19 Temmuz 2012 Perşembe

Osmanlı Devletinden Önceki Türklerde Törenler


Eski Türklerin ölünün ardından bir takım usul ve adetler yererine getirdiği
görülmektedir. Bu usul ve adetleri, Türklerin İslamiyeti kabulünden evvel ve sonra diye
iki ana grupta toplamak mümkündür. Ancak İslamiyet’in kabulünden sonra da
İslamiyet’ten evvel oluşan usul ve adetlere bazı yerlerde kısmen değişik görülmekle
beraber, rastlamaktayız.



Şamanizm, Maniheizm ve Budizm Dinlerine inanan Türklerin, bu dinlere dayalı
ölüm ile ilgili düşünce ve inançları mezar geleneklerine yansımıştır. Eski Türklerde
ruhun kuş şekline girerek uçup geldiği yere gittiğine inanılırdı. Orhun Yazıtlarından
anlaşıldığına göre, insan ruhu öldükten sonra kuş veya böcek şekline girmekte ve ölen
hakkında “uçtu” denilmektedir.1 Batı Türklerinde İslamiyet’in kabulünden sonra dahi
öldü yerine “Sonkur oldu”2 “Şunkar boldu” yani şahin oldu deyimi kullanılmaktadır.3



Eski Türklerde ölüm halinde yas törenleri yapılır, bu törenlere “yoğ” deniyordu.4
Hunlar ölülerini tabut içine koyarlardı. Bu tabut iki katlı olup iç ve dış tabutlardı. Bu
tabutları altın ve gümüş işlemeli kumaşlarla örterlerdi. Ağaç dikilmiş mezarları ve
matem elbiseleri yoktu. Ölü ile beraber öldürülen yüz, hatta yüzden fazla olurdu.5
Göktürklerin defin töreninde ölüyü çadıra koyarlar. Oğulları, torunları, erkek-kadın
başka akrabası atlar ve koyunlar keserler ve çadırın önüne sererler. Ölü bulunan çadırın
etrafında at üzerinde yedi defa dolaşırlar. Kapının önünde bıçakla yüzlerini kesip
ağlarlar. Yüzlerinden kan ve yaş karışık olarak akar. Bu töreni yedi defa tekrar ederler.
Sonra muayyen bir gününde mezara gömerler. İlkbaharda ölenleri sonbaharda, otların
ve yaprakların sarardığı zaman gömerler. Defin gününde ölünün akrabası, tıpkı öldüğü 
günde yaptıkları gibi, at üzerinde gezer ve yüzlerini keser, ağlarlar. Mezar üzerinde
kurulan yapının duvarlarına ölünün resmini, hayatında yaptığı savaşları resim ederler.
Bu ölü ömründe bir adam öldürmüş ise mezar üzerine bir taş koyarlar. Bazı ölülerin
mezarında bu taşlar yüze, hatta bine ulaşır. Atlar ve koyunlar kurban ettikten sonra
kafalarını kazıklar üzerine koyarlar.6 Bazen cesetler yakılır, kalanları gömülürdü.7



Oğuzlarda defin töreni ise; Oğuzlardan biri hastalanırsa köleler ve cariyeler
bakar; ev adamlarından hiç kimse hastaya yaklaşmaz. Hanedan uzak bir çadır dikip
hastayı oraya koyarlar iyileşinceye yahut ölünceye kadar çadırda kalır. Yoksul ve köle
hastalanırsa onu kırlara bırakıp giderler. Ölüye büyük bir çadır hazırlanırdı. Ölüye ceket
giydirirler, kuşağını kuşandırır, yayını yanına koyarlar; eline içki dolu tahta kadeh
tutturulup önüne de içki dolu bir tahta kap koyarlar. Bütün mal ve eşyasını bu eve
/çukura doldurup ölüyü buraya oturturlar. Sonra çukurun üzerine topraktan kubbe gibi
döşeme yaparlar.8 Gömülme işi bittikten sonra ölünün atları kesilerek yenirdi ki bu da
bütün Türk kavimlerinde görülen yuğu aşı veya ölü aşı geleneği idi. Yenilen atların
başlarını ayaklarını ve derilerini mezarın üzerinde bulunan sırıklara asarlardı. Ölen
cennete etleri yenilen ve derileri sırıklara asılan bu atlar ile gidecekti. Bu yapılmadığı
takdirde ölen yorucu cennet yolculuğunu yayan yapmak mecburiyetinde kalacaktı.9 Bu
ölü hayatında adam öldürmüş ve cesur bir kişi ise öldürdüğü adamlar sayısı kadar
ağaçtan suret yontarlar ve mezarın üzerine koyarlar. Hazarlar ile Oğuzlarda ölüyü nehir
yatağına gömmek âdetinin olduğu da görülür. Bunun için evvela başka bir istikamet
verilen ırmağın yatağında, dayanıklı malzeme ile bir mezar hazırlanır ve ölü buraya
gömüldükten sonra sular eski mecraya çevrilirmiş.10 Türkler ölünün yeri belli olsun diye
kurgan inşa ederler, mezarların üstüne tümsek yaparlar veya geniş daireler şeklinde taş
yığarlar ve hatta taş heykeller dikerlerdi.11 Ölen kişinin, gelecekteki hayatında bütün bu
şeylere ihtiyaç duyacağına, yani ölenlerin süt elde etmek için kısrağa, binmek için
aygıra vs. ihtiyacı olacağına inanılıyordu. Benzer sebeplerle mezara altın ve gümüşten
yapılmış çeşitli ziynet eşyaları da konuluyordu.12 Daha önce bahsettiğimiz cesedin
yakılması âdetinin kötülüklerden temizlenme amacıyla yapıldığı sanılmaktadır. Ayrıca
Türklerde mumyalama âdetini zaman zaman görmekteyiz.13



Oğuzların başlıca yas alameti giydikleri alışılan ak renkteki elbiseleri çıkarıp
karalar giymekti. Bu geleneği de Selçuklu devrinde Türkmenler arasında İran
Moğollarında, Timurlularda, Kara-Koyunlular’da, Ak-Koyunlular’da Anadolu
Beyliklerinde ve nihayet Osmanlılarda görmekteyiz. Ayrıca atın kuyruğunun kesilmesi,
ağlamak, kadınların saçlarını yolması, yüzlerini ve yakalarını yırtmaları, ayakkabılarını
çıkarmaları14elbiseyi ters giymeleri, baş açmaları gibi ananeleri görmekteyiz . 15
Abartılan yas gösterileri ve burada yüzlerini kesmek gibi adetler ile bugün hala Şii
Azeri Türklerinin Kerbela Vakıa’sı dolayısıyla Muharrem günlerinde yapılmakta olan
matem gösterileri arasında büyük benzerlik göze çarpmaktadır.16



Eski Türklerde evlenme törenleri konusunda araştırmacıların farklı şeyler
söylediğini görmekteyiz. Bu konuda referans olarak kabul görenlerden biri Grenard’ın
Türkistan’da evlenme törenleri konusundaki görüşleri özetle şöyledir. Erkek dostlarıyla
beraber kız babasının evine gider. Kızın babası, gelenleri kapıda karşılar. Kendilerine
misafir ekmeğini verdikten sonra delikanlının boynuna bir yazma sarar. Bu yazma
otoritenin artık babadan delikanlıya geçtiğine alamettir. Bundan sonra bir fincan tuzlu
su getirilir. Bu tuzlu su içinde ıslanmış ekmeği nişanlılar yerler, kız baba evinden çıkar.
Atlı bir alay musiki ile güveyin evine gider. Gelinle onun tarafında olanlar ağlarlar,
sızlarlar. Delikanlı tarafı da teselli edici şarkılar söylerler. Güvey tarafı, yalancıktan bir
kız kaçırma hareketi yapar. Kız tarafı karşı koyar. Güveyin koynundaki yazmayı almak
isterler. Güvey yazmayı vermemek için bedel olarak herkese ayrı ayrı paralar
verir.(Düğünlerde para serpmek âdeti burada kalmış olsa gerektir.) Alay erkek evinin
eşiğine gelince ev eşiği mukaddes olduğu için, genç kız eşiğe basamaz. Bir keçe içine
konarak, el üstünde kapıdan içeri sokulur. İçeride yanan ocak ateşinin yanına giderler

(Türkler de aile koruyucusu perinin ateşidir.) Genç kızın perisi ile erkeğin perisi
birdenbire barışmayacağı için, kız ve delikanlı, üç gün ayrı dururlar. Kız, çadırın bir
köşesinde gizli kalır. Üç gün sonra yüz açılma merasimi yapılır. Türklerde “yüz
görümlüğü” adı ile hediye verilmesi bu gelenekten kalmadır.17



Oğuzlarda evlenme geleneğinde kalın-başlık verme usulü yaygındır.18 Kalın ve
başlık Türk ailesinin temel sigortasıdır. Kalın babanın oğullara, evlenme payıdır. Başlık
ise evlenme sırasında kız ailesine verilen bir hediye görünüşündedir. Baba malından
kızlara bir pay düşüyorsa bu da kızın çeyizidir. Günümüze kadar ulaşan eski bir Türk
geleneği olan “kalın” bilinen tarihlerden bu yana bir düğün geleneği olarak varlığını
sürdürmüştür.19



Oğuzların düğünleri ve oyunlarına dair bilgimiz yoktur. Yalnız Tuğrul Bey’in
1063yılında Halife el-Kaim Biemrillah’ın kızı ile evlendiği zaman, bir oda da kürsü
üzerinde oturan gelini, ziyaret ettikten sonra avluya çıktığını ve orada beyleri ile birlikte
sevinç içinde raksettiğini ve bu esnada Türkçe şarkılar çalındığını biliyoruz.20 Birbirini
seven aileler daha beşikte iken çocuklarını birbirine nişanlamakta idiler. Erkek
nişanlandığı kızın parmağına kendi yüzüğünü takmaktadır. Kız da nişanlısına kendi
diktiği kırmızı renkte kaftan göndermekte ve oğlan gerdeğe bu kaftanı giyerek
girmektedir. Nişanlandıktan bir süre sonra düğün yapılmaktadır. Düğünde damadın
yüzüğüne arkadaşları tarafından ok atma geleneği vardı. Damadın gerdeğe gireceği yeri
ok atarak tayin ederlerdi. Destanlarda beylerden birçoklarının birbirleri ile dünürlük
kurmuş olduğu görülür. Üç-Oklardan Bay Büre Bey oğlu Beyrek, Boz-Oklardan Bay
Bien Bey’in kızı ile evlenmiş idi. Yine iç Oğuz’dan olması muhtemel bulunan Kazılık
Koca, Boz-Oklar’dan sayılan Büğdüz Ermen’in kardeşi ile evlenmiş ve bu evlenmeden
oğlu Yigerek doğmuştu. Bu misallerden Oğuzlar arasında dış evlenme geleneğinin
bulunduğu hükmünü belki verebilir. İse de bu hususta kesin bir şey söylemek mümkün
değildir. Çünkü bu evlenmelerde sadece siyasi ve içtimai bir gaye güdülmüş olabilir.21



Eski Türklerde ölen kardeşin dul karısı ile evlenme geleneği vardı ve hatta bu
gelenek günümüze kadar devam ede gelen çok eski bir gelenektir.22



Eski Türklerde Bayram törenlerine gelince bayram kavramı ilk defa Kaşgarlı
Mahmud’un XI. yüzyılda yazdığı “Divan”da görülür. Kaşgarlı’ ya göre bayram
“eğlenme gülme ve sevinme günüdür.” Bayramlar XI. yy Türk toplumunda, şüphesiz
“bayram yeri” adı verilen bir meydanda kutlanmaktaydı. Bayram yeri, özellikle
çiçeklerle süslenmekte çıra veya meşalelerle aydınlatılmaktaydı ki burası Kaşgarlı’nın
ifadesiyle adeta “gönül açan” bir mekân olmaktaydı. Kaşgarlı Mahmut bu açıklamayla
Ramazan ve Kurban bayramları gibi dini bir bayramdan değil, milli bir bayramdan söz
etmektedir.23



Türklerin Hunlardan beri bayram ve festival türünden birçok tören ve faaliyetleri
vardı. Mesela, Hun Türkleri beşinci ayda, yani ilkbaharda “Lung –cınğ” adı verilen
yerde topluca büyük bir bayram yapmaktaydılar. Bu bayramda hem inançla ilgili adetler
yerine getirilmekte, hem de türlü müsabakalar düzenlenmekteydi. Dini adet olarak
evrenin yaratıcısı “Gök Tanrı” ve kutsal sayılan “ yer” için at kurban edilmekteydi.
Bundan sonra bayramın müsabaka ve eğlence kısmına geçiliyordu. Bu kısımda
Türklerin en çok sevdikleri bir spor türü olan at yarışları yapılıyordu.24 Hunlar, onların
torunları Göktürkler ve Uygurlar yılın beşinci ayında aynı mukaddes dağ üzerinde
toplanır. Tanrıya ve atalara kurban keserlerdi. Göktürklerin bu ayin ve merasimleri
demircilikle uğraştıkları ve kurt menşei efsanesiyle bağlı bulundukları Altay dağlarının
bir vadisinde yüksek beylerin ve asillerin iştiraki ile yapılıyordu. Çin kaynaklarında
ecdat mağarası olarak tanınan bu yer Türk ananesinde Ergenekon ismini almış ve İslam
kaynaklarına kadar intikal etmiştir. Gerçekten Türkler her yılbaşı buraya gidip
demircilik devrinin hatırası olarak bir miktar demiri örs üzerine dövmek suretiyle bir
bayram yapıyorlardı. Kötü ruhlarda, yeraltında, cehenneme gidiyor; onların
fenalıklarından kurtulmak için de kamlar, yani din adamları vazife görüyorlardı.25



Aynı bayram Uygur Türklerinde de vardı.450 yılında Uygur Türklerinden 5grup
birleşerek, Çin’in kuzeyinde büyük bir tören yapmışlardır. Onlar bu törende önce “Gök
Tanrı” ya kurban sunmuşlar, sonra da şarkılar söyleyerek eğlenmişlerdir. Öte yandan
840 yılından sonra Tarım havzasına gelip, yarı yerleşik hayata geçen Uygurlar, din
olarak Budizm’i kabul ettikleri halde eski geleneklerini terk etmemişlerdir.26



Türklerin İslamiyet’ten önce Orta Asya’da kendilerine has bir hayat tarzları ve
inançları olduğu gibi, yine kendilerine has bayramları da olmuştur. Görüldüğü gibi bu
bayram ve festivallerin esasını inançla ilgili davranışlar ve toplu yapılan eğlenceler
oluşturmaktaydı.27



Türkler, İslam dinini kabul ettikten sonra eski bayram adetlerini de muhafaza
etmekle beraber, İslam dininin getirdiği başlıca Ramazan ve Kurban bayramlarına
ehemmiyet ve kutsiyet vermeği dini bir vecibe saydılar .28



Selçuklularda Ramazan ve Kurban bayramı kutlamalarına büyük önem
vermişlerdir. Saraylar süslenir, bayram namazından sonra Selçuklu Sultanı hanedan
mensuplarının, devlet ricalinin ve halkın tebriklerini kabul ederdi. Bu arada sarayın
önünde davul ve zurnalar çalınırdı. Sultan halkın arasına karışır, mescitlere gider, hutbe
ve vaazları dinler, kestirdiği hayvanların etini fakirlere dağıtırdı. Sultanlar Abbasi
halifeleriyle karşılıklı olarak birbirlerine hediye gönderirlerdi. Abbasiler ve Fatımiler
gibi Nevruz ve Mihrican bayramlarını da kutlamışlardır.29



Eski Türklerde gördüğümüz törenlerden birisi de sık sık toylar verdikleridir. Toy
ziyafet demektir. Toylar doğum, bey oğlunun ilk avı, bir dilekte bulunma bir felaketten
kurtulma, kısaca herhangi bir sevinç vesilesi ile verilmekte idi. Toyların diğer Türk
kavimlerinde olduğu gibi, Oğuzların sosyal hayatında da mühim bir yeri vardı. Toylar
yalnız beylere değil, halka da veriliyordu. Bu, o kadar esaslı bir gelenek idi ki Oğuzlar
da ve diğer Türk kavimlerinde siyasi ve sosyal düzenin muhafazası toylar ile pek

yakından ilgili idi. Beylerbeyi Salur Kazan Bey Üç-ok ve Boz-Ok Beyleri ordasına
geldiklerinde (yılda bir defa) geniş bir otağ da onlar için büyük bir toy verirdi. Toyda
yenilip içildikten sonra Kazan hatununun elinden tutarak otağdan uzaklaşır, davetliler
orada bulunan bütün eşyayı yağmalarlardı. Yağmadan sonra beyler bağlı oldukları Salur
Kazan’ı selamlarlar ve atlarına binip yurtlarına dönerlerdi.30 Türkler, Yakın Doğu
ülkelerine geldiklerinde diğer gelenekleri arasında bu yağmalı toy geleneğini de
getirmişlerdi. Selçuklulardan başka Suriye Atabeyleri devletinde (Zengiler) ve
Osmanlılarda da bu geleneğin devam ettiği görülmektedir.31



Umumi ziyafetler ve büyük toylar zafer şenlikleri, cülus ve veliaht tayini
merasimleri münasebeti ile çok muhteşem olurdu. Yunus Emre de malın
yağmalatılmasını ilahi aşka bir vasıta ve manevi bir toy sayardı.32



Kara-koyunlu ve Ak-koyunlularda toylar göçebe hususiyetlerini daha fazla
muhafaza ediyordu. Kara Yusuf Bey, oğlu Kara-Budak’ı Diyarbekir’de padişahlığa
yükseltirken tertip ettiği büyük toyda 300 at, 3000 koyun kestirmiş çeşitli yemekler ve
içkiler hazırlatmış; birçok musiki şinaslar merasim ve eğlencelere katılmıştı.33



Göktürklerin müşterek ayin ve bayramlarında mukaddes yerlerde dua ve
kurbanlarından başka sefere çıkarken bir mabede gidip zafer duası yaptıkları ve ondan
sonra da orduları harekete geçirdikleri gözüküyor.34



Oğuzlarda beylerin yeni doğmuş çocukları “dolaması altın beşiklerde”
uyutuluyor ve dadılara verilerek büyütülüyordu. Kız çocuklara sahip olmak onlarda,
Araplarda olduğu gibi hor görülmüyordu. Bay Biçen Bey kız çocuğu olması için kalın
Oğuz Beylerinden alkış yani duada bulunmalarını rica etmiştir.35


----------------------------------------------------











1 Alım Karamürsel,”Türklerde Mezar Geleneği”,Türkler, C.III, Ankara 2002, s. 76.
2 Yıldız Kocasavaş,”Eski Türklerde Yas ve Ölü Gömme Adetleri”, Türkler, C.III, Ankara 2002, s. 67.
3 Alım Karamürsel, a.g.m., s.76.
4 İbrahim Kafesoğlu,Türk Milli Kültürü, İstanbul 1994, s.290.
5 Alım Karamürsel, a.g.m., s.76 ;Yıldız Kocasavaş, a.g.m., s.67.

6 Yıldız Kocasavaş, a.g.m., s.67.
7 Alım Karamürsel, a.g.m., s.77.
8 Yıldız Kocasavaş, a.g.m., s.67.
9 Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), İstanbul 1999, s.398.
10 Yıldız Kocasavaş, a.g.m., s.67,68.
11 İbrahim Kafesoğlu, a.g.e., s.291.

12 Dmıtry Dubrovsky, “Cuci Ulusunun Cenaze Törenlerinde At Kurban Edilmesi”, (Çeviren: Nurşen
Özsoy),Türkler, C.III, Ankara 2002, s.81.
13 Alım Karamürsel, a.g.m., s.77.
14 Faruk Sümer, a.g.e., s.397,398,399.
15 İ.H.Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet
16 Alım Karamürsel, a.g.m., s.77.

17 Ali Erkul, “Eski Türklerde Evlenme Gelenekleri”,Türkler, C.III, s.59.
18 Faruk Sümer, a.g.e.,s.57.
19 Ali Erkul,a.g.m., s.63.
20 Faruk Sümer, a.g.e.,s.57.
21 Faruk Sümer, a.g.e.,s.291,292.

22 Ali Erkul,a.g.m., s.60.
23 Osman Turan,”Bayram” Maddesi, İA, C.II, İstanbul 1993, s. 421; Salim Koca,”Eski Türklerde Bayram
ve Festivaller”, Türkler, C.III, Ankara 2002, s.51.
24 Salim Koca, a.g.m., s.51.
25 Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, İstanbul 1994, s.52.

26 Salim Koca, a.g.m.,s.51.
27 Salim Koca, a.g.m.,s.52.
28 Osman Turan, a.g.e.,s.422.
29 Nebi Bozkurt, “Bayram Kutlamaları” Maddesi, DİA, C.V, İstanbul 1992, s.422.

30 Faruk Sümer, a.g.e., s.296.
31 Faruk Sümer, a.g.e., s.297.
32 Osman Turan, a.g.e., s.106.
33 Osman Turan, a.g.e.,s.107.
34 Osman Turan, a.g.e.,s.53.
35 Faruk Sümer, a.g.e., s.292.
Hazırlayan: Ebru BAYKAL









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder