2 Mart 2019 Cumartesi

Müddesir Suresi İncelemesi

İyiliği Sonsuz İkramı bol olan Allah’ın adıyla,

“Ey örtüsüne bürünen kişi! Kalk da insanları uyar! Rabbinin (Sahibinin) büyüklüğünü anlat! Elbiselerini temiz tut! Pis şeylerden uzak dur! Yaptığını çok görerek başa kakma! Rabbinin(Sahibinin) rızası için sabırlı ol! Sura üfürüldüğü gün... İşte o gün zor gündür. Tek olarak yarattığım o kişiyi[1] bana bırak[2]! Ona ardı arkası kesilmeyen mallar, Yanından ayrılmayan oğullar[3] verdim. Her şeyi önüne serdim. Hâlâ da artırmamı bekliyor! Asla! Çünkü o, ayetlerimiz karşısında inatçılık ediyor. Onu dik yokuşa süreceğim. O düşündü, ölçtü biçti. Kahrolasıca, ne biçim ölçtü biçti! Ah kahrolasıca, ne biçim ölçtü biçti! Şöyle bir bakındı. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı; Daha sonra geri döndü ve büyüklendi. Arkasından şöyle dedi: “Bu olsa olsa etkilenilen bir büyü olur!” "Bu, olsa olsa bir insan sözü olur!" Onu Sakar’da kızartacağım. Sakar nedir? Onu nereden bileceksin? (Öyleyse dinle!) O, ne yaşatır ne yok eder[4]! İnsanın derisini kavurur! Onun üzerinde görevli on dokuz (melek) vardır. O ateşi yönetme işinde meleklerden başkasına görev vermedik. Sayılarını da sırf kafirler için bir imtihan sebebi[5] yaptık. Böylece kendilerine kitap verilenler kesin kanaate varır; müminlerin güvenleri artar, kendilerine kitap verilenler ile müminler kuşkuya düşmezler. Kalplerinde hastalık olanlarla kafirler de “Allah bu örnekle ne demek istiyor?” derler. Allah, sapıklığı tercih edenin sapıklığını onaylar, doğru yolu tercih edeni de yola getirir. Allah’ın ordularını kendi dışında kimse bilmez. O (Kur’an), tüm insanlık için doğru bilgiden başkası değildir. Hayır; Ay’ı[6], dönüp gittiğinde geceyi, ağarırken tan yerini iyi düşünün! İyi anlayın ki Sakar, (Ahiretin) en büyüklerinden biridir; insanoğlu için uyarıdır. İçinizden aşırılık yapmayı veya iyilikten geri kalmayı tercih edenler için uyarıdır. Herkes kendi yaptığına karşılık rehindir. Doğrulardan yana olanlar hali başkadır[7]. Onlar bahçelerde olur, sorup soruştururlar; suçlu olanları... Onlara, “Sizi Sakar’a sürükleyen ne oldu?” diye sorarlar. Onlar da, “Biz namaz kılan kişiler değildik.” derler. “Yoksulları doyurmazdık. Dünyaya dalanlarla dalar giderdik. Hesap günü konusunda da yalan söylerdik[8]. Sonunda ölüm geldi çattı.” derler. Artık şefaatçilerinin şefaati onlara bir fayda vermez[9]. Bunlar nelerine güveniyorlar da akıllarında tutmaları gereken bilgiden (Kur’an’dan)[10] yüz çeviriyorlar? Ürkmüş eşekler gibi davranıyorlar, aslandan ürküp kaçan eşeklere benziyorlar. Aslında onlardan her biri, kendine açık seçik sayfalar verilmesini ister. Hayır (herkese sayfa verilmez)! Aslında onlar ahiretten korkmuyorlar. Hayır hayır, o (Kur’an) akılda tutulması gereken bilgidir. Öğrenmeyi tercih eden öğrenir. O bilgiyi aklından çıkarmayanlar, tercihlerinin doğruluğunu Allah’ın onayladıklarıdır [11]. Böylesi, Allah’tan çekinip korunan ve affedilmeyi hak eden kişidir.”  Muhakkak ki Allah en doğruyu söyler.


DİPNOTLAR: 

1 Velid b. Mugire (الوليد بن المغيرة)
Ebû Abdişems el-Velîd b. el-Mugīre b. Abdillâh el-Mahzûmî (ö. 1/622)
Nebîmiz’in ve İslâmiyet’in azılı düşmanlarından biri milâdî 530 yılı civarında Mekke’de doğdu. Babası Mugīre, Kureyş içerisinde zenginliği ve cömertliğiyle tanınırdı. Onun kabiledeki mevkii dolayısıyla çocuklarına Benî Mugīre denilmiş ve Mugīrî nisbesiyle anılmışlardır. Bunlar şan, şeref, şöhret ve zenginlik bakımından ayrı bir zümre teşkil ediyordu. Resûl-i Ekrem’in babaannesi Fâtıma bint Amr b. Âiz, Mahzûmoğulları’na mensup olduğu için dayıları adına Abdülmuttalib’in, oğlu Abdullah’ı kurban etmesini engelleyenler arasında Mugīre de vardı. Velîd annesi Sahrâ’ya nisbetle İbnü’s-Sahrâ diye de anılır.
Velîd aklı, dirayeti, güzel konuşması, gelişmiş şiir zevki, çocuklarının fazlalığı ve zenginliğiyle de Kureyş içerisinde temayüz etmişti. Onun Mekke ile Tâif arasındaki sulanabilen bahçelerinde yıl boyunca meyve ve sebze yetiştirilirdi. Ticaretle de uğraşan Velîd’in aynı zamanda demirci olduğu zikredilir (İbn Kuteybe, s. 575). Velîd, Hâşimoğulları ile rekabet etmek için hac zamanı Mina’da büyük bir ateş yaktırır ve hacılara yemek ikram ederdi. Velîd’in kendisiyle tartışılmasına izin vermediği, bedevîlerin onu methederken 12.000 dinardan fazla serveti bulunduğunu söyledikleri kaydedilir (Süheylî, III, 80). Onun Kureyş nezdindeki itibarını gösteren iki olaya işaret etmek gerekir. Bunlardan biri, Kureyş’in reisi Abdülmuttalib’in vefatı üzerine kendisiyle birlikte kabileden üç kişinin onun yerini almak istediğini göstermek için Kâbe’nin avlusuna oturmasıdır (diğer ikisi Ebû Tâlib ile Abdullah b. Cüd‘ân idi; Ya‘kubî, II, 10). İkincisi Hz. Muhammed’in Hacerülesved’i yerine koyanlar arasında yer aldığı, Kâbe’nin yıkılıp yeniden yapılması esnasında Kureyşliler’in Kâbe’yi yıkmaktan çekinmesi üzerine Velîd’in mâbedin duvarına çıkıp, “Biz ancak iyilik ve hayır istiyoruz” diyerek kendi kabilesine düşen kısımdan bir bölümü yıkmasıdır. Kureyşliler, ancak onun başına bir felâket gelip gelmeyeceğini bir süre bekledikten sonra yıkım işine başlayabildi (İbn Hişâm, I, 195). Yine Kâbe’nin yapımı için para toplanırken Velîd, Mekkeliler’den helâl kazançlarından sarfetmelerini, ribâ ve zulümle elde edilen paraları bu işe karıştırmamalarını istedi. Diğer taraftan her yıl değiştirilen Kâbe örtüsünü bir yıl kendisinin, bir yıl diğer Kureyş liderlerinin değiştirmesinden dolayı “Idlü Kureyş” (Kureyş’in dengi) unvanını taşıyor ve Yemen’den getirttiği kumaşla bu örtüyü değiştiriyordu (Ezrakī, I, 251-252; Belâzürî, I,133). Kaynaklarda bir hırsızın elini kesmesi, ilk defa kasâme usulüne başvurması gibi icraatlarından dolayı “hükkâmü’l-Arab”dan kabul edilir (İbn Habîb, el-Muĥabber, s. 132, 337-338; el-Münemmaķ, s. 368; Belâzürî, I, 133). Ayrıca Velîd, kendisi şarap içmediği gibi aile fertlerine de içmeyi yasaklayan ve Kâbe’ye girerken pabuçlarını çıkaran ilk kişidir (İbn Habîb, el-Muĥabber, s. 335-337; İbn Kuteybe, s. 551-552). Kureyşliler ona “vahîd” (tek), “kurretü ayni Kureyş” (Kureyş’in göz bebeği) ve “seyyidî” (efendimiz) gibi sıfatlar vermişti.
Velîd b. Mugīre, Hz. Peygamber’in davetini kabul etmedi ve kendisine şiddetle karşı çıktı. Kibir, bencillik ve ihtirası yüzünden şirk ile ruhu kirlenip tabiatı bozulduğundan Kur’ân-ı Kerîm için sihir dedi, Kur’an’ın hasmı ve Resûl-i Ekrem’in rakibi oldu. Putperestliğin hâmisi Ebû Cehil’e akıl hocalığı yaptı. Kendisinin, “Nasıl olur, ben Kureyş kabilesinin büyüğü ve başkanı olduğum halde bir kenara bırakılayım da Muhammed’e vahiy gelsin! Nasıl olur, Ebû Mes‘ûd Amr b. Umeyr es-Sekafî kabilesinin reisi de bir yana bırakılsın!” şeklindeki sözlerine Kur’an’da şöyle cevap verilir: “Gerçeğin bilgisi gelince, ‘Bu bir büyü, biz bunu kabul etmiyoruz. Bu Kur’an şu iki şehirden büyük bir kişiye indirilseydi ya!’ dediler. Rabbinin rahmetini paylaştırmak onlara mı düşmüş? Dünya hayatında onların geçimliklerini biz paylaştırdık …” (Zuhruf 43/30-31; ayrıca bk. En‘âm 6/123-124; İbn Hişâm, I, 361; Taberî, XXV, 39-41).
Velîd, Kureyşliler’in Resûlullah’a karşı düşmanca faaliyetlerine aktif biçimde katıldı. Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’e üç defa başvuran Kureyş heyetinde o da yer aldı. Üçüncü gidişlerinde Velîd yanına genç ve yakışıklı oğlu Umâre’yi de aldı. Heyettekiler, Ebû Tâlib’den, Hz. Muhammed’in yerine bu genci alıp öldürülmek üzere yeğenini kendilerine teslim etmesini istediler. Ebû Tâlib bu teklifi şiddetle reddetti (İbn Hişâm, I, 266-268; Umâre için bk. Süheylî, III, 252-255; Fayda, s. 81-84). İbn Habîb, Kureyş kabilesine mensup sekiz zındık arasında Velîd’i de zikreder ve bunların sapık düşüncelerini Hîreli bir hıristiyandan öğrendiklerini yazar (el-Muĥabber, s. 337). Câhiliye devri şiirini ve Arap dilinin inceliklerini çok iyi bilen Velîd, hac mevsiminde Mekke’ye gelecek kişilere söylenmek üzere Kureyşliler’in Muhammed hakkında bir fikir etrafında toplanmalarını istemişti. Kendi görüşünün oluşması için günlerce düşündü; Kureyşliler’in ileri sürdüğü kâhin, deli, şair gibi nitelemelerin doğru olmadığının hemen anlaşılacağını belirttikten sonra, “En iyisi onun evlâdı babadan, kardeşi kardeşten, karıyı kocadan, kişiyi ailesinden ayıran bir büyücü olduğunu söyleyelim” dedi. Bu iddialar üzerine şu âyetler nâzil oldu: “Yarattığım o kişiyi tek başına bana bırak; geniş bir; geniş bir ervet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisine nimetleri serdikçe serdiğim, arkasından daha fazla vermemi bekleyen kişiyi. Hayır, umduğu gibi olmayacak. Çünkü o bizim âyetlerimize karşı inatla direnmektedir. Ben de onu sarp bir yokuşa süreceğim. Zira o düşündü taşındı, ölçtü biçti. Kahrolsun, ne biçim ölçme biçme bu! Ardından yine kahrolsun, ne biçim ölçtü biçti! Sonra baktı, sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda arkasını dönüp gitti ve kibrine yenildi. ‘Bu’ dedi, ‘olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir; bu bildiğiniz insan sözünden başka bir şey değildir.’ Ben onu cehenneme sokacağım …” (Müddessir 74/11-26).

2 Herkes, onun gibi tek olarak yaratılır.

3 Arapça’da kızlardan oluşan bir topluluğun içinde bir tane oğlan olsa, o topluluğa erkek zamir gider. Dolayısıyla ayette belirtilen “oğullar (beni)” erkek ve kız evlatlar anlamına gelir. Aynı kullanım şekli “İsrailoğulları (beni israil)” geçen ayetlerde de vardır ve Yakub’un (a.s.) soyundan gelen kadın ve erkekler anlamına gelir. Türkçe’de de ‘oğul’ ve ‘adam’ kelimelerinin hem kadın hem erkekleri ifade edecek şekilde kullanımı vardır. Örneğin: karamanoğulları, bilim adamı, işa damı. Son yıllarda cinsiyet ayrımcılığı konusunda yaşanan gelişmeler nedeniyle bu konuda bir duyarlılık oluşmuş ve toplum nezdinde içinde kadın olan topluluğa erkek zamir kullanılmasına yönelik bir tavır sergilenmeye başlanmıştır. Bu haklı tavır nedeniyle Kur’an metnine ön yargılı davranabilecek Türk okuyucuyu bilgilendirmek, onu bir nebze olsun ön yargılardan uzak ve dil bilimine uygun bir yaklaşımla ayetleri okuyabilmesine yardımcı olabilmek üzere bu ek açıklamaya ihtiyaç duyulmuştur. Her dilin kendine has kuralları ve yapısı vardır. Kur’an Arapça olarak indirildiğinden o dilin kurallarına uygundur. Erkek zamirli ifadelerin kullanılmış olması o dili kullanan topluluğun ayrımcılığına delil olabilir ancak o dilde indirilen kutsal kitapların cinsiyet ayrımcılığına delil olmaz. Bu örneğin tam zıttı olarak, Arapça’da, bir topluluk için “kızlar, kadınlar’ ifadesi kullanıldığı takdirde o topluluğun içinde hiç erkek yoktur. 

4 “Rabbine günahkâr olarak gelenin yeri cehennemdir. Orada ne ölür, ne de hayat sürer.” (Taha 20/74)

5 Bu ayette bildirilen melek sayısı tıpkı ayette belirtildiği gibi kafirler için imtihan sebebi olmuştur. Bu gibi insanlar Kitab’ın ayetler arası ilişkisini örtmek için, sözde matematiksel ilişkiler ağı kurarak, Kitab’ın iç bağlantılarını kafalarına göre kurmak ve fitne çıkarma isteğiyle çeşitli yorumlar yapar, kendilerine veya önderlerine kutsallık edinmeye çalışırlar. Oysa Kitabın ayetler arası ilişkisi Al-i İmran 3/7’de açık olarak bildirilmiştir.

(Al-i İmran 3/7)

Bu Kitab’ı sana indiren O’dur. Âyetlerinin bir kısmı muhkemdir[1*]; onlar kitab’ın[2*] ana ayetleridir. Diğerleri müteşâbih[3*] (muhkeme benzer) olanlardır. Kalplerinde eğrilik olanlar, istedikleri te’vîli (bağlantıyı) kurup istedikleri fitneyi çıkarmak için Kitap’tan, (kendi eğrilikleriyle[4*]) benzeşen şeye uyarlar. Oysa onun tevilini (ayetlerin arasındaki bağlantıyı)[5*] sadece Allah[6*] bilir. Bu ilimde[7*] sağlam duruş gösterenler de şöyle derler: “Biz, bu ilme inandık, hepsi (muhkem ve müteşâbih ayetlerle onların tevili) Rabbimiz (Sahibimiz) katındandır.” Bu zikre[8*] (doğru bilgiye) sadece sağlam duruşlu olanlar ulaşabilirler[9*]. 

[1*] Muhkem ayet, bir konuda hüküm içeren ayettir. Hemen her ayetin böyle bir yönü vardır. Bu hüküm, başka ayetlerle açıklanır. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Elif, Lâm, Râ. Bu bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış sonra hakîm olan, her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir.” (Hûd 11/1-2)
[2*] Kitab (كتاب)’ın kök anlamı, bir şeyi bir şeye eklemektir (Mekayîs). Bazen sözleri ekleyerek yapılan konuşmaya bazen de kelimeleri ekleyerek yazılan herhangi bir yazıya kitap denir (Mürfedat). Bir ayet şöyledir: “Allah sözün en güzelini, müteşâbih ve mesânî kitap olarak indirmiştir.” (Zümer 39/23) Mesânî, “ikişerliler” anlamına gelir. Kur'ân’ın, bildiğimiz bir kitap halinde inmediği açıktır. Bu ayetler onun, kendinden kitaplar oluşturulacak şekilde indiğini, her bir kitabın, bir muhkem bir de müteşâbih olmak üzere en az iki ve ikinin katları olan ayetlerden oluştuğunu, doğru hükme yani hikmete bu şekilde ulaşılabileceğini gösterir.
[3*] Müteşâbih, birbirine benzeyen iki şeyden her birine denir. Kelime, toplam sekiz ayette geçer. Bunlar; Bakara 2/25, Bakara 2/70, Bakara 2/118; Al-i İmran 3/7, Zümer 23, En’âm 6/99, En'âm 6/141 ve Ra’d 13/16. âyetlerdir. 
[4*] Ayet’in açılımı şöyledir: “(فيتبعون ما تشابه منه  بزيغهم) = Kitap’tan kendi eğrilikleriyle benzeşene uyarlar.” Necrân Hristiyanlarından bir topluluk Nebîmize gelmiş: Ya Muhammed! Sen, İsa’nın Allah’ın kelimesi ve ondan bir ruh olduğu kanaatinde misin değil misin? demişti. O, “evet” deyince “Bu bize yeter” demişlerdi. Arkasından yukarıdaki âyet sonra da şu âyet inmişti: “Allah katında İsa'nın durumu, tıpkı Âdem’in durumu gibidir. Âdem’i topraktan yarattı; sonra ona 'ol" dedi; o da oluştu.”  (Al-i İmran 3/59) (Taberî)
Hristiyanlar, kendi eğrilikleriyle benzeşir gördükleri şu âyete dayanıyorlardı: “İsa… Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı (ol) sözü ve kendinden bir ruhtur.” (Nisa 4/171) Hâlbuki bu ayetin başında görmek istemedikleri şu ifade vardır: “Meryem oğlu İsa Mesih, başka değil, yalnızca Allah’ın elçisidir.” Allah’ın kitabına uyma yerine onu kendilerine uydurmak isteyenler hep böyle bir yol izlerler.
[5*] Te'vîl = تَأْوِيلِ, Allah’ın âyetler arasında kurduğu bağlantıyı ifade eder. Bu bağlantıyı ancak, Arapçayı ve ilgili konuyu iyi bilenlerden oluşan bir ekip bulabilir. Bir ayet şöyledir: “Bu bir kitaptır ki âyetleri, bilenlerden oluşan bir topluluk için Arapça Kur'ânlar (kümeler) halinde açıklanmıştır.” (Fussilet 41/3) Buradaki Kur'ân kelimesi, Al-i İmran 3/7. âyetteki kitap kelimesi gibi ayetler kümesi anlamındadır.
[6*] Ayetleri bu şekilde ilişkilendirilmiş bir kitap insan eseri olamaz. “De ki “Bu Kur’ân’ın bir benzerini çıkarmak için insanlar ve cinler toplansalar benzerini çıkaramazlar; isterse sırt sırta vermiş olsunlar.” (İsrâ 17/88). İlgili diğer ayetler: Yunus 10/38-39, Bakara 2/23, Hud 11/13.
[7*] Bu ilim, Kur’an’ın kendini açıklama ilmidir. Allah Teala şöyle demiştir: “Onlara, bir ilimle açıkladığımız Kitap getirdik; inanan topluluk için rehber ve ikramı bol bir kitap.” (Araf 7/52)
[8*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak ve kullanmaktır. (Müfredât ذكر ve عرفmd.) Tabiat, Allah’ın yarattığı âyetlerden, Kur'ân da indirdiği âyetlerden oluşur. Her ikisinden elde edilen doğru bilgi zikirdir. İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder. (Ra’d 13/28)
[9*] Sağlam duruşlu` diye meal verdiğimiz ulu’l-elbab’ı Allah Teala şöyle tanımlar: “Sözü dinleyen ve onun en güzeline (Allah’ın sözüne) uyanları, Allah’ın doğru yola ileteceği müjdesini ver. İşte ul’ul-elbâb olanlar onlardır.” (Zümer 39/18)

6 Âyetin tam meâli şöyledir: “Hayır Aya yemin olsun”. Türkçede yemini, doğru söylediğinden şüphe edilen kişi yapar. Allah’ın yaptığı bu gibi yeminler ise yemin edilen şeyin önemini göstermek içindir. (Bkz. İbn Kayyim el-Cevzî, et-Tibyân fî Ahkâm’il-Kur'ân girişi) Türkçe’de böyle bir kullanım olmadığından meâl, maksadı ifade edecek şekilde yapılmıştır.

7 “(O zaman) Siz, üç sınıf olursunuz: (Birincisi) uğurlular sınıfıdır. Ne mutlu o uğurlu olanlara!(İkinci sınıf) uğursuzlardır. Ne yazık o uğursuzlara! Bir de önde gidenler (sınıfı) var; hep önde gidenler!” Bkz. Vakia 56/7-10 

8 “Cehenneme her bir bölük atılınca bekçiler: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” derler. Onlar: “Evet, uyarıcı geldi ama yalana sarıldık; Allah bir şey indirmemiştir, siz büyük bir sapkınlık içindesiniz, dedik. Eğer söz dinleseydik ya da aklımızı kullansaydık, şimdi  bu alevli ateş ahalisi içinde olmazdık” derler. Böylece suçlarını itiraf ederler. Alevli ateş ahalisi için bundan sonrası perişanlıktır.” (Mülk 67/8-11)

9 Bütün beklentileri boşa çıkar. Şefaat için bakınız; Bakara 2/48 Öyle bir günden çekinip korunun ki o gün kimse kimsenin yerine bedel ödemeyecek, kimseden şefaat[*] kabul edilmeyecek, kimseden tazminat alınmayacak ve kimseye yardım edilmeyecektir. 

[*] Şefaat, birinin eşlik etmesini istemek, eşlik etmek veya arka çıkmaktır. (El-Ayn, Müfredât). Ayet, mahşer günü kimseye şefaat edilmeyeceğini açıkça bildirmektedir. Dünyada insanlar birine destek olabilirler. “İyi bir işe destek veren ondan bir pay alır; kötü bir işe destek veren de ondan dolayı bir sorumluluk üstlenir.” (Nisa 4/85) Cennete gitmiş biri, şirk günahı ile değil de diğer günahlarından dolayı cehennemde olan bir yakınını yanına isteyebilir. “Günahkarları, suya koşarcasına cehenneme sevk edeceğiz. Rahman’dan söz almış olanlar dışında kimse şefaate (birinden destek alma hakkına) sahip olamayacaktır.” (Meryem 19/86-87) İster dünyada ister cehenneme gitmiş biri için olsun, şefaat ancak Allah’ın onayıyla olabilir.

10 ...“Akılda tutulması gereken bilgi” Kur’an’dır. Bunu şu ayetlerden açıkça öğreniyoruz: 
"Görmekte olduklarınıza yemin etmeye gerek yok! Görmediklerinize de (bunların önemi ortadadır). Asıl önemlisi, Kur’an’ın değerli bir elçinin (Cebrail’in) sözü olmasıdır#. O bir şairin sözü değildir. Ne kadar az inanıp güveniyorsunuz! Bir kâhinin# sözü de değildir. Bilginizi ne kadar az kullanıyorsunuz! Bütün varlıkların Sahibi# tarafından indirilmiştir. (Muhammed,) Bize karşı bir takım sözler uydursaydı onu kıskıvrak yakalar,  şah damarını koparırdık. İçinizden hiç biri de bunun önüne geçemezdi. Kur’an, Allah’tan çekinerek kendini koruyanlar için bir tezkiredir (akıllarında tutmaları gereken bilgidir.)  Çok iyi biliyoruz ki içinizde yalancılar var. Kur’an, ayetleri görmezlikten gelen bu kişilerin de yalanını ortaya çıkarır. Çünkü o, kesin gerçektir." (el-Hakka 69/38-51)
 
11 Bkz İnsan 76/29-31 ve Tekvir 81/27-29

(İnsan 76/29-31) Bunlar, aklınızdan çıkarmamanız gereken bilgilerdir. Rabbinin yolunu tercih eden o yola girer. Yapacağınız tercih sadece Allah’ın yaptığı tercihtir. Çünkü bilen O, her kararı doğru olan O’dur. O, doğru tercihte bulunanı[*] ikramı ile kuşatır. Yanlış yapanlar için de acıklı bir azap hazırlamıştır.
(Tekvir 81/27-29) Kur’ân, herkes için doğru bilgidir (zikirdir)[*]. İçinizden doğruluğu tercih edenler için. Varlıkların Rabbi (Sahibi) olan Allah’ın tercihi dışında bir tercih yaparsanız doğru tercih yapmamış olursunuz. 

[*] Zikir, kafaya yerleşmiş kullanıma hazır bilgidir. Allah’ın zikri, Allah’ın âyetlerinden öğrenilir. Onu akla ve dile getirmek de zikirdir. Akıldan çıkarılmaması gerek zikir yani doğru bilgi Allah’ın Kitabında olandır. Bu sebeple ilâhî kitapların ortak adı Zikir’dir. (Enbiya 21/24) Bir âyet şöyledirr: “Bilin ki, kalplerin yatışıp rahatlaması Allah’ın zikri ile olur.”(Ra’d 13/28)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder