Kösem Sultan - Haseki Mâh-Peyker Kösem
Valide Sultan
Doğum: 1590,
Tinos, Yunanistan (Aslen bir Papaz' ın kızıdır)
Ölüm: 3 Eylül
1651, İstanbul (Perde kordonuyla boğularak)
Eşi: I.
Ahmed (e. ?–1617)
Çocukları: İbrahim, IV. Murad, Fatma Sultan, Şehzade Kasım, Ayşe Sultan, Gevherhan
Sultan, Şehzade Süleyman
Gerçek Adı: Nastasya
Lakabı: Kösem (Padişah bunu takmıştır. Anlamı Koyun sürüsünün önünde herkesi bir
yere sürükleyen en zeki, en becerikli hayvana verilen isimdir.)
Hayatı
IV.
Murad ve Sultan İbrâhim’in annesi, vâlide sultan.
Hayatının
ilk yılları hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Saraya ne zaman ve nasıl
alındığı, ailesinin kimliği bilinmemekle beraber Ortodoks bir papazın kızı
olduğu, muhtemelen Bosna taraflarından getirildiği ileri sürülür. Kaynaklarda
Kösem adıyla birlikte Mahpeyker adı da geçer. Haremde asıl adının Mahpeyker
olduğu, daha çok tanındığı Kösem’in ise lakap olarak kendisine verildiği
anlaşılmaktadır. Kösem lakabını Mahpeyker adının anlamından da hareketle
pürüzsüz, güzel bir cildi bulunmasından dolayı almış olması kuvvetli bir
ihtimaldir. Ayrıca Kösem adının “koyun sürüsü önünde giden koç” mânasına
geldiği ve bu bakımdan onun liderlik vasfına işaret ettiği de belirtilir.
Öldürüldüğü
sırada altmış iki yaşında olduğu rivayet edildiğine göre 1589’da doğduğu
söylenebilir. Saraya geldiğinde güzelliğiyle I. Ahmed’in dikkatini çekmiş ve
onun en önde gelen hasekisi olmuştur. Oğlu Murad’ı (IV.) 1021’de (1612) dünyaya
getirdiğine göre Kösem’in saraya geliş yılının en geç 1018-1019 (1609-1610)
yılları olması gerekir. 1024’te (1615) İbrâhim’in ve ardından Kasım’ın doğumu
ile sarayda giderek ön plana çıkmaya başlayan Kösem Sultan’ın I. Ahmed’in
ölümcül humma hastalığına tutulması üzerine oğullarına saltanatı hazırlama
yolunda çeşitli faaliyetlere giriştiği, bunu sağlamak için I. Ahmed’in
vefatından sonra onun Mahfirûz Hatice Sultan’dan doğma oğlu Osman’ın yerine
III. Mehmed’in oğlu ve I. Ahmed’in kardeşi Mustafa’yı tahta çıkarttığı, böylece
saltanat sisteminde önemli bir değişikliğe yol açmış olduğu ileri sürülür.
Kösem Sultan’ın bu olaylardaki rolü hakkında kesin bilgi bulunmamakla birlikte
saray çevrelerinde ve kamuoyunda büyük tepkilere yol açan kardeş katli
uygulamasının sona erişinde oğullarını koruma amaçlı da olsa nisbî bir payı
olduğu açıktır.
Kösem
Sultan, I. Mustafa’nın iki saltanatı ile II. Osman’ın padişahlığı döneminde
Eski Saray’da altı yıl kadar ikamet etti. Oğlu IV. Murad’ın tahta çıkışı (14
Zilkade 1032 / 9 Eylül 1623) ona arzuladığı gücü sağladı, Eski Saray’dan
Topkapı Sarayı’na özel bir törenle gelip vâlide sultan oldu. Murad’ın henüz on
iki yaşında bulunması devletin idaresinde onu söz sahibi yaptı. Bu yıllarda
yeniçerilere cülûs bahşişi dağıtılması problemi yanında Bağdat’ın elden
çıkması, eyaletlerdeki itaatsizlikler, Abaza Mehmed Paşa’nın isyanı, Kazak
eş-kıyasının boğaza kadar sokulması, Kırım’daki huzursuzlukların çözüme
kavuşturulması gibi konularda devlet erkânıyla birlikte çalıştı. Sultan Murad
da annesinin yanında devlet işlerini öğreniyor, idareyi devralmayı planlıyordu.
Kösem Sultan ise yetkilerini oğluna bırakmak niyetinde değildi. Fakat Sadrazam
Hüsrev Paşa’nın azledilmesinin ardından taşrada ve İstanbul’da gelişen olaylar,
Topal Receb Paşa’nın sadâreti elde ederek giriştiği çeşitli manevralar, onun
gücünün kırılması ve bizzat idareyi IV. Murad’ın almasıyla sonuçlandı
(1041/1631-32). Ancak yine de IV. Murad annesinin sözünü dinliyor ve ondan
bütünüyle kopamıyordu.
Nitekim
Bursa seyahati sırasında IV. Murad’ın, hakkında bazı şikâyetler bulunan İznik
kadısını idam ettirmesi neticesinde ulemâ arasında ortaya çıkan tepkiler
üzerine Şeyhülislâm Ahîzâde Hüseyin Efendi, Kösem Sultan’a bir tezkire
göndererek oğlunu uyarmasını rica etmiş, ayrıca padişahın tahttan indirilme
söylentilerini de ona bildirmiş, Kösem Sultan bütün bu gelişmeleri hemen oğluna
iletmişti. Bu ihbar üzerine padişah İstanbul’a gelip hadiseyi hiç soruşturmadan
şeyhülislâmı idam ettirdi. Bu olay dolayısıyla oğlunun güvenini kazandığı anlaşılan
Kösem Sultan, IV. Murad’ın Revan seferinden başarıyla dönüşünün ardından ayrı
anneden kardeşleri olan Bayezid ve Süleyman’ı (Rebîülevvel 1045 / Ağustos
1635), Bağdat Seferi’ne çıkmadan bir süre önce de öz kardeşi Kasım’ı (Şevval
1047 / Şubat 1638) öldürtmesine engel olamadı. Fakat diğer oğlu İbrâhim’i âciz
ve zavallı gibi göstererek kurtardığı gibi onun saltanatın tek vârisi olarak
tahta çıkmasını da sağladı.
Sultan
İbrâhim’in cülûsu Kösem Sultan’ı yeniden eski gücüne kavuşturdu. İbrâhim’in
zihnî problemleri onun sorumluluğunu arttırmıştı. Kösem’in ilk işi, Osmanlı
tahtının son bulmasını önlemek için İbrâhim’in bir erkek evlât sahibi olmasını
sağlayacak tedbirlere yönelmek oldu. Padişaha sunulan câriyeler ve gözdelerin
sayısındaki artış önemli ölçüde harcamalara yol açmış, bu kadınlarla birlikte
musahipler ve nedimler de devlet işlerine karışmaya başlamıştı. Öte yandan
Sultan İbrâhim artan ruhî sıkıntılarının da etkisiyle annesini dinlemez oldu.
Hatta gözdelerinin de tesiriyle onu saraydan uzaklaştırdı, İskender Çelebi
Bahçesi’nde ikamete mecbur etti. Bir rivayete göre İbrâhim annesini Rodos’a
sürmek istemişti.
Bu arada
Kösem Sultan’ın IV. Murad’ın kızı Kaya Sultan’ı Silâhdar Mustafa Paşa ile
evlendirmek istemesi, Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa ile arasının
açılmasına sebep oldu. Çünkü Kara Mustafa Paşa, Silâhdar Mustafa Paşa’yı rakip
olarak görüyordu. Kemankeş’in hazinede yapmak istediği ıslahat bazı şikâyetlere
yol açmış ve kendisine yeni düşmanlar kazandırmıştı. Sadrazamın yıpranması
Kösem Sultan’ın işine geliyordu. Kemankeş’in sonunu hazırlayan bu hadiselerden
sonra Sultan İbrâhim’de samur ve amber merakı başladı. Kösem Sultan bu yüzden
İbrâhim’in musahibesi Şekerpâre Hatun’u saraydan çıkarmak için büyük gayret
sarfetti.
Padişahın
çılgınca talepleri gün geçtikçe artıyordu. Kösem dahi bunca yıllık tecrübesine
rağmen hayatından endişeliydi. Devlet erkânı ve Yeniçeri Ocağı ileri gelenleri
padişahın tahttan indirilmesinin zaruret haline geldiği hususunda fikir birliği
içindeydi. Sadrazam Sofu Mehmed Paşa ve Şeyhülislâm Abdürrahim Efendi gibi
devlet adamları bu iş için vâlide sultanın rızâsının alınması gerektiğini
biliyorlardı. Gelişmeler üzerine saraya dönen Kösem Sultan’a bir heyet
gönderilerek hal‘ kararı kendisine tebliğ edildi. Kösem Sultan’ın rızâ
göstermesi üzerine başta şeyhülislâm olmak üzere Karaçelebizâde Abdülaziz
Efendi, Hanefî Mehmed Efendi ve Muslihuddin Ağa ile diğer bazı devlet
erkânından oluşan heyet saraya geldi. Bunlar güçlü deliller ileri sürerek Kösem
Sultan’ı razı etmeye çalıştılar. Kösem Sultan önce rızâ göstermeyip direndi.
Ardından çaresiz kalmış gibi görünerek torunu Mehmed’i hazırlamak üzere
harekete geçti (DİA, XXI, 279-280). Bir müddet sonra da torunuyla dönerek cülûs
gerçekleşti (8 Ağustos 1648). Bu hal‘ ve cülûsta Kösem Sultan’ın etkili bir
rolü olduğunda devrin kaynakları birleşmektedir. Hatta Sultan İbrâhim’in daha
sonra kapatıldığı odasında boğdurulmasında onun parmağı olduğu da belirtilir
(Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, s. 15-17).
Kösem
Sultan için İbrâhim’in saltanatı pek tatmin edici geçmemişti. Zira vâlide
sultanlık yetkilerini istediği gibi kullanamamış, Kemankeş Kara Mustafa
Paşa’nın idamıyla (1644) başlayan saraydaki huzursuzluklar yüzünden zaman zaman
endişeli günler geçirmişti. Torununun yedi yaşında olması, annesi Hatice Turhan
Sultan’ın genç ve tecrübesiz bulunması sebebiyle iktidarın kendisinde kalmasını
tabii karşılıyordu. Hâlbuki geleneğe göre büyük vâlidenin Eski Saray’a gidip
köşesine çekilmesi, Turhan Sultan’ın yetkileri kullanması usuldendi. Kösem Sultan
cülûstan sonra böyle görünmüşse de onun samimi olmadığı kısa zamanda anlaşıldı.
IV.
Mehmed’in saltanatının ilk yıllarında Kösem Sultan, Yeniçeri Ocağı’na dayanarak
devlet işlerine müdahale etmeyi sürdürdü. Bu müdahaleler dolayısıyla Sofu
Mehmed Paşa sadâretten azledilerek yerine yeniçeri ağası Kara Murad Paşa
getirildi. Murad Paşa’nın sadâretinde diğer ağalarla baş gösteren geçimsizlik
ve Kösem Sultan’ın her konuyu Bektaş Ağa ile konuşması sıkıntılara sebep oldu.
Öte yandan Turhan Sultan da padişah annesi olarak devlet işlerine müdahaleye
başladı. O da saray ağalarına dayanıp bir denge kurmayı başarmıştı. Bu karışık
ortamda Kara Murad Paşa fazla dayanamayarak istifa etti. Yeni sadrazam Melek
Ahmed Paşa’nın bütçe açığını kapatmak için aldığı tedbirler İstanbul’da esnaf
ve halkın ayaklanmasına sebep oldu. Saraya yürüyen halk ağaların idamını talep
etti. Buna yanaşmayan Kösem Sultan halka rağmen ağaları korudu, yine düzenin
ağalar sayesinde ayakta kalabildiğini düşünüyordu. Böylece Kösem Sultan’ın
ağalar nezdinde itibarı artmış, Turhan Sultan karşısında güçlenmişti. Yıldızı
parlamaya başlayan Köprülü Mehmed Paşa da Kösem Sultan’ı destekleyenlerin
safına katıldı. Diğer taraftan Turhan Sultan saray ağalarıyla gizliden gizliye
büyük vâlide aleyhinde çalışmalarını yürütüyordu (Naîmâ, V, 106 vd.).
Bu
sırada yanındaki kuvvetlerle İstanbul’a doğru ilerleyen âsi reisi İpşir Mustafa
Paşa, Kösem Sultan ile ocak ağaları için tehlike arz ediyordu. Bunun üzerine
Kösem Sultan ve ekibi, ellerini çabuk tutup padişahı tahttan indirmeye ve
Turhan Sultan’ı ortadan kaldırmaya karar verdiler. Tahta, safdil bir kadın olan
Dilâşûb Sultan’dan doğma Mehmed’in kardeşi Süleyman’ı çıkarmayı planladılar.
Böylece büyük vâlide rahat bir şekilde hâkimiyetini devam ettirebilecekti.
Kösem Sultan, ocak ağalarına gizlice mektuplar göndererek Turhan Sultan
taraftarı dört harem ağasının öldürülmesine yardımcı olmalarını istedi (Kâtib
Çelebi, II, 376). Kararlaştırılan gece ağalar, adamları ile birlikte gizlice
saraya inip Turhan Sultan ile adamlarını bertaraf ettikten sonra IV. Mehmed’e
de zehirli şerbet içirilecekti. Ancak iki vâlide ile de temasta bulunan Melekî
Kadın, Turhan Sultan’ı uyarınca durum Kösem aleyhine döndü. Turhan Sultan
Kösem’i öldürtmek üzere faaliyete geçti. Bu iş için Başlala Uzun Süleyman
Ağa’yı görevlendirdi. Süleyman Ağa ve adamları Kösem Sultan’ı Harem’deki
odaların birinde dolap üzerinde bulup öldürdüler (16-17 Ramazan 1061 / 2-3
Eylül 1651). Karışıklığı haber alıp saraya gelen Kösem taraftarı Sadrazam
Siyavuş Paşa durumu anlayıp uzaklaştı. Kösem Sultan’ın cenazesi Eski Saray’a
götürüldü, gerekli işlemler yapılarak Sultan Ahmed Camii hazîresindeki zevci I.
Ahmed’in yanına defnedildi (Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, s. 118-119).
Kösem
Sultan’ın feci âkıbeti devlet işlerine müdahaleleri eksik olmayan ocak
ağalarının da sonu oldu. Sadrazam Siyavuş Paşa aldığı tedbirlerle bu işi
çabuklaştırdı. Kösem’in ölümünden sonra Uzun Süleyman Ağa’nın itibar kazanması
üzerine onun da nüfuzunu kırmaya çalıştı. Kösem Sultan’ın hizmetinde bulunan
kızlar Eski Saray’a nakledildi. Vâlidenin malından her birine 10.000’er akçe
para ile ikişer sandık eşya verilerek uygun kimselerle evlendirildi.
Kaynaklarda
“vâlide-i muazzama, koca vâlide, ümmü’l-mü’minîn, sâhibetü’l-makām, mehd-i
ulyâ, vâlide-i atîka, vâlide-i kebîre” olarak da anılan Kösem Sultan (Kâtib
Çelebi, II, 367, 376; Vecîhî Hasan, vr. 44b; Naîmâ, IV, 276, 290, 315, 450; V,
108), IV. Murad ile Sultan İbrâhim döneminde ve IV. Mehmed devri başlarında
saray hayatında ön plana çıkmış, birçok hadisenin müsebbibi olarak kaynaklarda
itham edilmiştir. Bununla beraber saltanat makamının karşı karşıya kaldığı
türlü badirelerin iyi veya kötü atlatılmasında pay sahibi olarak bir devre
damgasını vurmuştur.
Çağdaş
tarihçi Şârihulmenârzâde’den naklen Naîmâ (Târih, V, 112) Kösem Sultan’ın
gelirinin çok olduğuna temas ederek Menemen, Zile, Gazze, Kilis ve İzdin’de
haslarının bulunduğunu, bunlardan yılda 250.000 riyal gelir toplandığını
belirtir. Karaçelebizâde ise bu miktarı 300.000 kuruş göstererek onun
zenginliğini ifade etmiştir. Livadya ve köylerinden, ayrıca İstanbul, Galata ve
Üsküdar’da sonradan gelip yerleşen halktan toplanan vergilerden gelirleri de
vardı (BA, Muhasebe Evkaf Defteri, nr. 5493). Terekesinden 2700 adet kıymetli
şal çıkmıştır. Vakfettiği Büyük Vâlide Hanı’nda sakladığı yirmi sandık filorini
ve mücevheratı devlet hazinesine aktarılmıştır. Kösem Sultan’ın bu gelirleri
cömertçe dağıttığı bilinmektedir. Hatta bizzat hapishanelere gider, borçluların
borçlarını ödeyerek onları kurtarırdı. Onun “sâdât ulûfesi” adıyla tesis ettiği
hayır işinden 200 fakir yararlanıyordu. Hizmetindeki kızları bir müddet
çalıştırdıktan sonra çeyizini düzüp uygun kimselerle evlendirirdi. İnşa
ettirdiği hayır eserlerinin başında 1640’ta tamamlanan Üsküdar’daki Çinili Cami
gelir. Bu camiye ilâve olarak mektep, çeşme, dârülhadis, çifte hamam, 1623’te
tamamlanan Anadolukavağı Mescidi, Çinili Cami civarında çeşme, Şehremini’nde
çeşme, Yenikapı’da çeşme, 1645’te tamamlanan Beşiktaş’ta çeşme, sûfiye
ricâlinden Abdülmecid Şeyhî Efendi’nin Eyüp’teki türbesi hayratı arasında
bulunmaktadır. Kösem Sultan hac yolundaki hacıların su ihtiyacının mümkün
mertebe giderilmesi, Haremeyn’de fakirlere yardım edilmesi ve burada Kur’an
okutulması için de bir vakıf tesis etmiştir. Bu vakıf 6000 sikke-i haseneye
bâliğ olup nâzırı Dârüssaâde ağası idi. Kösem, İstanbul’da Çakmakçılar
Yokuşu’nda yüksek bir kulesi bulunan Büyük Vâlide Hanı’nı da inşa ettirmiştir.
Vâlide Sultan’ın Eğriboz, Midilli ve Kıbrıs dahil bazı yerlerde daha vakıfları
vardı. Hayatı, yerli ve yabancı yazarlarca kaleme alınmış, çoğu gerçek dışı
olaylarla dolu, tarihî romanlara da konu olmuştur.
BİBLİYOGRAFYA:
TSMA,
nr. E. 1118; nr. E. 5222/2 (IV. Murad’ın Kösem Sultan’a verdiği mülknâme); nr.
D. 3831 (İskenderun’daki hasları defteri); BA, Muhasebe Evkaf Defteri, nr.
5493; Kâtib Çelebi, Fezleke, II, 38, 160, 220, 309, 367, 376; Solakzâde, Târih,
TSMK, III. Ahmed, nr. 3078, vr. 462a-b, 476b-477a; Karaçelebizâde Abdülaziz
Efendi, Zeyl-i Ravzatü’l-ebrâr (haz. Nevzat Kaya, doktora tezi, 1990), İÜ Ed.
Fak. Genel Kitaplık, nr. TE 81, s. 3-5,12-18, 32, 33, 41, 70, 73, 91, 99, 100,
103, 104, 105, 113, 115, 118-119, 120, 123, 124, 162-163; Mehmed Halîfe,
Târîh-i Gılmânî, İstanbul 1340, s. 21-22; Vecîhî Hasan, Târih, İÜ Ktp., TY, nr.
2543, vr. 29b, 32b, 44b, 45a; Rycaut, Histoire de l’état présent de l’Empire
ottoman (trc. Briot), Paris 1670, IV. bl.; Naîmâ, Târih, II, 262; III, 67 vd.,
183, 290, 426; IV, 222, 276, 290, 314-315, 317, 318, 319, 322, 395, 415, 418,
450; V, 11, 15, 29, 48, 70, 101, 102, 106-121, 134, 137, 150, 154, 155, 164,
229, 336, 338, 341; VI, 407; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 215-216, 218;
II, 183, 184-186; a.mlf., Mecmûa-i Tevârîh (haz. Fahri Ç. Derin - Vâhid Çabuk),
İstanbul 1985, s. 235, 282; Hammer (Atâ Bey), VIII, 186; IX, 9, 71, 92, 103,
104, 129, 173, 264, 287, 291, 295, 306, 309; X, 5-7, 24, 97, 101, 104, 105,
109, 124, 131, 134, 142, 144-146, 152, 157, 158, 163-169, 171, 178-201; Mehmed
Râif, Mir’ât-ı İstanbul, İstanbul 1314, s. 130-131; Ahmed Refik [Altınay],
Kadınlar Saltanatı, İstanbul 1332/1923, II-IV, tür.yer.; a.mlf., Samur Devri,
İstanbul 1927, tür.yer.; İbrahim Hilmi Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, İstanbul
1943-45, I, 23, 74, 78; II, 266; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, bk.
İndeks; III/2, s. 401, 553, 588; a.mlf., Saray Teşkilâtı, s. 48, 93, 96, 141,
156, 157; Danişmend, Kronoloji, III, 257, 263, 266, 270, 301, 302, 325, 354,
409, 412, 416, 417; R. Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul (trc. Mehmet
Ali Kılıçbay - Enver Özcan), Ankara 1990, I, 78-79, 102, 234; M. Çağatay
Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Ankara 1992, s. 47, 48-49, 50, 57,
58, 60, 62; a.mlf., Harem, Ankara 2001, II, 33, 35, 42, 49, 56, 62, 63, 65, 87,
92, 122; L. P. Peirce, Harem-i Hümayun: Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık
ve Kadınlar (trc. Ayşe Berktay), İstanbul 1996, tür.yer.; İnci Enginün, Yeni
Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul 1998, s. 69-76; Mücteba İlgürel, “Kösem
Sultan’ın Bir Vakfiyesi”, TD, sy. 21 (1966), s. 83-94; M. Cavid Baysun, “Kösem
Sultan”, İA, VI, 915-923; a.mlf., “Murad IV”, a.e., VIII, 625-647; a.mlf.,
“Kösem Wālide”, EI² (İng.), V, 272-273; Feridun Emecen, “İbrâhim”, DİA, XXI,
279-280.
Kendi çocuğunun öldürülmesinde başroldedir.
Ama binlerce kişiyi doyuran, borçluları hapisten kurtaran da odur. Kösem
Sultan’ı, onun soyundan gelen hanedan üyeleri dâhil herkes yargılar ama bunu
yaparken dikkatli olmalı
Osmanlı
tarihinin en ilginç portrelerinden biridir ve hiç şüphesiz Harem’de kadın
hâkimiyetinin sembolü haline getirilmiştir. Kösem’in uzun hayatı ve iktidarı
tarihçi Ahmet Refik’in “Kadınlar Saltanatı” adlı çok okunan ve vakayinamelere
dayanan çekici üsluplu kitabından sonra Osmanlı tarihçiliği için bir genelleme
haline getirilmiştir. Başka yazılan eserlere kimse fazla dikkat etmemektedir.
Kösem
Sultan’ın nerede doğduğu ve hangi aileden geldiği tartışılıyor. Hanedanda mavi
kanlı prenseslerin gelin gelme âdeti terk edildiğinden beri bu bir ortak
yöndür. Padişahı cezbeden genç ve zeki kızların köken kayıtları titizlikle
tutulmuş değildir, doğrusu kimse de fazla ilgilenmez. Hürrem için Galiçyalı
papaz kızı deniyor. Başka iddia da ileri sürülebilir.
Alımlı ve zekiydi, buluğ çağındaki I.
Ahmed’i etkiledi
Asıl
olan bu gelen zeki ve güzel kızın Harem’de alacağı eğitim, Müslümanlığı
benimsemesi ve Türk dilini kullanmasıdır. Türkçe öğrenemeyen bir kadının, ne
valide sultanı ne de oğlu padişahı etkilemesi mümkün değildir. Kaldı ki Osmanlı
hareminde okuma-yazma düzeyi fevkalade yüksektir. Çok kabiliyetsizlerin dışında
göze batan ve padişahın etrafında olanların veya dışarıda iyi adaylarla
evlendirilenlerin (çırak edilenlerin) ümmi olmamaları düşünülemez.
Kösem
Sultan da Bosnalı veya Yunan adalarından gelmiştir denir; papazın kızı diyenler
de var. Belli değildir; alımlı ve zeki olduğu açık. Adeta çocuk padişah denecek
buluğ çağındaki I. Ahmed’i etkiledi.
Kendisi de çok gençti. I. Ahmed Osmanlı
tarihinin tasavvuf ve din kültürüne hakkıyla sahip padişahlarındandır. Yaşından
beklenilmeyecek ölçüde devlet işlerine aklı eren, bilge bir kişilikti. Kösem
böyle bir genci etkileyebilmiştir. İkisinin aşkını tarihçi Reşad Ekrem’den
başka tasvir edecek bir kalem çıkmadı.
Çiftin
tasavvufla olan yakın ilgileri o dönemin meşhur mutasavvıfı, dergâhı bugünkü
gibi Üsküdar’da bulunan şeyh Aziz Mahmud Hüdai’nin feyz ve irşadına
yönelmelerini sağladı. İstanbul’un ilginç bir dönemiydi, genç padişah
Sultanahmet Camii’ni yaptırdı. Tatlı yıllar çabuk bitti; genç padişahın
ölümüyle evvela hakikaten deli olan I. Mustafa, ardından tarihimizin talihsiz
reformatörü II. Osman’ın (Genç) taht yılları boyunca genç dul Kösem Mahpeyker
Bayezid’deki eski saraya kapandı, daha doğrusu kapatıldı.
Kanlı
bir isyan ve ardından I. Mustafa’nın ikinci kere ha’l edilmesiyle Kösem’in oğlu
Murad tahta çıktı. Padişah güçlü kuvvetliydi, zekiydi, yetenekliydi ama
çocuktu. Kösem ise henüz 30’unda bir valide sultan olarak Topkapı Sarayı’na
avdet etti. Sıkıntılı yıllarında muhtemelen bir daha eski saraya dönmemeye
yemin etmişti. Üç kıtadaki devletin her köşesinde anarşi ve isyan vardı. Merkez
bürokrasisi ise askeri kanatla birlikte çıkar gruplarına ayrılmıştı. Kösem
yapabileceğinin en doğrusunu yaptı, askeri elde tuttu.
Murad 20 yaşında aslan kesildi, yarattığı
terör herkesi sindirdi
Genç
padişah ise yeniçerilerin ayaklanmalarında bizar olmuştu. Hele bu ayaklanmalar
sırasında en sevdiği devlet adamları ve nedimleri onlar tarafından
paralanmıştı. 20 yaşına erince birden aslan kesildi. Yarattığı terör herkesi
sindirdi. Bu terör havası içinde Anadolu isyanları bastırıldı, İranlıların
eline düşen Bağdat ve Irak kıtası yeniden fethedildi, gene onların elinde olan
Revan yani Ermenistan da imparatorluğa katıldı. Genç mareşal 28 yaşında ölene
kadar anasını bir köşeye iteledi ve devlet işlerine karıştırtmadı.
Kösem
iktidarın tadına varmıştı, daha doğrusu iktidarsız yaşayamayacağını anlamıştı,
oğlu Sultan İbrahim’in Harem’e kapanması işine geldi ama deli denen padişah hiç
de deli değildi; bir müddet sonra bazı devlet adamlarının telkiniyle Kösem gene
geri plana itildi ve nihayet İbrahim’in ha’l edilmesi sırasında en meşum rolü
oynadı. Onu hapsettikleri hücrenin kapısına vurulan kilide kurşun akıttırdı,
bir daha açılmasın diye. Katline fetva verilişini seyretti.
Bu idama
kadar olaylar nasıl gelişti? Değerlendirmesini yapmak çok zor. Kösem Sultan’ı
yargılayanlar sadece sıradan insanlar veya tarihçiler değildir, onun soyundan
yürüyen hanedanın üyeleri de vardır. Oysa bu gibi olayları değerlendirmek ve
nedenini aramak bir cemiyeti ve zamanı kaleme almak için kaçınılmazdır.
O ölünce İstanbul’da 10 bin kişi aç kaldı
Kösem
torunu IV. Mehmed’in çocuk yaşta padişah olması üzerine bu sefer büyük valide
unvanını aldı. Kendini tehlikede gördü, çocuk padişaha karşı tertiplenen iki
suikast teşebbüsünde de parmağı olduğu söylendi ve bir saray ayaklanmasında
boğuldu. Tarihte ilk defa olarak bizzat Harem’in içine kadar giren bir zülüflü
baltacı Kuşçu Mehmet onu bir yüklük dolabında bulup kement ile boğmuştu.
İktidar
Hatice Tarhan Sultan’ındı. Tarhan Sultan saray hayatındaki köşesine çekileceği
Eminönü’ndeki Yeni Cami gibi hayır eserlerini yaptıracağı bir dönemin özlemiyle
birkaç sadrazamı denedikten sonra Köprülü Mehmet Paşa’yı buldu. Paşa okuma
yazma bilmezdi, yeniçerilikten gelmeydi ama devlet işlerinden çok iyi anladığı
görüldü. Acımazsızca düzeni sağladı. Bu restorasyonun düzenli sonuçları II.
Viyana Kuşatması’na yani 1683 felaketine kadar devam etti. Osmanlı tarihinde
Çandarlılardan sonra bir Köprülüler vezir ailesi döneminden bahsedilir.
1651
yılının 3 Eylül’ünde Kösem Sultan’ın boğulduğu gecenin gününde İstanbul’da
10 bin
kişinin aç kaldığı söylenir. Kurduğu imaretler şehrin fukarasını besliyordu,
fakir kızları o besliyor ve evlendirip çeyizlerini düzüyordu, hapishanelerdeki
borçluları o kurtarıyordu. Halk Kösem’in yok edilişine çok üzüldü. Geriye
Üsküdar’da Çinili Cami denen mütevazı ve güzel külliyesi, şehrin merkezindeki
Valide Hanı gibi muhteşem eserler kaldı. “Kadınlar Saltanatı” denen döneminin
de ömrü bu kadardır.
Kadın tesiri abartılıyor
Aşağı
yukarı her milletin tarihinde iktidara karışan hükümdar yakınları, hatta bizzat
iktidarı kullananlar vardır. Rusya tarihinde Naibe Sofya, Fransa tarihinde
Katrin de Medici, Roma tarihinde Livia ve Agrippina gibi... Kösem Sultan
üstelik devlet çocuk padişahlara kaldığı zaman, resmen naibe-i saltanat olduğu
için bu hâkimiyeti ele geçirmiş sayılır. Bir bakıma yeniçeriler ve tüm kapıkulu
ocaklarıyla cömert ödemelere dayalı etkili bir ilişki kurduğu için sınırlarda
İran ve Avusturya’nın, içeride de Celali isyanlarının karışıklıklar yarattığı
bir dönemde çocuk padişahların yaratacağı mahzurları bu yolla önlemiş
sayılabilir.
Kendisinden
sonra gelini, Sultan İbrahim’in de hasekisi olan Hatice Tarhan Sultan devlet
üzerindeki naibelik sıfatını ve onun getireceği iktidarı kudretli sadrazamlara
devretmeyi tercih etmiş ve Köprülü Mehmet Paşa’nın sadareti ile bu gayesine
ulaşınca kenara çekilmiştir. Bundan sonra Osmanlı tarihinde kadın tesiri önemli
bir politik etken sayılmamalıdır.
Kösem’den
evvel hanedanın büyükannesi sayılan (zira hanedan soyca Kanuni Süleyman ve
Hürrem Sultan’ın çocuklarından yürümüştür) Hürrem Sultan’ın etkisinden söz
edilir. Olaylarda Hürrem’in padişah üzerindeki siyasi etkisi tarihçiler
tarafından abartılmaktadır. Ümmühan Sultan ve Safiye Sultan gibi 16. yüzyılın
ünlü sultanlarından ise siyasi iktidar sahipleri olarak değil, daha çok adam
kayırmacılık ve rüşvet mekanizmasından söz etmek mümkündür.
Kadınlar saltanatı
Kadınlar
saltanatı (Osmanlıca: قادينلر سلطنتي), Osmanlı İmparatorluğu'nda Haseki
Sultan'ların veya Valide Sultan'ların (hatta Mihrimah Sultan örneğinde
görüldüğü gibi, bir padişah kızının) devlet yönetimine müdahale ettikleri,
hatta zaman zaman bizzat devleti yönettikleri dönem olarak bilinir[1]. Dönem
büyük ölçüde Osmanlı İmparatorluğu'nun duraklama dönemine denk gelir. Kanuni
Sultan Süleyman’ın yaşlılık döneminde 1540 civarı başlamış, 1656 yılında
Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazam oluşuna kadar devam etmiştir[2].
İçindekiler
1 Kavramın anlamı
2 Osmanlı tarihinin kadın sultanları
3 Kadınlar saltanatının güçlü sultanları
3.1 Hürrem Sultanın saltanatı (1534-1558)
3.2 Mihrimah Sultanın saltanatı (1558-1578)
3.3 Nurbanu Sultanın saltanatı (1578-1583)
3.4 Safiye Sultanın saltanatı (1583-1604)
3.5 Kösem Sultanın saltanatı (1623-1651)
3.6 Turhan Sultanın saltanatı (1651-1656)
4 Dönemin sona ermesinin nedenleri
5 Ayrıca bakınız
6 Kaynaklar
7 Diğer kaynaklar
Kavramın anlamı
Kadınlar
saltanatı kavramının ilk olarak Osmanlı tarihçisi Ahmet Refik Altınay tarafından
1916 yılında aynı ad altında yayınlanmış kitabında kullanıldığını görüyoruz[3].
Leslie Pierce İngilizce aslını 1993 yılında yayınladığı Harem-i Hümayun:
Osmanlı İmparatorluğu'nda Hükümranlık ve Kadınlar adlı kitabında Kadınlar
Saltanatı kavramını benimsemekte, ancak bu konuda birçok yanlış anlaşılmaların
mevcut olduğuna işaret etmektedir[4]. Bu yanlış anlaşılmalardan biri, kökleri
çok eskilere dayanan bir inanç olup, devlet yönetimine kadınların karışmasının
Osmanlı Devleti'ne zarar verdiği düşüncesidir. Leslie Pierce, kitabında
şeyhülislam Sunullah Efendi'nin daha 1599 yılında kadınların devlet işlerine
karışmasından şikâyetçi olduğunu yazar. O zamandan beri giderek Osmanlı
İmparatorluğu'nun Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra başlayan duraklama ve gerileme
süreçlerine kadınların devlet işlerine karışmasının neden olduğu görüşü
yaygınlaşmış ve kadınlar saltanatı dönemi halk ve tarihçiler arasında olumsuz
bir şekilde algılanmaya başlamıştır. Ancak kadınlar saltanatının 1656 yılında
sona ermesine karşılık Osmanlı Devleti'nin çöküşünün yavaşlamadığı, tam tersine
hız kazandığı da gerçektir. Nitekim Leslie Pierce ve İlber Ortaylı dâhil birçok
Osmanlı tarihçileri, Osmanlı Devleti'nin asıl zayıflama döneminin 1683
yılındaki II. Viyana Kuşatması'nın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra
başladığına inanmakta[1], dolayısıyla kadınlar saltanatının Osmanlı Devleti'nin
çökmesinden sorumlu tutulamayacağına işaret etmektedirler.
Günümüzde
kadınlar saltanatı (ya da batı dillerinde bilinen biçimiyle Sultanate of Women
veya Reign of Women) kavramı tarihçiler tarafından 1550-1656 yılları arasındaki
bu dönemi, kadınların Osmanlı Devleti'ni bizzat yönettikleri anlamında olmasa
bile, kadınların diğer dönemlere kıyasla Osmanlı devlet yönetiminde daha fazla
bir güce sahip olduğu bir dönem anlamında kullanılmaktadır. Zaman zaman bu güç
mutlak bir güce yaklaşmış ancak hiçbir zaman Rusya İmparatorluğu'ndaki
II.Katerina veya Britanya İmparatorluğu'ndaki I. Elizabeth gibi resmi bir
nitelik kazanmamıştır.
Osmanlı tarihinin kadın sultanları
Bütün
dünya monarşilerde olduğu gibi Osmanlı Devleti'nde de hanedan üyesi kadınlar
her zaman için hükümdarın devlet yönetimde aldığı kararları etkilemekten geri
kalmamışlardır. Ancak Osmanlı Devleti'nin diğer monarşilerden farkı,
padişahların eşlerini cariyeler arasından seçmeleri ve resmi nikâh yapmaktan
kaçınmalarıydı[5]. Bu kural özellikle yükselme döneminde yerleşmiş, padişah
eşlerinin ve ailelerinin, padişahı etkilemesini önlemeleri amacıyla
getirilmişti.
Kanuni
Sultan Süleyman ilk defa Hürrem Sultan'la resmi nikâh yaparak bu kuralı bozmuş
ve kadınlar saltanatının yolunu açmıştır. Kadınlar saltanatı, böylece Haseki
Sultan'ın yani padişahın en gözde eşinin güç kazandığı bir dönem olarak
başlamış, Nurbanu Sultan ve Safiye Sultan dönemlerinde güç Haseki Sultan'dan
Valide Sultan'a yani padişahın annesine geçmiştir. İki padişahın (IV. Murat ve
İbrahim) annesi olan ve torunu IV. Mehmet'in hükümdarlığında dahi gücünü
koruyan Kösem Sultan'ın dönemi, kadınlar saltanatının zirveye ulaştığı dönem
olarak kabul edilir. Özellikle oğullarının ve torununun küçük yaşta olduğu
dönemlerde naiplik görevini üstlenerek devleti bizzat yönetmiştir. Ancak
kadınlar saltanatı zirveye ulaştıktan kısa bir süre sonra Kösem Sultan'ın öldürülmesiyle
sona ermiş, dönemin Valide Sultanı Turhan Sultan eline geçirdiği gücü
kullanmayarak geri plana çekilmeye karar vermiş, 1656 yılında Köprülü Mehmet
Paşa’nın sadrazam olmasını destekleyerek bilinçli bir kararla yönetimi diğer
devlet adamlarına bırakmıştır[6].
Kadınlar
saltanatının sona ermesi kadınların Osmanlı Devleti'nin yönetimi üzerindeki
etkilerinin tamamen sona erdiği anlamına gelmez. Valide Sultanlık Osmanlı
Devleti'nin son yıllarına kadar önemini korumuş olan önemli bir kurumdur.
Valide Sultanlar her zaman için padişah olan oğullarını devlet işlerinde
etkilemeye devam etmişler, ayrıca cami, hastane inşaatı, hayır işleri konusunda
büyük bir bütçeye ve karar yetkisine sahip olmuşlardır. Örneğin son dönem
Valide Sultanlarından Bezmialem Sultan ve Pertevniyal Sultan devletin birçok
mimari projelerinin arkasında yer almışlardır. Ancak kadınlar saltanatı
dönemine kıyasla aradaki fark, Kösem Sultan'dan sonraki Valide Sultan'ların iç
ve dış siyaset konularına doğrudan doğruya karışmaktan sakınmış olmalarıdır.
Kadınlar saltanatının güçlü sultanları
Haseki Hürrem Sultan
Hürrem Sultanın saltanatı (1534-1558)
Hürrem
Sultan Osmanlı tarihinde bir padişahla resmi nikâhla evlenmiş ilk Haseki Sultan
(padişahın en gözde eşi) olma özelliğini taşımaktadır. Bu evlilik Kanuni Sultan
Süleyman'ın daha önceki nikâhsız eşi olan Mahidevran Sultan'ın etkisinin
azalmasına neden olmuştur. Ancak Mahidevran Sultan yeniçeriler tarafından çok
sevilen ve geleceğin padişahı gözüyle bakılan Şehzade Mustafa'nın annesi olarak
hala müstakbel Valide Sultan durumundaydı. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman'ın
sadrazamı olan İbrahim Paşa da padişaha kardeş kadar yakın ve güçlü bir devlet
adamıydı. İbrahim Paşa'nın 1536 yılında, Şehzade Mustafa'nın ise 1553 yılında
[7] Kanuni'nin emriyle öldürülmelerinden sonra Hürrem Sultan büyük bir güç
kazandı. Birçok tarihçi Kanuni’nin 1553 yılında Şehzade Mustafa’yı öldürtmesini
Hürrem Sultan’ın etkisine bağlarlar.[8] Bu sayede Hürrem Sultan'ın oğlu II.
Selim’e padişahlık yolu açılmış oldu.
Mihrimah Sultanın saltanatı (1558-1578)
Kanuni
Sultan Süleyman'ın Hürrem Sultan'dan olan kızı Mihrimah Sultan da olgun bir
yaşa geldikten sonra annesiyle birlikte büyük bir güç kazanmış, sadrazam olan
eşi Rüstem Paşa'yla birlikte imparatorluğun en güçlü kişilerinden biri haline
gelmiştir. Hem Hürrem Sultan'ın, hem de Mihrimah Sultan'ın Osmanlı
İmparatorluğu'nun Lehistan Krallığı'yla barış içerisinde olmasını sağlamasında
paylarının büyük olduğu ileri sürülmektedir[9]. Her iki sultanın da Lehistan
Kralı II. Zygmunt'un tahta geçmesini kutlamak için yolladıkları mektuplar
Polonya Devlet Arşivlerinde muhafaza edilmektedir[10].
Nitekim
Mihrimah Sultan o kadar zengindi ve devlet işleriyle o kadar ilgiliydi ki,
babası Kanuni Sultan Süleyman'ı Malta Seferi'ne çıkmaya ikna etmek için kendi
cebinden ödeyeceği paralarla 400 gemi yaptıracağına söz vermişti[11]. Mihrimah
Sultan'ın gücü anne ve babasının ölümünden sonra da devam etti. Ölene kadar
padişah kardeşi II. Selim'in en yakın danışmanlarından biri olarak kaldı.
Nurbanu Sultanın saltanatı (1578-1583)
Mihrimah
Sultan'ın ölümünden sonra bu sefer de II. Selim’in Venedikli eşi Nurbanu Sultan
güç kazandı. Eşinin padişahlığı dönemindeki etkisi oğlu III. Murat’ın döneminde
daha da artmıştır. Avrupa ile ilgilenmiş, Venedik Cumhuriyeti'yle Yahudi asıllı
kirası (sekreteri) Ester Handali aracılığıyla hediye alışverişinde
bulunmuş[12]., Fransız kraliçesi Catherine de Medici ile
mektuplaşmıştır[13]Oğlunun padişahlığı döneminde, Venedik taraflısı bir
politika izlemiş ve Venedik’le uzunca bir barış dönemi yaşanmasını
sağlamıştır[12].
Safiye Sultanın saltanatı (1583-1604)
III.
Murat’ın eşi Safiye Sultan eşinin padişahlığının ilk yıllarında kayınvalidesi
Nurbanu Sultan ve kizları Esmehan Sultan ve Gevherhan Sultan ile iktidar
mücadelesi yaşamış. 1583'da Nurbanu Sultan’ın ölümünden sonra eşi üzerindeki
etkinliği sayesinde büyük güç kazanmıştır. Safiye Sultan’ın etkisi oğlu III.
Mehmet’in döneminde de devam etmiştir. Eşi ve oğlunun padişahlıkları döneminde
sadrazamların sık değiştirilmesinden sorumlu olduğu öne sürülür. Safiye
Sultan'ın kayınvalidesi Nurbanu Sultan gibi Venedik yanlısı bir politika
izlediği iddia edilir. O da kayınvalidesi gibi Avrupa ile ilgilenmiş, hatta
İngiltere kraliçesi I. Elizabeth ile mektuplaşmıştır. I. Elizabeth Safiye
Sultan’a süslü bir araba hediye etmiş[14] ve Safiye Sultan da bu araba ile
İstanbul’da o zaman için hiç alışılmadık şekilde gezmeğe başlamıştır. Safiye
Sultan yurt içindeki ve yurt dışındaki saray dışı ilişkilerini Yahudi asıllı
kirası (sekreteri) olan Esperanza Malchi aracılığıyla yürütmüştür. Esperanza
Malchi, Safiye Sultan'a verdiği hizmetlerden dolayı çok büyük bir servete
ulaşmış, bunu çekemeyen yeniçerilerin başlattığı bir ayaklanma sonucu 1600
yılında öldürülmüştür[5]. Şehzade Mahmut ve annesi, Safiye Sultan'ın
iktidarının geleceğini tehdit ediyorlardı. Bu yüzden gelininin ve torununun
ortadan kalkması gerekiyordu. Oğlu III. Mehmed'i dolduran Safiye Sultan amacına
ulaştı. Şehzade Mahmut 1603'da sessizce sarayda boğduruldu. Annesi ise sürgün
edildi.
Haseki Mâh-Peyker Kösem Valide Sultan
Kösem Sultanın saltanatı (1623-1651)
III.
Mehmet'in ölümünden sonra padişah olan I. Ahmet, babaannesi Safiye Sultan’ı
1604'de Eski Saray’a göndererek politikaya karışmasına engel olmuştur. Safiye
Sultan da I. Ahmet'in tahta çıkışından kısa bir süre sonra ölmüştür. I.
Ahmet’in nikâhlı eşi Kösem Sultan, eşinin padişahlığı döneminde sarayda fazla
etkili değildi. Ancak eşinin ölümünden sonra politikaya karışmaya başladı. Daha
sonra tahta çıkacak olan IV. Murat ve İbrahim'in annesiydi. Fakat eşinin başka
bir kadından doğmuş bir oğlu olan II. Osman daha önce tahta çıkınca Eski
Saray’a gönderildi. Kendi çocukları padişah olunca yeniden saraya dönüp kısa
zamanda büyük bir otorite sahibi oldu. 11 yaşında tahta geçen oğlu IV. Murat’ın
çocukluk dönemindeki naiplik görevi ile daha sonra diğer oğlu İbrahim’in
yönetimdeki zayıflığı, Kösem Sultan’ı imparatorluğun en önemli yöneticilerinden
biri haline getirdi.[15] Daha sonra 6 yaşında padişah olan torunu IV. Mehmet
döneminde de gücünü korudu.
Tarhan Sultanın saltanatı (1651-1656)
Ancak bu
dönemde yeni bir rakibi vardı. O da IV. Mehmet’in annesi olan Tarhan
Sultan'dı[16]. Kösem Sultan, Tarhan Sultan’ın gücünü kırmak için IV. Mehmet’i
tahtan indirmeyi planladı. Fakat durumu öğrenen Tarhan Sultan taraftarlarınca öldürüldü.
Mücadeleyi kazanan Tarhan Sultan naip oldu. Ancak ülkeyi doğrudan yönetmeyip,
birkaç sadrazam değiştirdikten sonra 1656 yılında görevi Köprülü Mehmet Paşa’ya
verdi.[17] Bu tarih kadınlar saltanatının sona erdiği tarih olarak kabul
edilir.
Dönemin sona ermesinin nedenleri
Kadın
sultanların oğullarının iktidar mücadelesinde rol oynamaları ilk zamanlarda
sadece iktidar mücadelesi değil, aynı zamanda can mücadelesiydi. I. Ahmet
dönemine kadar yürürlükte olan Fatih Kanunnamesi'ne göre, tahta geçen
padişahlar kardeşlerini öldürdükleri için iktidar mücadelesini kaybedenler
canlarını da kaybediyorlardı[18]. O yüzden de Hürrem Sultan örneğinde görüldüğü
gibi, bir Haseki Sultan'ın oğlunu padişah yapmak için karıştığı olaylar,
oğullarının yaşam mücadelesinin bir parçasıydı. Nitekim I. Ahmet döneminde
Fatih Kanunnamesi'nin kaldırılmasından sonra kadınlar saltanatı, küçük yaşta
tahta geçmiş padişahlar nedeniyle Kösem Sultan döneminde bir süre daha devam
etmiş, ancak bundan sonra sona ermiştir.
Bazı
örneklerde yaşam içgüdüsünün yanı sıra anayurtlarıyla bağlantılarını sürdüren
Nurbanu Sultan gibi bazı sultanların kendi anayurtlarının çıkarlarını savunmak
için devlet işlerine karıştıkları da görülmüştür[19].
Kadınlar
saltanatının sona ermesinin bir nedeni de Köprülü ailesiyle başlayan bir dizi
yetenekli sadrazamın işbaşına geçmesi, padişahların savaşa gitmek dâhil devlet
işlerini büyük ölçüde diğer devlet adamlarına devretmeye başlamasıydı. Böylece
güç bir ölçüde Topkapı Sarayı'ndan Bab-ı Ali'ye geçmiş oluyor, sadece kadın
sultanların değil, padişahların da sorumlulukları azalmış oluyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder