tarafından tayin edilir
ve özellikle sefer veya göç esnasında, nökerleri ile birlikte konakları (yurt)
gezerek askerlerin kayıp eşyalarını belirler, bulunan eşyaları toplar ve
sahibine iade ederdi. Kaynağın verdiği bilgiden anlaşıldığına göre bu görev,
sadece askerî amaca hizmet etmemekte, sivil anlamda da sorumluluk
taşımaktaydı41.


8. Tavacı


Asker toplama işi için İlhanlılar yasamişi tabirini kullanmaktaydılar42.
İlhanlı ordusunda, asker toplamak ve askerî kıtaların teftişine memur olan
görevli tavacıdır. Bu görevli, aynı zamanda idam cezasının infazına da
nezaret etmekteydi43.


9. Hatunların Muhafız Birliği Emîrleri


İlhanlı Devleti’nde, hanedan hatunlarına, özellikle ilhanın ilk hatununa
ait kendi çadırı, sarayı, yani ordusu bulunmaktaydı. Bu orduların askerlerce
korunduğu ve bu askerlere de emîrlerin kumanda ettiği, kaynaklarda açıkça
belirtilmektedir. Örneğin İlhan Argun döneminde Gazan Bahadır ve Eşek
Toklu, Olcay Hatun’un ordu emîrleriydiler44.


Ümeranın Maaşı ve Maaşların Miktarı


Gazan Han dönemine gelinceye değin, İlhanlı ordusunda askerlere
düzenli olarak herhangi bir nakit ya da maaş (mersûm ve câmegî)
ödemesinin yapılmadığını45 biliyoruz. İlhanlı ordusu, kendi kendini
destekleyen bir yapıya sahip olup, ihtiyaç duyulmadığı sürece ilhandan
yardım almamaktaydı. Fakat düzensiz bir şekilde, arızi durumlarda ilhanların
askere para dağıttığı mevzubahistir. Aynı zamanda bazı kaynaklar, Hülagu
zamanından itibaren, yalnızca tümen emîrlerine olmak üzere, düzenli maaş
dağıtıldığı yönünde malûmât vermektedirler. el-Kalkaşandî, Mesâlik el-
Ebsâr’dan aktararak şunları söylemektedir: “Hülagu (Hûlâkû) zamanından
beri her tümen noyanına (nûyin el- tûmân) 10.000 dinar maaş verilirdi. Daha
sonraları buna kanaat etmediklerinden bu miktar 50 tümen dinara, yani
500.000 dinara yükselmiştir. Sonra bu miktar 40 tümene düşmüştür. Çoban,
beylerbeyiliği46 (beklârî-bek) zamanında 300 tümen dinar, yani 3.000.000
dinar almıştır. Binlik emîri (emîr el-elf) 1.000 dinar maaş almaktaydı.
Yüzlük emîri (emîr el-mi’e), onluk emîri (emîr el-‘aşere) ve diğer askerler
100 dinar maaş almaktaydılar ve maaşlarında fark yoktu. Yüzlük emîri ve
onluk emîri, askere ait olan şeylerden kendilerine biraz alarak, aradaki farkı
temin ediyorlardı. Her bir taife için yerleşecekleri yerler verilmişti ve bunlar
Hülagu’dan itibaren seleften halefe tevarüs etmekteydi.”47


İlhanlı ordusunda askerlerin almış oldukları maaşlar hakkında bilgi
veren diğer bir kaynak, Risâle-i Felekiyye’dir. Bu esere göre, İlhanlı
Devleti’nin son dönemlerinde el-emîr el-kebîr olarak adlandırılan ser-leşker
Sa‘dullah Bîg’in maaşı (mersûmihu) senelik 30.000 dinardır; ücret Şirvân
emvâlinden karşılanmıştır48. Pehlivân Ebû Tâlib mesuliyetinde (bi-ihtimâm
Pehlivân Ebû Tâlib) bulunan Sultâniye Kalesi’ndeki 100 nefere 200’er
dinar; toplamda ise 20.000 dinar ödenmiştir. Yine Hacı Ali ihtimâmındaki
el-Nacak Kalesi’nde bulunan 70 nefere 100’er dinardan toplam 7.000 dinar
ödeme yapılmıştır49. Horasan askerlerinden Moğol ve Tâciklerin (Moğol
olmayanlar) berâtlarına göre ödenekleri şöyle idi: el-Emîr el-A‘zâm ‘AcebŞîr
tümenine 100.000 dinar; el-Emîr el-‘Âdil Ali Şîr tümenine 80.000 dinar
ve el-Emîr Rüstem hezâresine, 10.000 dinar olmak üzere Moğol askerleri
toplam 190.000 dinar. Tâciklerin, yani Moğol olmayan askerlerin maaşları
ise, Emîr-i Mu‘azzam Fahrüddin uhdesindeki her askere 500 dinar olmak
üzere toplam 50.000 dinar. Sözü edilen bu emîrlerin maaşlarına
baktığımızda ise, Emîr el-A‘zâm ‘Aceb-Şîr (emîr-i tümen) 20.000 dinar;
Emîr el-‘Âdil Ali Şîr (emîr-i tümen), 20.000 dinar; Emîr Rüstem (emîr-i
hezâre) 5.000 dinar almaktaydı50.


Maaşların miktarlarından anlaşılacağı üzere, maaşlar mevkilere göre
farklılık gösterdiği gibi, bulunulan bölge ve zaman göre de farklılık
göstermektedir. Bu yüzden, belli bir maaş cetveli ortaya çıkarmak zordur.
Yalnızca sınırlı bir şekilde, yıldan yıla verilen maaşların miktarları tesbit
edilebilmektedir.


Emîrlerin Yargılanmaları ve Cezalandırılmaları


Emîrlerin, işlemiş oldukları suçlardan ötürü sorgu (tegişmişi) ve yargıya
(yargu) tâbi tutuldukları malûmumuzdur. Yapılan yargu sonucunda, idama
mahkûm etme (be yargu resâniden) yanında, çoğunlukla sopa vurma veya
falaka cezasının (çûb zeden) verildiğini görmekteyiz51. Emîrlerin yarguya
tâbi tutulmalarına ilhanlar da nezaret etmekteydiler. İlhan Geyhatu,
kendisinin tahta oturması sırasında isyan eden, yani bulgak çıkaran emîrlerin
yargusuna bizzat nezâret etmişti52. Gazan Han, ikinci Şam seferi sırasında,
(1302) savaş meydanından kaçan emîrleri yarguya tâbi tutmuştu. Sorgulama
ve mülâkat işlemine tegişmişi dediklerine bu yargu işlemi sırasında tesadüf
ediyoruz53.


Burada hemen belirtmek gerekir ki, emîrlere uygulanan yargu, sadece
suç işlenmesi durumunda yapılan bir iş değil, mutad olarak, genel yoklama
niteliğinde bir işlemin de adı idi. Zira, 1308 yılı Temmuz ayında
Sultâniye’de yapılan bir yargu işlemini tasvir eden Kâşânî, “her birinin
gayret ve çabası; tehir ve kabahati ortaya çıksın diye bir zaman yargu ile
meşgul oldular” demektedir54. Yine bu durumu teyit eden başka bir örnek,
Emîr Çoban, Polad Çinsang ve diğer bazı emîrlerin İlhan Olcaytu huzuruna
çıkarak “mutad bir şekilde yapılan yargu işlemini neden uzun zamandır
yapmadığını” sormalarıdır55.




KAYNAKÇA


al-M.ZANDAR.N., eAbdollah Ibn Mohammad Ibn Kiy.. (1952). Die Res.la-ye
Falakiyya. (haz. Walter Hinz). Wiesbaden.
BARTHOLD, V. V.. (1990). Mo.ol .stilas.na Kadar Turkistan. (Cev. Hakk. Dursun
Y.ld.z). Ankara.
BENAK.TI. (1378). Ravzat ulifl-Elbab fi Tevarih el-Ekabir ve el-Ensab (Tarih-i
Benakiti). (tas. Caefer .iear). Tahran.
BOSWORTH, C. E.. gArmy, Islamic to the Mongol Periodh. Encyclopedia Iranica.
I, 499.503.
DAWSON, Christopher. (1987). Mision to Asia. Toronto.
DOERFER, Gerard. (1963) .Turkische und mongolische Elemente im
Neupersischen. Wiesbaden.
EBRU, Hafiz-i. (1350). Zeyl-i Camie el-Tevarih-i Re.idi. (Ne.r. Hanbaba Beyani).
Tahran.
el-KALKA.ANDI, Ahmed b. Ali. (Tarihsiz). Subh el-Ae.a fi S.naeat el-.n.a. (tah.
Muhammed Huseyin .emseddin). Beyrut.
EMIN, .emis .erik. (1357). Ferheng-i .stilahat-i Divan-i Devran-i Mo.ul. Tahran.
ERDEM, .lhan. (1995). Turkiye Selcuklular.-.lhanl. .li.kileri (1258.1308).
(Bas.lmam.. Doktora Tezi) Ankara.
GR.GOR, Aknerli. Mo.ol Tarihi. (1954). (Cev. Hrand Andreasyan). .stanbul.
GROUSSET, Rene. (1993). Bozk.r .mparatorlu.u. (Cev. Dr. M. Re.at Uzmen).
.stanbul.
HEMEDANI, Re.iduddin Fazlullah. (1373). Camie el-Tevarih-i Re.iduddin
Fazlullah Hemedani. (tas. Muhammed Ru.en-Mustafa Musevi). III, Tahran.
HOND.AH, Mir Muhammed b. Seyyid Burhanuddin (MIRHOND). (1339). Tarih
Ravzat el-Safa. V, Tahran.
.BNUL.BR., Ebulferec. (1941). Tarihi Muhtasarudduvel. (Cev. .erafeddin
Yaltkaya). .stanbul.
.MAMI, M. Taki. (1971). .ran Mo.ollar. Devlet Te.kilat.. (A. U. Bas.lmam..
Doktora Tezi). Ankara.
KA.ANI, Ebu el-Kas.m b. Abdullah Muhammed b. Ebi Tahir eAbdullah. (1348).
Tarih-i Olcaytu Sultan. (Ne.r. Mehin Hambeli). Tahran.
LAMBTON, Ann K.S.. gShih.nah. Encyclopedia of Islam (Second Edition). 437-438.
MARTINEZ, A. P.. (1986). gSome Notes on the Il-X.nid Armyh. Archivum
Eurasiae Medii Aevi. V: 129.242.
MAY, Timothy. (2004). The Mechanics of Conquest and Governance: the Rise and
Expansion of the Mongol Empire, 1185-1265. (University of Wisconsin in
Madison. (Bas.lmam.. Doktora Tezi).
___________. (2007). The Mongol Art of War. South Yorkshire.
NAHC.VANI, Muhammed b. Hindu.ah b. Sencer. (1964, 1971, 1976). Dustur el-
Katib fi Taeyin el-Meratib. (Ne.r. eAbd el-Kerim Ali o.li Alizade. I/1, Baku,
I/2, Baku, II, Baku.
OGEL, Bahaeddin. (1964). Sino-Turcica. Cengiz Han ve Cin'deki Hanedan'.n Turk
Mu.avirleri. Taipei.
PIRIEV, V. Z.. (1977). gO Termine Bukaolh. Doklad. Akademi Nauk Azerbaydjana
33(12):63-66.
SAUNDERS, J. J.. (1971). The History of the Mongol Concuests. London.
SINOR, David. (1971). gOn Mongol Strategyh. Proceedings of the Fourth East
Asian Altaistic Conference. Taipei.
SMITH, Jr. John Mason. (2000). gMongol Nomadism and Middle Eastern
Geography: Qishl.qs and Tumensh. The Mongol Empire & Its Legacy. (ed.
Reuven Amitai-Preiss; David Morgan) Leiden. Boston: Brill, 39.56.
SPULER, Berthold. (1987). .ran Mo.ollar.. (Cev. Cemal Koprulu). Ankara.
TEM.R, Ahmet. (1992). gTurk Mo.ol .mparatorlu.u ve Devam.h. Turk Dunyas. El
Kitab.. I. Cilt. Ankara. 385.400.
THACKSTON, W. M.. (1999). Rashiduddin Fazlullahfs Jamieutft-Tawarikh:
Compendium of Chronicles. (ed. .inasi Tekin&Gonul Alpay Tekin). III.
Duxbury.
UYAR, Mustafa. (2007). .lhanl. Devletifnin Askeri Te.kilat.. A.U. Sosyal Bilimler
Enstitusu, (Bas.lmam.. Doktora Tezi) Ankara.
UZUNCAR.ILI, .smail H.. (1970). Osmanl. Devleti Te.kilat.na Medhal. Ankara.


-----------------------------------------------------------------------------------
1 A. P. Martinez, gSome Notes on the Il-X.nid Armyh, Archivum Eurasiae Medii Aevi, V
(1986), 129.242, s. 138; Turkler, Mo.ollar.n vucuda getirmi. olduklar. her sistem ve
te.kilatta bilfiil rol oynam..lard.r, bknz. Bahaeddin Ogel, Sino-Turcica, Cengiz Han ve
Cin'deki Hanedan'.n Turk Mu.avirleri, Taipei 1964; Ahmet Temir, gTurk Mo.ol
.mparatorlu.u ve Devam.h, Turk Dunyas. El Kitab., I. Cilt, Ankara, 1992, s. 385.400; J. J.
Saunders eserinde Turklerin Mo.ollar. hem idari ve hem askeri bak.mdan etkilemi. olmalar.
uzerine bir bolum tahsis etmi.tir, bknz. J. J. Saunders, The History of the Mongol Concuests,
London 1971; C. E. Bosworth, gArmy, Islamic to the Mongol Periodh, Encyclopedia Iranica,
I, 499.503, s. 502.
2 Martinez, gSome Notes on the Il-X.nid Armyh, s. 138; Christopher Dawson, Mision to Asia,
Toronto 1987.s. 32.33.
3 V. V. Barthold, Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, (terc. Hakkı Dursun Yıldız), Ankara
1990, s. 409–410; René Grousset, Bozkır İmparatorluğu, (çev. Dr. M. Reşat Uzmen), İstanbul
1993, s. 219; B. Spuler, İran Moğolları, (çev. Cemal Köprülü), Ankara 1987, s. 435; D. Sinor,
“On Mongol Strategy”, Proceeding of the Fourth East Asian Altaistic Conference, Taipei
1971, s. 239.
4 Timothy May, The Mechanics of Conquest and Governance: the Rise and Expansion of the
Mongol Empire, 1185-1265 (University of Wisconsin-Madison, Basılmamış Doktora Tezi
2004), s. 34–37; Timothy May, The Mongol Art of War, South Yorkshire 2007, s. 31–32;
Barthold, Türkistan, s. 408; Spuler, İran Moğolları, s. 436; Grousset, Bozkır İmparatorluğu, s.
219.
5 Tumen buradaki .st.lah manas. itibariyle gon bin adeth demektir. Ka.garl. Mahmud ise
tumen icin gherhangi bir .eyin cok olan.h demektedir, bknz. Ka.garl. Mahmud, Divanu
Lugatift-Turk, (cev. Seckin Erdi-Serap Tu.ba Yurteser), .stanbul 2005, s. 603. Jr. John
Masson Smith, tumen ad. alt.nda te.kilatland.r.lan birliklerin, genelde olmas. gereken say.n.n
ancak %70fi oran.nda te.kil edilebildi.ini soylemektedir. .ddias. uzere, asker sa.layan
ailelerin, at ve techizat bak.m.ndan ne kadar say.da askeri destekleyebilecekleri birincil
etkendir. Ortalama her aile 100 koyun ve 10 ata sahiptir. Bu say.lar azald...nda, ailenin
sa.layabilece.i asker say.s. da azalmaktad.r. Dolay.s.yla tumenler, cok istisnai durumlar
haric, hicbir zaman 10.000 askerden olu.mam..t.r, bknz. Jr. John Mason Smith, gMongol
Nomadism and Middle Eastern Geography: Qishl.qs and Tumensh, The Mongol Empire & Its
Legacy, (ed. Reuven Amitai-Preiss; David Morgan) Leiden, Boston, Brill, 2000, 39.56, s. 39.
40, 2. dipnot. Burada belirtmekte fayda vard.r ki, baz. muas.r kaynaklar tumen say.s.n. yanl..
vermektedirler. Orne.in Aknerli Grigor gbir tumen 30.000 askerden olu.maktad.rh
demektedir; bknz. Aknerli Grigor, Mo.ol Tarihi, (cev. Hrand Andreasyan), .stanbul 1954, s.
25.
6 Kaynaklarda bu .st.lahlara cok s.k rastlamak mumkundur. el-Kalka.andi, Mesalik el-
Ebsarfdan aktararak .oyle demektedir: gBunlar dort tabaka uzerinedir. Bunlar.n en yukse.i
noyin, sonra emir-i tuman olarak tabir edilen on binlik emiri (emiru ea.ereti alaf); sonra binlik
emiri (emiru elf); sonra yuzluk emiri (emiru miee); sonra ise onluk emiri (emiru ea.ere).
Ahmed b. Ali el-Kalka.andi, Subh el-Ae.a fi S.naeat el-.n.a, (tah. Muhammed Huseyin
.emseddin), Beyrut (Tarihsiz), IV, s. 421. Daha once hicbir tetkik eserde tan.mlanmam.. bir
emirlik olan emir-i cehar-hezar/hezare, muhtemelen tumenin bir alt .ubesiydi. Bu emirli.in
var olu.u, tumenlerin gercekte tam olarak 10.000 ki.i de.il de 8.000 veya daha az say.larda
birliklerden olu.tu.u anlam.na gelmektedir. Buna gore, muhtemelen, bir tumen iki ceharhezareden
olu.maktayd.. Biz bu terimi, Re.iduddinfdeki .u kay.ttan o.renmekteyiz: c..ek
Tokli ki emir-i cehar hezar bud... bknz. Re.iduddin Fazlullah Hemedani, Camie el-Tevarih-i
Re.iduddin Fazlullah Hemedani, (tas. Muhammed Ru.en-Mustafa Musevi), Tahran 1373, II,
s. 1168; 1184. Bu emaretin, ya da en az.ndan boyle bir .st.lah.n var olu.u, Smithfin yukar.da
zikretti.imiz iddias.n. do.rular niteliktedir. Boyle bir .st.lah.n varl...na, .lhan Erdem de i.aret
etmektedir, bknz. .lhan Erdem, Turkiye Selcuklular.-.lhanl. .li.kileri (1258.1308),
(Bas.lmam.. Doktora Tezi) Ankara 1995, s. 310, 493. dpnt.
7 .emis .erik Emin, Ferheng-i .stilahat-i Divan-i Devran-i Mo.ul, Tahran 1357, s. 338.
8 el-Kalkaşandî, Subh el-A‘şâ, VI, s. 33–34.
9 Ebû el-Kâsım b. Abdullah Muhammed b. Ebî Tâhir ‘Abdullah Kâşânî, Târîh-i Olcaytu
Sultân, (neşr. Mehîn Hambelî), Tahran 1348, s. 10.
10…Emîr Çuban, tamâmet-i memâlik-i Ebû Sa‘îd der-kabza-i kudret ve dest-i tasarruf girift…,
bknz. Hâfiz-i Ebrû, Zeyl-i Câmi‘ el-Tevârîh-i Reşîdî, (neşr. Hânbâbâ Beyânî), Tahran 1350, s.
163; el-Kalkaşandî, Subh el- A‘şâ, s. IV, s. 422.
11 Kâşânî’ye göre bu emîr, hiyerarşik olarak diğer emîrlerin hepsinden önde gelmektedir,
bknz. Kâşânî, Târîh-i Olcaytu Sultân, s. 8.
12 Kaynak tarafından emîr-i kebîr şeklinde tesmiye olunan bu noyan, “Acem ve Türk’ün
öncüsü görüş, siyaset, kifayet, cesaret ve bahadırlıkta hepsinden öndedir”, bknz. Kâşânî,
Târîh-i Olcaytu Sultân, s. 8.
13 Bu emîr, bir Uygur Türkü’dür, bknz. Kâşânî, Târîh-i Olcaytu Sultân, s. 8.
14 Bir Uygur Türkü olan bu emîr, iki kardeºi Mengütaz ve Ertana ile birlikte zikredilir, bknz.
Kâºânî, Târîh-i Olcaytu Sultân, s. 8.
15 Kâºânî, Târîh-i Olcaytu Sultân, s. 10.
16 Reºîdüddin, Câmi‘ el-Tevârîh, II, s. 1134.
17 Reºîdüddin, Câmi‘ el-Tevârîh, II, s. 1190.
18 Reºîdüddin, Câmi‘ el-Tevârîh, II, s. 1167.
19 Kâşânî, Târîh-i Olcaytu Sultân, s. 195–196.
20 Gerard Doerfer, Türkische und mongolische Elemente im Neupersischen, Wiesbaden 1963,
s. 1326; W. M. Thackston, Rashiduddin Fazlullah’s Jami‘ut’t-Tawarikh: Compendium of
Chronicles, (ed. Şinasi Tekin&Gönül Alpay Tekin), III, Duxbury 1999, s. 771.
21 Muhammed b. Hindûşâh b. Sencer Nahçivânî, Düstûr el-kâtib fi ta‘yîn el-merâtib, (neşr.
‘Abd el-Kerîm Ali oğli Alizâde, I/1, Bakü 1964, I/2, Bakü 1971, II, Bakü 1976, II, s. 33; Ann
K.S. Lambton, “Shih.na”, Encyclopedia of Islam (Second Edition), 437-438, s. 437.
22 Ebülferec İbnülibri, Tarihi Muhtasarüddüvel, (çev.Şerafeddin Yaltkaya), İstanbul 1941, s.
36.
23 Reşîdüddin, Câmi‘ el-Tevârîh, II, s. 1164.
24 Reşîdüddin, Câmi‘ el-Tevârîh, II, s. 1200.
25 Reşîdüddin, Câmi‘ el-Tevârîh, II, s. 1175.
26 …Baydu Şukurçi be-şıhnegî mevsûm geşt ve Şerefüddin be-mülkî ve Sa‘düddevle be-râh-i
müşrifî ber-ser-i îşân…, bknz. Reşîdüddin, Câmi‘ el-Tevârîh, II, s. 1165.
27 Reşîdüddin, Câmi‘ el-Tevârîh, II, s. 88.
28 Kâşânî, Târîh-i Olcaytu Sultân, s. 18.
29 Kâşânî, Târîh-i Olcaytu Sultân, s. 21.
30 Emîn, Ferheng-i İstilâhât, s. 204.
31 Reşîdüddin, Câmi‘ el-Tevârîh, II, s. 1098; Benâkitî, Ravzat ûlî’l-Elbâb fî Tevârîh el-Ekâbir
ve el-Ensâb (Târih-i Benâkitî), (tas. Ca‘fer Şi‘âr), Tahran 1378, s. 433.
32 Kâşânî, Târîh-i Olcaytu Sultân, s. 113,
33 Thackston, Rashiduddin Fazlullah’s Jami‘ut’t-tawarikh, s. 766; Doerfer, Türkische und
mongolische Elemente im Neupersischen, s.755.
34 Mîr Muhammed b. Seyyîd Burhânüddin Hondşâh (Mîrhond), Târîh Ravzat el-Safâ, Tahran
1339, V, s. 144.
35 Nahçivânî, Düstûr el-kâtib fi ta‘yîn el-merâtib, II, s. 53–58; M. Takî İmâmî, İran Moğolları
Devlet Teşkilatı, (A. Ü. Basılmamış Doktora Tezi), Ankara 1971, s. 35, İsmail H. Uzunçarşılı,
Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, Ankara 1970, s. 228; G. Doerfer, Türkische und
mongolische Elemente im Neupersischen, s.755.
36 Nahçivânî, Düstûr el-Kâtib fi Ta‘yîn el-Merâtib, II, s. 57; V. Z. Piriev, “O Termine
Bukaol”, Dokladı Akademi Nauk Azerbaydjana, XXXIII/12 (1977), 63-66, s. 65.
37 Nahçivânî, Düstûr el-Kâtib fi Ta‘yîn el-Merâtib, II, s. 62–63; Emîn, Ferheng-i İstilâhât, s.
268–269; Thackston, Rashiduddin Fazlullah’s Jami‘ut’t-tawarikh, s. 773; Doerfer, Türkische
und mongolische Elemente im Neupersischen, s. 1915; Uzunçarşılı, yurtçi ile alâkalı bir bilgi
vermemiş, yurtçinin yapmakta olduğu konak yeri belirleme işinin yasavul tarafından
yapıldığını düşünmüştür, bknz. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, s. 229.
38 Nahçivânî, Düstûr el-Kâtib fi Ta‘yîn el-Merâtib, II, s. 63.
39 Nahçivânî, Düstûr el-Kâtib fi Ta‘yîn el-Merâtib, II, s. 57–58; Takî İmâmî, İran Moğolları
Devlet Teşkilâtı, s. 36; Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, s. 229; Thackston,
Rashiduddin Fazlullah’s Jami‘ut’t-tawarikh, s. 773; Doerfer, Türkische und mongolische
Elemente im Neupersischen, s. 1863. Uzunçarşılı bu görevliyi, Osmanlı ordusunda askerin
geri dönmesini engellemek üzere görevlendirilmiş ordu alay çavuşlarına benzetmektedir,
bknz. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, s. 229.
40 Nahçivânî, Düstûr el-Kâtib fi Ta‘yîn el-Merâtib, II, s. 67; Thackston, Rashiduddin
Fazlullah’s Jami‘ut’t-tawarikh, s. 766; Doerfer, Türkische und mongolische Elemente im
Neupersischen, s. 92.
41 Nahçivânî, Düstûr el-Kâtib fi Ta‘yîn el-Merâtib, II, s. 67–68; Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti
Teşkilâtına Medhal, s. 230–231.
42 Reşîdüddin, Câmi‘ el-Tevârîh, II, s. 1087; Kâşânî, Târîh-i Olcaytu Sultân, s. 67.
43 Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, s. 231; Takî İmâmî, İran Moğolları
Devlet Teşkilâtı, s. 37.
44 Re.iduddin, Camie el-Tevarih, II, s. 1168.
45 Re.iduddin, Camie el-Tevarih, II, s. 1487.
46 Muahhar Arapca kaynaklar.n Emir Coban icin kullanm.. olduklar. beylerbeyi yerine,
donemin ca.da. .lhanl.-Fars kayna.. olan Ka.ani, emir-i kebir tabirini kullanm..t.r.
Muhtemelen bu durum, sonradan geli.en merkez ve ta.ra te.kilat. anlay...n.n ve bunun
kaynaklara yans.mas.yla alakal.d.r; kar..la.t.n.z, el-Kalka.andi, Subh el- Ae.a, IV, s. 423;
VII, s. 285 ve Ka.ani, Tarih-i Olcaytu Sultan, s. 8.
47 el-Kalka.andi, Subh el-Ae.a, IV, s. 423.
48 eAbdollah Ibn Mohammad Ibn Kiy. al-M.zandar.n., Die Res.la-ye Falakiyya, (haz. Walter
Hinz), Wiesbaden 1952, v. 61b.
49 al-M.zandar.n., Die Res.la-ye Falakiyya, v. 68b.
50 al-M.zandar.n., Die Res.la-ye Falakiyya, v. 60a-60b.
51 Re.iduddin, Camie el-Tevarih, II, s. 1161; Ka.ani, Tarih-i Olcaytu Sultan, s. 72.
52 Re.iduddin, Camie el-Tevarih, II, s. 1191.
53Re.iduddin, Camie el-Tevarih, II, s. 1315.
54 …ve yekçendgâh be-yarguhâ iştigâl dâştend tâ say‘ u cehd ve te’hîr u taksîr-i her-yek
istikşâf nümûdend…bknz. Kâşânî, Târîh-i Olcaytu Sultân, s. 239.
55 Kâşânî, Târîh-i Olcaytu Sultân, s. 239.


Yazan: Arş. Gör. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Tarih
Bölümü, Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı.

20 Temmuz 2012 Cuma

Cülûs Törenleri (Cülûs-u Hümayun)

Cülûs Törenleri (Cülûs-u Hümayun)


Osmanlı devlet törenleri içerisinde en önemlisi devletin yapısını
ve iktidar anlayışını işaret eden cülûs törenleridir. Tahta çıkış törenleri
olan cülûs törenleri en eski Türk devletlerinden itibaren her devirde
yapıldığı gibi Osmanlı Devletinde de kuruluşundan başlayarak her
devirde çeşitli şekillerde kutlanmıştır. Ölüm veya hall gibi sebeplerle
boşalan tahtın en kısa zamanda doldurulması yani herhangi bir iktidar
boşluğunun yaşanmaması için cülûs töreninin mümkün olan en kısa
zamanda yapılması esastır. Normal şartlar içinde sarayda ölen bir
padişahın yerine geçecek olan veliahd şehzade en kısa zamanda
hazırlanır, ölen padişahın cenazesi hazırlanmadan önce devlet erkanı,
ordu temsilcileri ve ulemanın katılımıyla derhal cülûs merasimi
yapılırdı. Padişah, sefer veya göç nedeniyle başka bir yerde ölmüşse
cülus töreni payitahtta veya ölen padişahın olduğu yerde yapılırdı.


Osmanlı tahtında saltanatın intikali genel olarak iki şekilde
olmuştur. Devletin henüz beylik olduğu ilk yıllarda padişahın oğulları
olan şehzadeler babalarıyla birlikte yönetime ve savaşlara katılırlar,
idari ve siyasi tecrübe edinirlerdi .Zamanı gelince padişahın ve
etrafındaki soylu Türk beylerinin de onayladığı birisi babasının ölümü
ile birlikte tahta geçerdi. Daha sonra şehzadelerin sancağa gönderilmesi
ile bu durum fazla değişmemiş olup yine padişahın ve devlet erkanının
tercih ettiği veya ordunun bilhassa saltanat müjdesi verilerek tahta davet
edilmiştir. Şehzadelerden en liyakatlısını devlet adamları ve ordunun
tercihi ile iktidara getiren bu usul güçlü padişahların tahta geçmesini
sağlaması yanında Fatih tarafından kanunlaştırılan kardeş katlini teşvik
etmiştir.Zira Osmanlı hanedanına mensup her erkek üye günün birinde
padişah olabilir düşüncesiyle yetiştirilmekte olup şehzadeler için ikinci
bir hayat tarzını tamamen ortadan kaldırmaktadır.Nitekim Yıldırım
Bayezıd’ın savaş meydanında babasının ölümünü kardeşinden önce
öğrenerek, kendisini iktidar sahibi olarak ilan edip kardeşi Savcı Bey’i
öldürtmesi ile başlayan iktidara yönelik hanedan içi kanlı mücadeleler
on yedinci yüzyılın başına kadar sürmüştür.Ordunun ve ulemanın desteği
yanında kendi güçlü kişiliği ile tahta çıkan Yavuz Sultan Selim
kardeşleri Şehzade Ahmed ve Korkud’u, Kanuni Sultan Süleyman
şehzadelerini tahta talib oldukları gerekçesi ile, III.Murad ve III.Mehmet
ise kardeşlerini ortada böyle bir hareket görülmediği halde olabilir
endişesi ile öldürtmüşlerdir. I. Ahmed’den sonra ailenin en büyük erkek
üyesinin iktidara layık görülmesi ile saltanatın intikalinde
imparatorluğun sonuna kadar ikinci bir yol takip edilmiştir.


Osman Bey’in 1299 yılında bağımsızlığını ve hakanlığını ilan
ettiği sırada halk tarafından hakanlığının kabul edildiği açıktır. Bu
bağlılık töreni Türk adetlerine, Oğuz Han töresine göre olmuştur. Şöyle
ki biat merasimine katılanlar Osman Bey’in önünde birer birer gelip diz
çöktüler. O da bunlara birer bardak kımız sundu. Bunu alıp içenler
kendisine itaat edeceklerini ispatlamış oluyordu.


Orhan Gazi ve I. Murat’ın tahta çıkışları esnasında merasim
yapılıp yapılmadığı konusunda bir bilgimiz yoktur. I.Murat’ın Kosova
Savaşında şehit olmasından dolayı Yıldırım Beyazıd için parlak merasim
yapılmasına ortam müsait değildir.


Çelebi Mehmet’in tahta çıkışı ise olaylı olmuştur. Kardeşleriyle
yaptığı mücadeleyi kazanarak Edirne’ye giderek tahta oturmuştur. Çelebi
Mehmet de tahta çıkış merasimi yapılmasına lüzum görmemiştir.


Tahta çıkış merasimlerinin II. Murat’la başladığını söyleyebiliriz.
Devlet büyüklerine, ahaliye, askere, tahta çıkış bahşişi dağıttırmış ve
etek öptürmüştür. Böylece “cülüs bahşişi” adedti bu zamandan itibaren
başlamıştır.


Osmanlı padişahlarından, II. Murat kendi arzusuyla padişahlığı
oğluna terk etmiş ve II. Beyazıd da bu makamı küçük oğluna terke
mecbur olmuş, I. Mustafa, II. Osman, İbrahim, IV. Mehmet, II. Mustafa,
III.Ahmet, III.Selim, IV. Mustafa saltanattan indirilmişlerdi.Bunların
arasında II.Osman, İbrahim, III.Selim, IV.Mustafa tahttan indirildikten
sonra gelişen olaylarla öldürülmüşlerdi.


Hükümdarlıktan çekilenlerin bir kısmı ailesiyle sarayda
kendilerine gösterilen bir daireye giderek hizmetine verilen cariyelerle
nezaret altında tutulurlardı. Yeni Hükümdarlar da aynı tarzdaki kafes
hayatından saltanata gelirlerdi.


Osmanlı Devleti’nde İstanbul’un fethinden sonra cülus
merasimlerinin çoğu Topkapı Sarayı’nda yapılmıştır. Tahta geçecek olan
şehzade Şimşirlik’te ki dairesindeyken Kızlar ağası ve Silahdarağa
yanına gidip padişahın vefat ettiğini ve saltanat nöbetinin kendisine
geldiğini söyleyerek tebrik ederler. Ardından yeni padişah önce Hırka-i
saadet dairesine gidip orada bir şükür namazı kıldıktan sonra has odada
yakın hizmetindeki vazifelilerin ilk önce biat etmeleri Osmanlı geleneği
idi. Ardından Sadr-ı azam ve Şeyhülislamın daha sonra darüssaade
ağasıyla, enderun ricalinin biatlerini kabul ederdi. Biat, cülusun
tamamlayıcı unsuru olup, hükümdara yapılan sadakat ve itaat şeklidir.


Bu merasimin daima sarayda yapılması adet iken V. Murat ile V.
Mehmet’e kendilerinden öncekilerin tahttan indirilmesi sebebiyle, tahta
çıkış töreni Harbiye nezaretinin dış kapısı yanındaki köşklerde
yapılmıştır. (şimdiki üniversite binası)


Padişah sefer veya göç nedeniyle başka bir yerde ölmüşse
payitahtta veya devlet erkanı ve ölen padişahın olduğu yerde yapılırdı.
Sultan I. Selim Edirne’ye giderken Çorlu civarında öldüğünde İstanbul
yakın olduğu için Sadrazam Piri Paşa hemen başkente gitmiş ve
sancaktan gelen şehzade Süleyman’ın cülusu Topkapı Saray’ında
yapılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Sigetvar’da ölmesi üzerine ise
bütün devlet erkanı ve ordu yanında olduğu için II.Selim ‘in Belgrat’ta
cülus töreni yapması beklenmiştir. Şehzadelerin bulundukları yerde cülus
merasimleri yapmaları adet değildi.


Padişahların cülusları merasimle yapılır ve hiç vakit geçirilmeden
yeni padişaha o gün biat olunurdu. Eğer padişah gece vefat etmiş ise
tabii olarak merasim sabah erkenden yapılırdı. XVII. yy ile XVIII. yy’de
bazı padişahların başlarına Yusufi denilen serpuşu giydikleri görülür.


Padişahın vefatını ve Hal’ini yerine geçecek olan şehzadeye,
darüssaade ağası bildirir, koltuğuna girer, evvela vefat edenin naşını
gösterir. Daha önce söylediğimiz gibi Hırka-i Şerif Dairesine götürür. Ve
Hırka-i Şerif’e giderken diğer koltuğuna da silahdarağa girerdi.

1. Cülûs Merasimi


Yeni padişahın cülusu, gün ve saati teşrifatçı tarafından merasime
iştirak edecek olanlara derhal bildirilirdi. Padişahın tahtı Babüssaade
denilen Ak ağalar kapısının önüne kurulurdu. Merasimde bulunacak
olanların sıraları teşrifatçı vasıtasıyla ve bir deftere kaydedilirdi.61
Padişah bir koltuğunda Darüssaade ağası ve diğer koltuğunda bir
zamanlar Babüssaade ağası daha sonraları silahdarağa olduğu halde biat
mahalline geldiğinde meydan da bulunan divan-ı hümayun çavuşları hep
bir ağızdan ve ritmik bir sesle iyi dilek ve dua cümleleri söylerlerdi ki
buna alkış tutmak denir. Müneccim başının tayin ettiği saat-ı muhtar
denilen uğurlu bir anda tahta otururdu. Nakibül eşrafın dua etmesiyle
başlayan merasimde vezirler, divan üyeleri olarak kazaskerler,
defterdar, nişancı ve diğer yüksek rütbeli memur varsa Kırım Hanları
yeniçeri ağası ve dört bölük ağaları, İstanbul kadısı, ulema, meşayih,
çaşnıgirler, müteferrikalar ve diğer birun halkı şayet İstanbul’da ise
kaptan paşa katılırdı. Merasimde kaptan paşa ve yeniçeri ağası vezaret
rütbesinde iseler vezirlerin arasında dururlardı. Bunlardan yeniçeri
ağası, biat sırası orduya geldiğinde vezirlerin sırasından çıkarak bölük
ağalarının baş tarafına giderdi. Resmi devlet törenleri için en önemli
kaynak olan Fatih’in Teşkilat Kanunnamesi’nde cülus ve bayram
törenlerindeki biat esnasında padişahın kimlere ayağa kalkıp
kalkmayacağı, kimlerin el öpmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna göre
padişah, sadrazam, vezirler, şeyhülislam, nakibüleşraf, kazaskerler,
defterdar gibi üst düzey makam sahipleri ve ulema el öpmek için
yaklaştıklarında ayağa kalkmaktadır. Bir nevi teşkilat görevi yapan
Divan-ı Hümayun çavuşları bu esnada bir yanlışlığa yer vermemek için
ayağa kalkması gerektiğinde padişaha “hareket-i hümayun padişahım”
oturması gerektiğinde de “istirahat-ı hümayun padişahım” sözcükleri ile
alkış tutardı. Askerlerin biat etmesine sıra geldiğinde padişahın bunlara
yüksek sesle “bahşiş ve terakkileriniz kabulümdür” demesi
gerekmekteydi. Teşrifat sırasına göre herkes biat ettikten sonra teşrifatî
efendinin biat etmesi ile merasim biter, padişah yine alkış arasında ayağa
kalkıp içeriye giderdi.


Osmanlı padişahının cüluslarında ve viladetlerinde toplar, atılmak
suretiyle bunun halka ilan olunması adetti. Cülus yeni padişah adına
hutbe okutmak suretiyle ilan edilirdi. Yeni padişah adına hutbe okumak
ise saltanat alameti olup cülusun bütün ülkeye ilan edilmesidir. Uzak
vilayetlere ve komşu devletlere ulaklar gönderilerek söz konusu
değişiklik resmi yazılarla bildirilirdi. Bunlardan sonra başta devlet
erkanı olmak üzere cülus tebrikleri başlardı. Uç vilayetlerden gelen
sancak beylerinden sonra komşu ülkelerden de cülus tebriği için elçiler
gelirdi. Devrin şartlarına göre bu ülkelerin haber alıp elçi
göndermeleri bazen aylar sürerdi. Mesela Şah Tahmasb’ın cülus tebriği
için gönderdiği Tokmak Han III. Murat’a ancak bir buçuk sene sonra
gelebilmiştir.


Hükümdarlığa geçen bir şehzade cülusunu müteakip traş olur ve
tesrih-i lihye tabiri ile sakal salıverirdi. Küçük yaşta hükümdar olanlar
ise büyüyüp yaşları yirmiye gelince sakal uzatırlardı. Osmanlı
hanedanlığı içinde yalnız Yavuz Sultan Selim sakal uzatmamıştı.


Bir padişah tahta çıktığında sikke veya paranın yeni hükümdar adına
bastırılması emir olunurdu. Padişah adına bastırılacak paranın mahall-i
darbının Konstantaniyye, İstanbul veya İslambol isimlerinden hangisi
olacağı kendine sorulur ve padişah bu isimlerden hangisini münasip
görürse o suret ile bastırılırdı.


Yeni hükümdar namına basılmış olan sikkeler rikap merasiminde
darphane defterdarı tarafından padişaha takdim olunur. O da bunları
Sadr-ı azam ve diğer devlet erkanına dağıtırdı.


Yeni padişahın cülusunda ilk işi kendi namına mühür kazıtmaktı;
mühür-i hümayun denilen bu mührün bir tanesi sadr-ı azama verilir.
Böylece sadr-ı azam görevinde kalırdı. Çünkü her padişah değiştiğinde
üst düzeydeki bütün görevler iptal edilmiş olarak kabul ediliyor. Yeni
padişahın onaylaması ile görevlerinde kalanların görevleri ise “ibka
edilmiş” sayılıyordu. Fakat bu kural yeni padişaha verilmiş olan bir hak
olmakla birlikte doğal olarak bütün görevler için uygulanmıyordu.
Çoğunlukla padişah ilk anda uygun gördüğü bütün resmi görevleri
onaylıyordu. Fakat zaman içinde tercih ettiği atamaları yapıyordu.


Yeni padişahın cülus merasimi bittikten sonra vefat eden
hükümdarın cenazesi gaslolunur ve sonra padişahın da katılımıyla cenaze
namazı kılınıp hangi türbeye defni emredilirse merasimle oraya
gömülürdü.

2. Cülûs Bahşişi


Padişahın cüluslarında sadr-ı azamdan başlayarak devlet erkanına
ve ulemaya ve kapıkulu ocaklarına cülus bahşişi denilen bir bahşiş
verilmesi kanundu. Bundan başka padişahların saraya kapanmadıkları
zamanlarda, ilk defa sefere gidişlerinde askere sefer bahşişi ismiyle

başka bir bahşiş daha vermeleri usuldendi. Cülus bahşişi verilmesi 1774
senesinde I. Abdülhamit’in hükümdarlığına kadar devam etmişti. Bu
hükümdar tahta çıktığı zaman Rus seferi devam ettiğinden hazinede para
yoktu; bundan dolayı bahşiş verilmemiş ve daha sonraları da bu usul terk
olunmuştur. IV. Mustafa’nın cülusunda askerin bahşişi için bazı
dedikodu olduysa da biraz parayla işin önü alınmıştır.


Cülus ikramı iki şekilde olurdu bunlardan birincisi yeniçeri ve
devlet görevlilerinin ulufelerine yani mevcut maaşlarına zam
yapılmasıdır ki buna cülus terakkisi denilirdi; ikincisi ise yine askere ve
devlet erkanına yeni padişahın hediyesi olarak bir defaya mahsus verilen
paradır. Buna da cülus inamı veya cülus bahşişi denilirdi bahşiş eski bir
gelenek olup sadece para olarak verilmez hilat giydirmek veya çeşitli
hediyeler vermek de bu gruba girerdi.


Kanuni Sultan Süleyman’ın tahta çıkışında verilen cülus bahşişlerini
örnek olarak verirsek, babası öldükten sonra Manisa’dan gelip tahta
çıktığı zaman bahşiş ve terakkiler vermiştir. Genel olarak yeniçerilere
üçer bin akçe bahşiş verilmiştir, sipahi ve silahdarlar bölüklerinin her bir
neferine yirmi beşer akçe terakki ile bin akçe ihsan ve garipler
zümresine dörder akçe ve ulüfecilere üçer akçe zam ile biner akçe inam
verilmiştir. Bunların dışında Saruhan (Manisa) da iken padişahın
hizmetinde bulunan büyük küçük tüm görevlilerin ulüfelerine ve
dirliklerine zamlar yapılmıştır.

3. Cülûs Tebrikleri


Cülus tebriklerinin ilk günden başlayarak uzun bir süre devam
ettiği görülmektedir. Cülus töreninden hemen sonraki günlerde devlet
adamları ve ulema ayrıca tebriğe geliyorlar ve bunlara derecelerine göre
hilat ve kaftanlar giydiriliyordu. İstanbul dışında bulunan beylerbeyi ve
beyler ise çeşitli vesilelerle sonradan cülus tebriğine geliyorlar veya
davet ediliyorlardı. Tebriğe gelenlerin cülus pişkesi denilen hediyeler
takdim etmeleri usulden olup karşılığında cülus bahşişi olarak para ve
çeşitli hediyeler aldıkları görülmektedir.


Gönderilen cülus haberlerinden sonra ülke dışından da elçiliklerle
tebrikler ve hediyelikler gönderiliyordu. Gönderilen cülus tebrikleri
içinde en çok dikkati çeken Şah Tahmasb tarafında III. Murat’a
gönderilen hediyelerdir. III. Murat tahta çıktığı zaman cülus haberi
gönderilmemesine rağmen iyi ilişkiler kurmak isteyen İran Şahı I.
Tahmasb cülus tebriği ve taziye için gönderdiği elçi Tokmak Han
mesafenin uzaklığı ve iklim şartlarının uygun olmasını beklemesinden
dolayı cülustan bir buçuk sene sonra 5 Safer 984 / 4 Mayıs 1576
tarihinde İstanbul’a gelmiştir. Cülus tebriği için getirdiği hediyeler ve
maiyetinden otuz kişi ile birlikte saraya giren Tokmak Han Divan-ı
Humayun’a girmiş önce Şah’ın mektubunu ve hediyelerini daha sonra
kendi hediyelerini takdim edip, cülus tebriği için vezirler ile birlikte
padişahın yanına çıkıp el öpmüştür. Bu hediyeler arasında ; bir
muhteşem çadır, çeşitli halılar, Horosan keçeleri, 18 musanna ve
müzehhep mushaf-ı şerif, İran şairlerine ait murakka’at, 10000 tane
balıkçıl teli, üç okka mumiya-i ma’deni ve panzehir, kıymetli taşlarla
dolu çekmeceler, oklar, yaylar, kılıçlar, olduğu kaydedilmektedir.

Hazırlayan: Ebru BAYKAL





























19 Temmuz 2012 Perşembe

Osmanlı Devletinden Önceki Türklerde Törenler


Eski Türklerin ölünün ardından bir takım usul ve adetler yererine getirdiği
görülmektedir. Bu usul ve adetleri, Türklerin İslamiyeti kabulünden evvel ve sonra diye
iki ana grupta toplamak mümkündür. Ancak İslamiyet’in kabulünden sonra da
İslamiyet’ten evvel oluşan usul ve adetlere bazı yerlerde kısmen değişik görülmekle
beraber, rastlamaktayız.



Şamanizm, Maniheizm ve Budizm Dinlerine inanan Türklerin, bu dinlere dayalı
ölüm ile ilgili düşünce ve inançları mezar geleneklerine yansımıştır. Eski Türklerde
ruhun kuş şekline girerek uçup geldiği yere gittiğine inanılırdı. Orhun Yazıtlarından
anlaşıldığına göre, insan ruhu öldükten sonra kuş veya böcek şekline girmekte ve ölen
hakkında “uçtu” denilmektedir.1 Batı Türklerinde İslamiyet’in kabulünden sonra dahi
öldü yerine “Sonkur oldu”2 “Şunkar boldu” yani şahin oldu deyimi kullanılmaktadır.3



Eski Türklerde ölüm halinde yas törenleri yapılır, bu törenlere “yoğ” deniyordu.4
Hunlar ölülerini tabut içine koyarlardı. Bu tabut iki katlı olup iç ve dış tabutlardı. Bu
tabutları altın ve gümüş işlemeli kumaşlarla örterlerdi. Ağaç dikilmiş mezarları ve
matem elbiseleri yoktu. Ölü ile beraber öldürülen yüz, hatta yüzden fazla olurdu.5
Göktürklerin defin töreninde ölüyü çadıra koyarlar. Oğulları, torunları, erkek-kadın
başka akrabası atlar ve koyunlar keserler ve çadırın önüne sererler. Ölü bulunan çadırın
etrafında at üzerinde yedi defa dolaşırlar. Kapının önünde bıçakla yüzlerini kesip
ağlarlar. Yüzlerinden kan ve yaş karışık olarak akar. Bu töreni yedi defa tekrar ederler.
Sonra muayyen bir gününde mezara gömerler. İlkbaharda ölenleri sonbaharda, otların
ve yaprakların sarardığı zaman gömerler. Defin gününde ölünün akrabası, tıpkı öldüğü 
günde yaptıkları gibi, at üzerinde gezer ve yüzlerini keser, ağlarlar. Mezar üzerinde
kurulan yapının duvarlarına ölünün resmini, hayatında yaptığı savaşları resim ederler.
Bu ölü ömründe bir adam öldürmüş ise mezar üzerine bir taş koyarlar. Bazı ölülerin
mezarında bu taşlar yüze, hatta bine ulaşır. Atlar ve koyunlar kurban ettikten sonra
kafalarını kazıklar üzerine koyarlar.6 Bazen cesetler yakılır, kalanları gömülürdü.7



Oğuzlarda defin töreni ise; Oğuzlardan biri hastalanırsa köleler ve cariyeler
bakar; ev adamlarından hiç kimse hastaya yaklaşmaz. Hanedan uzak bir çadır dikip
hastayı oraya koyarlar iyileşinceye yahut ölünceye kadar çadırda kalır. Yoksul ve köle
hastalanırsa onu kırlara bırakıp giderler. Ölüye büyük bir çadır hazırlanırdı. Ölüye ceket
giydirirler, kuşağını kuşandırır, yayını yanına koyarlar; eline içki dolu tahta kadeh
tutturulup önüne de içki dolu bir tahta kap koyarlar. Bütün mal ve eşyasını bu eve
/çukura doldurup ölüyü buraya oturturlar. Sonra çukurun üzerine topraktan kubbe gibi
döşeme yaparlar.8 Gömülme işi bittikten sonra ölünün atları kesilerek yenirdi ki bu da
bütün Türk kavimlerinde görülen yuğu aşı veya ölü aşı geleneği idi. Yenilen atların
başlarını ayaklarını ve derilerini mezarın üzerinde bulunan sırıklara asarlardı. Ölen
cennete etleri yenilen ve derileri sırıklara asılan bu atlar ile gidecekti. Bu yapılmadığı
takdirde ölen yorucu cennet yolculuğunu yayan yapmak mecburiyetinde kalacaktı.9 Bu
ölü hayatında adam öldürmüş ve cesur bir kişi ise öldürdüğü adamlar sayısı kadar
ağaçtan suret yontarlar ve mezarın üzerine koyarlar. Hazarlar ile Oğuzlarda ölüyü nehir
yatağına gömmek âdetinin olduğu da görülür. Bunun için evvela başka bir istikamet
verilen ırmağın yatağında, dayanıklı malzeme ile bir mezar hazırlanır ve ölü buraya
gömüldükten sonra sular eski mecraya çevrilirmiş.10 Türkler ölünün yeri belli olsun diye
kurgan inşa ederler, mezarların üstüne tümsek yaparlar veya geniş daireler şeklinde taş
yığarlar ve hatta taş heykeller dikerlerdi.11 Ölen kişinin, gelecekteki hayatında bütün bu
şeylere ihtiyaç duyacağına, yani ölenlerin süt elde etmek için kısrağa, binmek için
aygıra vs. ihtiyacı olacağına inanılıyordu. Benzer sebeplerle mezara altın ve gümüşten
yapılmış çeşitli ziynet eşyaları da konuluyordu.12 Daha önce bahsettiğimiz cesedin
yakılması âdetinin kötülüklerden temizlenme amacıyla yapıldığı sanılmaktadır. Ayrıca
Türklerde mumyalama âdetini zaman zaman görmekteyiz.13



Oğuzların başlıca yas alameti giydikleri alışılan ak renkteki elbiseleri çıkarıp
karalar giymekti. Bu geleneği de Selçuklu devrinde Türkmenler arasında İran
Moğollarında, Timurlularda, Kara-Koyunlular’da, Ak-Koyunlular’da Anadolu
Beyliklerinde ve nihayet Osmanlılarda görmekteyiz. Ayrıca atın kuyruğunun kesilmesi,
ağlamak, kadınların saçlarını yolması, yüzlerini ve yakalarını yırtmaları, ayakkabılarını
çıkarmaları14elbiseyi ters giymeleri, baş açmaları gibi ananeleri görmekteyiz . 15
Abartılan yas gösterileri ve burada yüzlerini kesmek gibi adetler ile bugün hala Şii
Azeri Türklerinin Kerbela Vakıa’sı dolayısıyla Muharrem günlerinde yapılmakta olan
matem gösterileri arasında büyük benzerlik göze çarpmaktadır.16



Eski Türklerde evlenme törenleri konusunda araştırmacıların farklı şeyler
söylediğini görmekteyiz. Bu konuda referans olarak kabul görenlerden biri Grenard’ın
Türkistan’da evlenme törenleri konusundaki görüşleri özetle şöyledir. Erkek dostlarıyla
beraber kız babasının evine gider. Kızın babası, gelenleri kapıda karşılar. Kendilerine
misafir ekmeğini verdikten sonra delikanlının boynuna bir yazma sarar. Bu yazma
otoritenin artık babadan delikanlıya geçtiğine alamettir. Bundan sonra bir fincan tuzlu
su getirilir. Bu tuzlu su içinde ıslanmış ekmeği nişanlılar yerler, kız baba evinden çıkar.
Atlı bir alay musiki ile güveyin evine gider. Gelinle onun tarafında olanlar ağlarlar,
sızlarlar. Delikanlı tarafı da teselli edici şarkılar söylerler. Güvey tarafı, yalancıktan bir
kız kaçırma hareketi yapar. Kız tarafı karşı koyar. Güveyin koynundaki yazmayı almak
isterler. Güvey yazmayı vermemek için bedel olarak herkese ayrı ayrı paralar
verir.(Düğünlerde para serpmek âdeti burada kalmış olsa gerektir.) Alay erkek evinin
eşiğine gelince ev eşiği mukaddes olduğu için, genç kız eşiğe basamaz. Bir keçe içine
konarak, el üstünde kapıdan içeri sokulur. İçeride yanan ocak ateşinin yanına giderler

(Türkler de aile koruyucusu perinin ateşidir.) Genç kızın perisi ile erkeğin perisi
birdenbire barışmayacağı için, kız ve delikanlı, üç gün ayrı dururlar. Kız, çadırın bir
köşesinde gizli kalır. Üç gün sonra yüz açılma merasimi yapılır. Türklerde “yüz
görümlüğü” adı ile hediye verilmesi bu gelenekten kalmadır.17



Oğuzlarda evlenme geleneğinde kalın-başlık verme usulü yaygındır.18 Kalın ve
başlık Türk ailesinin temel sigortasıdır. Kalın babanın oğullara, evlenme payıdır. Başlık
ise evlenme sırasında kız ailesine verilen bir hediye görünüşündedir. Baba malından
kızlara bir pay düşüyorsa bu da kızın çeyizidir. Günümüze kadar ulaşan eski bir Türk
geleneği olan “kalın” bilinen tarihlerden bu yana bir düğün geleneği olarak varlığını
sürdürmüştür.19



Oğuzların düğünleri ve oyunlarına dair bilgimiz yoktur. Yalnız Tuğrul Bey’in
1063yılında Halife el-Kaim Biemrillah’ın kızı ile evlendiği zaman, bir oda da kürsü
üzerinde oturan gelini, ziyaret ettikten sonra avluya çıktığını ve orada beyleri ile birlikte
sevinç içinde raksettiğini ve bu esnada Türkçe şarkılar çalındığını biliyoruz.20 Birbirini
seven aileler daha beşikte iken çocuklarını birbirine nişanlamakta idiler. Erkek
nişanlandığı kızın parmağına kendi yüzüğünü takmaktadır. Kız da nişanlısına kendi
diktiği kırmızı renkte kaftan göndermekte ve oğlan gerdeğe bu kaftanı giyerek
girmektedir. Nişanlandıktan bir süre sonra düğün yapılmaktadır. Düğünde damadın
yüzüğüne arkadaşları tarafından ok atma geleneği vardı. Damadın gerdeğe gireceği yeri
ok atarak tayin ederlerdi. Destanlarda beylerden birçoklarının birbirleri ile dünürlük
kurmuş olduğu görülür. Üç-Oklardan Bay Büre Bey oğlu Beyrek, Boz-Oklardan Bay
Bien Bey’in kızı ile evlenmiş idi. Yine iç Oğuz’dan olması muhtemel bulunan Kazılık
Koca, Boz-Oklar’dan sayılan Büğdüz Ermen’in kardeşi ile evlenmiş ve bu evlenmeden
oğlu Yigerek doğmuştu. Bu misallerden Oğuzlar arasında dış evlenme geleneğinin
bulunduğu hükmünü belki verebilir. İse de bu hususta kesin bir şey söylemek mümkün
değildir. Çünkü bu evlenmelerde sadece siyasi ve içtimai bir gaye güdülmüş olabilir.21



Eski Türklerde ölen kardeşin dul karısı ile evlenme geleneği vardı ve hatta bu
gelenek günümüze kadar devam ede gelen çok eski bir gelenektir.22



Eski Türklerde Bayram törenlerine gelince bayram kavramı ilk defa Kaşgarlı
Mahmud’un XI. yüzyılda yazdığı “Divan”da görülür. Kaşgarlı’ ya göre bayram
“eğlenme gülme ve sevinme günüdür.” Bayramlar XI. yy Türk toplumunda, şüphesiz
“bayram yeri” adı verilen bir meydanda kutlanmaktaydı. Bayram yeri, özellikle
çiçeklerle süslenmekte çıra veya meşalelerle aydınlatılmaktaydı ki burası Kaşgarlı’nın
ifadesiyle adeta “gönül açan” bir mekân olmaktaydı. Kaşgarlı Mahmut bu açıklamayla
Ramazan ve Kurban bayramları gibi dini bir bayramdan değil, milli bir bayramdan söz
etmektedir.23



Türklerin Hunlardan beri bayram ve festival türünden birçok tören ve faaliyetleri
vardı. Mesela, Hun Türkleri beşinci ayda, yani ilkbaharda “Lung –cınğ” adı verilen
yerde topluca büyük bir bayram yapmaktaydılar. Bu bayramda hem inançla ilgili adetler
yerine getirilmekte, hem de türlü müsabakalar düzenlenmekteydi. Dini adet olarak
evrenin yaratıcısı “Gök Tanrı” ve kutsal sayılan “ yer” için at kurban edilmekteydi.
Bundan sonra bayramın müsabaka ve eğlence kısmına geçiliyordu. Bu kısımda
Türklerin en çok sevdikleri bir spor türü olan at yarışları yapılıyordu.24 Hunlar, onların
torunları Göktürkler ve Uygurlar yılın beşinci ayında aynı mukaddes dağ üzerinde
toplanır. Tanrıya ve atalara kurban keserlerdi. Göktürklerin bu ayin ve merasimleri
demircilikle uğraştıkları ve kurt menşei efsanesiyle bağlı bulundukları Altay dağlarının
bir vadisinde yüksek beylerin ve asillerin iştiraki ile yapılıyordu. Çin kaynaklarında
ecdat mağarası olarak tanınan bu yer Türk ananesinde Ergenekon ismini almış ve İslam
kaynaklarına kadar intikal etmiştir. Gerçekten Türkler her yılbaşı buraya gidip
demircilik devrinin hatırası olarak bir miktar demiri örs üzerine dövmek suretiyle bir
bayram yapıyorlardı. Kötü ruhlarda, yeraltında, cehenneme gidiyor; onların
fenalıklarından kurtulmak için de kamlar, yani din adamları vazife görüyorlardı.25



Aynı bayram Uygur Türklerinde de vardı.450 yılında Uygur Türklerinden 5grup
birleşerek, Çin’in kuzeyinde büyük bir tören yapmışlardır. Onlar bu törende önce “Gök
Tanrı” ya kurban sunmuşlar, sonra da şarkılar söyleyerek eğlenmişlerdir. Öte yandan
840 yılından sonra Tarım havzasına gelip, yarı yerleşik hayata geçen Uygurlar, din
olarak Budizm’i kabul ettikleri halde eski geleneklerini terk etmemişlerdir.26



Türklerin İslamiyet’ten önce Orta Asya’da kendilerine has bir hayat tarzları ve
inançları olduğu gibi, yine kendilerine has bayramları da olmuştur. Görüldüğü gibi bu
bayram ve festivallerin esasını inançla ilgili davranışlar ve toplu yapılan eğlenceler
oluşturmaktaydı.27



Türkler, İslam dinini kabul ettikten sonra eski bayram adetlerini de muhafaza
etmekle beraber, İslam dininin getirdiği başlıca Ramazan ve Kurban bayramlarına
ehemmiyet ve kutsiyet vermeği dini bir vecibe saydılar .28



Selçuklularda Ramazan ve Kurban bayramı kutlamalarına büyük önem
vermişlerdir. Saraylar süslenir, bayram namazından sonra Selçuklu Sultanı hanedan
mensuplarının, devlet ricalinin ve halkın tebriklerini kabul ederdi. Bu arada sarayın
önünde davul ve zurnalar çalınırdı. Sultan halkın arasına karışır, mescitlere gider, hutbe
ve vaazları dinler, kestirdiği hayvanların etini fakirlere dağıtırdı. Sultanlar Abbasi
halifeleriyle karşılıklı olarak birbirlerine hediye gönderirlerdi. Abbasiler ve Fatımiler
gibi Nevruz ve Mihrican bayramlarını da kutlamışlardır.29



Eski Türklerde gördüğümüz törenlerden birisi de sık sık toylar verdikleridir. Toy
ziyafet demektir. Toylar doğum, bey oğlunun ilk avı, bir dilekte bulunma bir felaketten
kurtulma, kısaca herhangi bir sevinç vesilesi ile verilmekte idi. Toyların diğer Türk
kavimlerinde olduğu gibi, Oğuzların sosyal hayatında da mühim bir yeri vardı. Toylar
yalnız beylere değil, halka da veriliyordu. Bu, o kadar esaslı bir gelenek idi ki Oğuzlar
da ve diğer Türk kavimlerinde siyasi ve sosyal düzenin muhafazası toylar ile pek

yakından ilgili idi. Beylerbeyi Salur Kazan Bey Üç-ok ve Boz-Ok Beyleri ordasına
geldiklerinde (yılda bir defa) geniş bir otağ da onlar için büyük bir toy verirdi. Toyda
yenilip içildikten sonra Kazan hatununun elinden tutarak otağdan uzaklaşır, davetliler
orada bulunan bütün eşyayı yağmalarlardı. Yağmadan sonra beyler bağlı oldukları Salur
Kazan’ı selamlarlar ve atlarına binip yurtlarına dönerlerdi.30 Türkler, Yakın Doğu
ülkelerine geldiklerinde diğer gelenekleri arasında bu yağmalı toy geleneğini de
getirmişlerdi. Selçuklulardan başka Suriye Atabeyleri devletinde (Zengiler) ve
Osmanlılarda da bu geleneğin devam ettiği görülmektedir.31



Umumi ziyafetler ve büyük toylar zafer şenlikleri, cülus ve veliaht tayini
merasimleri münasebeti ile çok muhteşem olurdu. Yunus Emre de malın
yağmalatılmasını ilahi aşka bir vasıta ve manevi bir toy sayardı.32



Kara-koyunlu ve Ak-koyunlularda toylar göçebe hususiyetlerini daha fazla
muhafaza ediyordu. Kara Yusuf Bey, oğlu Kara-Budak’ı Diyarbekir’de padişahlığa
yükseltirken tertip ettiği büyük toyda 300 at, 3000 koyun kestirmiş çeşitli yemekler ve
içkiler hazırlatmış; birçok musiki şinaslar merasim ve eğlencelere katılmıştı.33



Göktürklerin müşterek ayin ve bayramlarında mukaddes yerlerde dua ve
kurbanlarından başka sefere çıkarken bir mabede gidip zafer duası yaptıkları ve ondan
sonra da orduları harekete geçirdikleri gözüküyor.34



Oğuzlarda beylerin yeni doğmuş çocukları “dolaması altın beşiklerde”
uyutuluyor ve dadılara verilerek büyütülüyordu. Kız çocuklara sahip olmak onlarda,
Araplarda olduğu gibi hor görülmüyordu. Bay Biçen Bey kız çocuğu olması için kalın
Oğuz Beylerinden alkış yani duada bulunmalarını rica etmiştir.35


----------------------------------------------------











1 Alım Karamürsel,”Türklerde Mezar Geleneği”,Türkler, C.III, Ankara 2002, s. 76.
2 Yıldız Kocasavaş,”Eski Türklerde Yas ve Ölü Gömme Adetleri”, Türkler, C.III, Ankara 2002, s. 67.
3 Alım Karamürsel, a.g.m., s.76.
4 İbrahim Kafesoğlu,Türk Milli Kültürü, İstanbul 1994, s.290.
5 Alım Karamürsel, a.g.m., s.76 ;Yıldız Kocasavaş, a.g.m., s.67.

6 Yıldız Kocasavaş, a.g.m., s.67.
7 Alım Karamürsel, a.g.m., s.77.
8 Yıldız Kocasavaş, a.g.m., s.67.
9 Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), İstanbul 1999, s.398.
10 Yıldız Kocasavaş, a.g.m., s.67,68.
11 İbrahim Kafesoğlu, a.g.e., s.291.

12 Dmıtry Dubrovsky, “Cuci Ulusunun Cenaze Törenlerinde At Kurban Edilmesi”, (Çeviren: Nurşen
Özsoy),Türkler, C.III, Ankara 2002, s.81.
13 Alım Karamürsel, a.g.m., s.77.
14 Faruk Sümer, a.g.e., s.397,398,399.
15 İ.H.Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet
16 Alım Karamürsel, a.g.m., s.77.

17 Ali Erkul, “Eski Türklerde Evlenme Gelenekleri”,Türkler, C.III, s.59.
18 Faruk Sümer, a.g.e.,s.57.
19 Ali Erkul,a.g.m., s.63.
20 Faruk Sümer, a.g.e.,s.57.
21 Faruk Sümer, a.g.e.,s.291,292.

22 Ali Erkul,a.g.m., s.60.
23 Osman Turan,”Bayram” Maddesi, İA, C.II, İstanbul 1993, s. 421; Salim Koca,”Eski Türklerde Bayram
ve Festivaller”, Türkler, C.III, Ankara 2002, s.51.
24 Salim Koca, a.g.m., s.51.
25 Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, İstanbul 1994, s.52.

26 Salim Koca, a.g.m.,s.51.
27 Salim Koca, a.g.m.,s.52.
28 Osman Turan, a.g.e.,s.422.
29 Nebi Bozkurt, “Bayram Kutlamaları” Maddesi, DİA, C.V, İstanbul 1992, s.422.

30 Faruk Sümer, a.g.e., s.296.
31 Faruk Sümer, a.g.e., s.297.
32 Osman Turan, a.g.e., s.106.
33 Osman Turan, a.g.e.,s.107.
34 Osman Turan, a.g.e.,s.53.
35 Faruk Sümer, a.g.e., s.292.
Hazırlayan: Ebru BAYKAL