20 Temmuz 2012 Cuma

Cülûs Törenleri (Cülûs-u Hümayun)

Cülûs Törenleri (Cülûs-u Hümayun)


Osmanlı devlet törenleri içerisinde en önemlisi devletin yapısını
ve iktidar anlayışını işaret eden cülûs törenleridir. Tahta çıkış törenleri
olan cülûs törenleri en eski Türk devletlerinden itibaren her devirde
yapıldığı gibi Osmanlı Devletinde de kuruluşundan başlayarak her
devirde çeşitli şekillerde kutlanmıştır. Ölüm veya hall gibi sebeplerle
boşalan tahtın en kısa zamanda doldurulması yani herhangi bir iktidar
boşluğunun yaşanmaması için cülûs töreninin mümkün olan en kısa
zamanda yapılması esastır. Normal şartlar içinde sarayda ölen bir
padişahın yerine geçecek olan veliahd şehzade en kısa zamanda
hazırlanır, ölen padişahın cenazesi hazırlanmadan önce devlet erkanı,
ordu temsilcileri ve ulemanın katılımıyla derhal cülûs merasimi
yapılırdı. Padişah, sefer veya göç nedeniyle başka bir yerde ölmüşse
cülus töreni payitahtta veya ölen padişahın olduğu yerde yapılırdı.


Osmanlı tahtında saltanatın intikali genel olarak iki şekilde
olmuştur. Devletin henüz beylik olduğu ilk yıllarda padişahın oğulları
olan şehzadeler babalarıyla birlikte yönetime ve savaşlara katılırlar,
idari ve siyasi tecrübe edinirlerdi .Zamanı gelince padişahın ve
etrafındaki soylu Türk beylerinin de onayladığı birisi babasının ölümü
ile birlikte tahta geçerdi. Daha sonra şehzadelerin sancağa gönderilmesi
ile bu durum fazla değişmemiş olup yine padişahın ve devlet erkanının
tercih ettiği veya ordunun bilhassa saltanat müjdesi verilerek tahta davet
edilmiştir. Şehzadelerden en liyakatlısını devlet adamları ve ordunun
tercihi ile iktidara getiren bu usul güçlü padişahların tahta geçmesini
sağlaması yanında Fatih tarafından kanunlaştırılan kardeş katlini teşvik
etmiştir.Zira Osmanlı hanedanına mensup her erkek üye günün birinde
padişah olabilir düşüncesiyle yetiştirilmekte olup şehzadeler için ikinci
bir hayat tarzını tamamen ortadan kaldırmaktadır.Nitekim Yıldırım
Bayezıd’ın savaş meydanında babasının ölümünü kardeşinden önce
öğrenerek, kendisini iktidar sahibi olarak ilan edip kardeşi Savcı Bey’i
öldürtmesi ile başlayan iktidara yönelik hanedan içi kanlı mücadeleler
on yedinci yüzyılın başına kadar sürmüştür.Ordunun ve ulemanın desteği
yanında kendi güçlü kişiliği ile tahta çıkan Yavuz Sultan Selim
kardeşleri Şehzade Ahmed ve Korkud’u, Kanuni Sultan Süleyman
şehzadelerini tahta talib oldukları gerekçesi ile, III.Murad ve III.Mehmet
ise kardeşlerini ortada böyle bir hareket görülmediği halde olabilir
endişesi ile öldürtmüşlerdir. I. Ahmed’den sonra ailenin en büyük erkek
üyesinin iktidara layık görülmesi ile saltanatın intikalinde
imparatorluğun sonuna kadar ikinci bir yol takip edilmiştir.


Osman Bey’in 1299 yılında bağımsızlığını ve hakanlığını ilan
ettiği sırada halk tarafından hakanlığının kabul edildiği açıktır. Bu
bağlılık töreni Türk adetlerine, Oğuz Han töresine göre olmuştur. Şöyle
ki biat merasimine katılanlar Osman Bey’in önünde birer birer gelip diz
çöktüler. O da bunlara birer bardak kımız sundu. Bunu alıp içenler
kendisine itaat edeceklerini ispatlamış oluyordu.


Orhan Gazi ve I. Murat’ın tahta çıkışları esnasında merasim
yapılıp yapılmadığı konusunda bir bilgimiz yoktur. I.Murat’ın Kosova
Savaşında şehit olmasından dolayı Yıldırım Beyazıd için parlak merasim
yapılmasına ortam müsait değildir.


Çelebi Mehmet’in tahta çıkışı ise olaylı olmuştur. Kardeşleriyle
yaptığı mücadeleyi kazanarak Edirne’ye giderek tahta oturmuştur. Çelebi
Mehmet de tahta çıkış merasimi yapılmasına lüzum görmemiştir.


Tahta çıkış merasimlerinin II. Murat’la başladığını söyleyebiliriz.
Devlet büyüklerine, ahaliye, askere, tahta çıkış bahşişi dağıttırmış ve
etek öptürmüştür. Böylece “cülüs bahşişi” adedti bu zamandan itibaren
başlamıştır.


Osmanlı padişahlarından, II. Murat kendi arzusuyla padişahlığı
oğluna terk etmiş ve II. Beyazıd da bu makamı küçük oğluna terke
mecbur olmuş, I. Mustafa, II. Osman, İbrahim, IV. Mehmet, II. Mustafa,
III.Ahmet, III.Selim, IV. Mustafa saltanattan indirilmişlerdi.Bunların
arasında II.Osman, İbrahim, III.Selim, IV.Mustafa tahttan indirildikten
sonra gelişen olaylarla öldürülmüşlerdi.


Hükümdarlıktan çekilenlerin bir kısmı ailesiyle sarayda
kendilerine gösterilen bir daireye giderek hizmetine verilen cariyelerle
nezaret altında tutulurlardı. Yeni Hükümdarlar da aynı tarzdaki kafes
hayatından saltanata gelirlerdi.


Osmanlı Devleti’nde İstanbul’un fethinden sonra cülus
merasimlerinin çoğu Topkapı Sarayı’nda yapılmıştır. Tahta geçecek olan
şehzade Şimşirlik’te ki dairesindeyken Kızlar ağası ve Silahdarağa
yanına gidip padişahın vefat ettiğini ve saltanat nöbetinin kendisine
geldiğini söyleyerek tebrik ederler. Ardından yeni padişah önce Hırka-i
saadet dairesine gidip orada bir şükür namazı kıldıktan sonra has odada
yakın hizmetindeki vazifelilerin ilk önce biat etmeleri Osmanlı geleneği
idi. Ardından Sadr-ı azam ve Şeyhülislamın daha sonra darüssaade
ağasıyla, enderun ricalinin biatlerini kabul ederdi. Biat, cülusun
tamamlayıcı unsuru olup, hükümdara yapılan sadakat ve itaat şeklidir.


Bu merasimin daima sarayda yapılması adet iken V. Murat ile V.
Mehmet’e kendilerinden öncekilerin tahttan indirilmesi sebebiyle, tahta
çıkış töreni Harbiye nezaretinin dış kapısı yanındaki köşklerde
yapılmıştır. (şimdiki üniversite binası)


Padişah sefer veya göç nedeniyle başka bir yerde ölmüşse
payitahtta veya devlet erkanı ve ölen padişahın olduğu yerde yapılırdı.
Sultan I. Selim Edirne’ye giderken Çorlu civarında öldüğünde İstanbul
yakın olduğu için Sadrazam Piri Paşa hemen başkente gitmiş ve
sancaktan gelen şehzade Süleyman’ın cülusu Topkapı Saray’ında
yapılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Sigetvar’da ölmesi üzerine ise
bütün devlet erkanı ve ordu yanında olduğu için II.Selim ‘in Belgrat’ta
cülus töreni yapması beklenmiştir. Şehzadelerin bulundukları yerde cülus
merasimleri yapmaları adet değildi.


Padişahların cülusları merasimle yapılır ve hiç vakit geçirilmeden
yeni padişaha o gün biat olunurdu. Eğer padişah gece vefat etmiş ise
tabii olarak merasim sabah erkenden yapılırdı. XVII. yy ile XVIII. yy’de
bazı padişahların başlarına Yusufi denilen serpuşu giydikleri görülür.


Padişahın vefatını ve Hal’ini yerine geçecek olan şehzadeye,
darüssaade ağası bildirir, koltuğuna girer, evvela vefat edenin naşını
gösterir. Daha önce söylediğimiz gibi Hırka-i Şerif Dairesine götürür. Ve
Hırka-i Şerif’e giderken diğer koltuğuna da silahdarağa girerdi.

1. Cülûs Merasimi


Yeni padişahın cülusu, gün ve saati teşrifatçı tarafından merasime
iştirak edecek olanlara derhal bildirilirdi. Padişahın tahtı Babüssaade
denilen Ak ağalar kapısının önüne kurulurdu. Merasimde bulunacak
olanların sıraları teşrifatçı vasıtasıyla ve bir deftere kaydedilirdi.61
Padişah bir koltuğunda Darüssaade ağası ve diğer koltuğunda bir
zamanlar Babüssaade ağası daha sonraları silahdarağa olduğu halde biat
mahalline geldiğinde meydan da bulunan divan-ı hümayun çavuşları hep
bir ağızdan ve ritmik bir sesle iyi dilek ve dua cümleleri söylerlerdi ki
buna alkış tutmak denir. Müneccim başının tayin ettiği saat-ı muhtar
denilen uğurlu bir anda tahta otururdu. Nakibül eşrafın dua etmesiyle
başlayan merasimde vezirler, divan üyeleri olarak kazaskerler,
defterdar, nişancı ve diğer yüksek rütbeli memur varsa Kırım Hanları
yeniçeri ağası ve dört bölük ağaları, İstanbul kadısı, ulema, meşayih,
çaşnıgirler, müteferrikalar ve diğer birun halkı şayet İstanbul’da ise
kaptan paşa katılırdı. Merasimde kaptan paşa ve yeniçeri ağası vezaret
rütbesinde iseler vezirlerin arasında dururlardı. Bunlardan yeniçeri
ağası, biat sırası orduya geldiğinde vezirlerin sırasından çıkarak bölük
ağalarının baş tarafına giderdi. Resmi devlet törenleri için en önemli
kaynak olan Fatih’in Teşkilat Kanunnamesi’nde cülus ve bayram
törenlerindeki biat esnasında padişahın kimlere ayağa kalkıp
kalkmayacağı, kimlerin el öpmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna göre
padişah, sadrazam, vezirler, şeyhülislam, nakibüleşraf, kazaskerler,
defterdar gibi üst düzey makam sahipleri ve ulema el öpmek için
yaklaştıklarında ayağa kalkmaktadır. Bir nevi teşkilat görevi yapan
Divan-ı Hümayun çavuşları bu esnada bir yanlışlığa yer vermemek için
ayağa kalkması gerektiğinde padişaha “hareket-i hümayun padişahım”
oturması gerektiğinde de “istirahat-ı hümayun padişahım” sözcükleri ile
alkış tutardı. Askerlerin biat etmesine sıra geldiğinde padişahın bunlara
yüksek sesle “bahşiş ve terakkileriniz kabulümdür” demesi
gerekmekteydi. Teşrifat sırasına göre herkes biat ettikten sonra teşrifatî
efendinin biat etmesi ile merasim biter, padişah yine alkış arasında ayağa
kalkıp içeriye giderdi.


Osmanlı padişahının cüluslarında ve viladetlerinde toplar, atılmak
suretiyle bunun halka ilan olunması adetti. Cülus yeni padişah adına
hutbe okutmak suretiyle ilan edilirdi. Yeni padişah adına hutbe okumak
ise saltanat alameti olup cülusun bütün ülkeye ilan edilmesidir. Uzak
vilayetlere ve komşu devletlere ulaklar gönderilerek söz konusu
değişiklik resmi yazılarla bildirilirdi. Bunlardan sonra başta devlet
erkanı olmak üzere cülus tebrikleri başlardı. Uç vilayetlerden gelen
sancak beylerinden sonra komşu ülkelerden de cülus tebriği için elçiler
gelirdi. Devrin şartlarına göre bu ülkelerin haber alıp elçi
göndermeleri bazen aylar sürerdi. Mesela Şah Tahmasb’ın cülus tebriği
için gönderdiği Tokmak Han III. Murat’a ancak bir buçuk sene sonra
gelebilmiştir.


Hükümdarlığa geçen bir şehzade cülusunu müteakip traş olur ve
tesrih-i lihye tabiri ile sakal salıverirdi. Küçük yaşta hükümdar olanlar
ise büyüyüp yaşları yirmiye gelince sakal uzatırlardı. Osmanlı
hanedanlığı içinde yalnız Yavuz Sultan Selim sakal uzatmamıştı.


Bir padişah tahta çıktığında sikke veya paranın yeni hükümdar adına
bastırılması emir olunurdu. Padişah adına bastırılacak paranın mahall-i
darbının Konstantaniyye, İstanbul veya İslambol isimlerinden hangisi
olacağı kendine sorulur ve padişah bu isimlerden hangisini münasip
görürse o suret ile bastırılırdı.


Yeni hükümdar namına basılmış olan sikkeler rikap merasiminde
darphane defterdarı tarafından padişaha takdim olunur. O da bunları
Sadr-ı azam ve diğer devlet erkanına dağıtırdı.


Yeni padişahın cülusunda ilk işi kendi namına mühür kazıtmaktı;
mühür-i hümayun denilen bu mührün bir tanesi sadr-ı azama verilir.
Böylece sadr-ı azam görevinde kalırdı. Çünkü her padişah değiştiğinde
üst düzeydeki bütün görevler iptal edilmiş olarak kabul ediliyor. Yeni
padişahın onaylaması ile görevlerinde kalanların görevleri ise “ibka
edilmiş” sayılıyordu. Fakat bu kural yeni padişaha verilmiş olan bir hak
olmakla birlikte doğal olarak bütün görevler için uygulanmıyordu.
Çoğunlukla padişah ilk anda uygun gördüğü bütün resmi görevleri
onaylıyordu. Fakat zaman içinde tercih ettiği atamaları yapıyordu.


Yeni padişahın cülus merasimi bittikten sonra vefat eden
hükümdarın cenazesi gaslolunur ve sonra padişahın da katılımıyla cenaze
namazı kılınıp hangi türbeye defni emredilirse merasimle oraya
gömülürdü.

2. Cülûs Bahşişi


Padişahın cüluslarında sadr-ı azamdan başlayarak devlet erkanına
ve ulemaya ve kapıkulu ocaklarına cülus bahşişi denilen bir bahşiş
verilmesi kanundu. Bundan başka padişahların saraya kapanmadıkları
zamanlarda, ilk defa sefere gidişlerinde askere sefer bahşişi ismiyle

başka bir bahşiş daha vermeleri usuldendi. Cülus bahşişi verilmesi 1774
senesinde I. Abdülhamit’in hükümdarlığına kadar devam etmişti. Bu
hükümdar tahta çıktığı zaman Rus seferi devam ettiğinden hazinede para
yoktu; bundan dolayı bahşiş verilmemiş ve daha sonraları da bu usul terk
olunmuştur. IV. Mustafa’nın cülusunda askerin bahşişi için bazı
dedikodu olduysa da biraz parayla işin önü alınmıştır.


Cülus ikramı iki şekilde olurdu bunlardan birincisi yeniçeri ve
devlet görevlilerinin ulufelerine yani mevcut maaşlarına zam
yapılmasıdır ki buna cülus terakkisi denilirdi; ikincisi ise yine askere ve
devlet erkanına yeni padişahın hediyesi olarak bir defaya mahsus verilen
paradır. Buna da cülus inamı veya cülus bahşişi denilirdi bahşiş eski bir
gelenek olup sadece para olarak verilmez hilat giydirmek veya çeşitli
hediyeler vermek de bu gruba girerdi.


Kanuni Sultan Süleyman’ın tahta çıkışında verilen cülus bahşişlerini
örnek olarak verirsek, babası öldükten sonra Manisa’dan gelip tahta
çıktığı zaman bahşiş ve terakkiler vermiştir. Genel olarak yeniçerilere
üçer bin akçe bahşiş verilmiştir, sipahi ve silahdarlar bölüklerinin her bir
neferine yirmi beşer akçe terakki ile bin akçe ihsan ve garipler
zümresine dörder akçe ve ulüfecilere üçer akçe zam ile biner akçe inam
verilmiştir. Bunların dışında Saruhan (Manisa) da iken padişahın
hizmetinde bulunan büyük küçük tüm görevlilerin ulüfelerine ve
dirliklerine zamlar yapılmıştır.

3. Cülûs Tebrikleri


Cülus tebriklerinin ilk günden başlayarak uzun bir süre devam
ettiği görülmektedir. Cülus töreninden hemen sonraki günlerde devlet
adamları ve ulema ayrıca tebriğe geliyorlar ve bunlara derecelerine göre
hilat ve kaftanlar giydiriliyordu. İstanbul dışında bulunan beylerbeyi ve
beyler ise çeşitli vesilelerle sonradan cülus tebriğine geliyorlar veya
davet ediliyorlardı. Tebriğe gelenlerin cülus pişkesi denilen hediyeler
takdim etmeleri usulden olup karşılığında cülus bahşişi olarak para ve
çeşitli hediyeler aldıkları görülmektedir.


Gönderilen cülus haberlerinden sonra ülke dışından da elçiliklerle
tebrikler ve hediyelikler gönderiliyordu. Gönderilen cülus tebrikleri
içinde en çok dikkati çeken Şah Tahmasb tarafında III. Murat’a
gönderilen hediyelerdir. III. Murat tahta çıktığı zaman cülus haberi
gönderilmemesine rağmen iyi ilişkiler kurmak isteyen İran Şahı I.
Tahmasb cülus tebriği ve taziye için gönderdiği elçi Tokmak Han
mesafenin uzaklığı ve iklim şartlarının uygun olmasını beklemesinden
dolayı cülustan bir buçuk sene sonra 5 Safer 984 / 4 Mayıs 1576
tarihinde İstanbul’a gelmiştir. Cülus tebriği için getirdiği hediyeler ve
maiyetinden otuz kişi ile birlikte saraya giren Tokmak Han Divan-ı
Humayun’a girmiş önce Şah’ın mektubunu ve hediyelerini daha sonra
kendi hediyelerini takdim edip, cülus tebriği için vezirler ile birlikte
padişahın yanına çıkıp el öpmüştür. Bu hediyeler arasında ; bir
muhteşem çadır, çeşitli halılar, Horosan keçeleri, 18 musanna ve
müzehhep mushaf-ı şerif, İran şairlerine ait murakka’at, 10000 tane
balıkçıl teli, üç okka mumiya-i ma’deni ve panzehir, kıymetli taşlarla
dolu çekmeceler, oklar, yaylar, kılıçlar, olduğu kaydedilmektedir.

Hazırlayan: Ebru BAYKAL





























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder